DOLAR

34,0791$% -0.05

EURO

37,9401% 0.03

STERLİN

45,1202£% 0.3

GRAM ALTIN

2.802,77%-0,46

ONS

2.556,05%-0,51

BİST100

9.774,49%0,17

İmsak Vakti a 05:14
İstanbul HAFİF YAĞMUR 23°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a

Mahşerin üç Toroslusu

ad826x90
ad826x90
ad826x90

Her sene heyecanla beklediğimiz balık avı sezonunun açılışını bu sene daha bi heyecanla beklemeye başlamıştık. Çünkü yıllardır hayalini kurduğumuz ve bizim için adeta bir “megalo idea” haline gelen Gökçekaya Barajı hedefimiz ve rüyamız ete kemiğe bürünmüştü. Yolun uzun olması sebebiyle günübirlik bi av için oldukça uzak olan Gökçekaya’da kalacak yer ayarlamıştık. Olta balıkçılığı mikrobu bulaşmış her bünye bilir, nasıl ki; kaçan balık büyük olursa, balığa gidilecek yerin kolpası daha da büyük olur. Böyledir bu. Normalde her sene av malzemelerimizi temin ettiğimiz ve bi nevi sponsorumuz olan (kendi paramızla nasıl sponsor oluyosa artık) Uçar Av Malzemeleri’nden edindiğimiz bilgilerle gideceğimiz göleti belirleyip ona göre meyil alırdık. Fakat bu sene farklı başladık. Dikkatli okuyucularım için yazının başından beri kullandığım çoğul eklerini açıklamanın Üzeyir Abi’den (Büzeyir) zamanının geldiğini düşünüyorum artık.

ad826x90

Büzeyir abi yıllardır balığa birlikte gittiğim ellili yaşlarında güzel bi abim. Bütün söyleyeceğim de bu kadar (aman sen de bahsedeyim dediğin bu muydu?). Şunu söylemeden de geçmeyeyim şimdiye kadar birbirimize hiç kazık atmadığımız için bu kadar uzun yıllar boyunca arkadaşlığımız devam ediyo. Du bi dakka lan! Her neyse, geçen sene bana “malzemeleri sen al sonra bölüşürüz” deyip, balığa gittiğimizde “yav benim malzemem varmış” diyerek, bütün oltaları, iğneleri, küspeleri bana kakalamasını saymazsak beni hiç kazıklamadı diyebiliriz. Büzeyir abinin doksan dört model bi Toros’u var ve Pasat alacak parası olduğu halde “bana hitap eden araba Toros” diyerek kendinden asla ödün vermeyen bi insandır. Onu ve beni tanıyan herkesin, ona ayrı bana ayrı” yav nasıl anlaşıyon sen onunla” diye sordukları halde, aramızda sağlam bi abi-kardeş arkadaşlığı var. Niye? Çünkü birbirimize kazık atmıyoruz (geçen seneki oltalar hariç!).

“Hazır mısın on-on beş dakikaya senin evin ordayız” diye aradığında evde hazırlanmış, vakit geçirmek için volta atıyodum heyecanla. Hemen toparlanıp kapıya çıktım. Hakikaten de on beş dakika sonra geldiler Toros’la. Büzeyir abinin yanında mesai arkadaşlarından (rakı sofrası) biri olan bi abi vardı. Tanıştıktan sonra, adını, daha doğrusu lakabını öğrendim. Önceden sıkça duyduğum ve fakat bi türlü karşılaşmadığımız “Kotarelli”ydi bu diğer abi. Kalender bi duruş sahibi, az konuşan, konuştuğu zamanlarda da pek gülmeyen Kotarelli abinin köyüne gidiyoduk ve onun köy evinde kalacaktık. Şimdi şöyle söyliyim, on tane adam koysalar yan yana ve deseler ki; “Kotarelli hangisi?” direkt olarak o abiyi seçersiniz. Kesin. O seviyede bi Kotarelli yani. Neyse bindik Toros’a yola koyulduk.             

Yolumuz uzun olduğu için ve bi gece Kotarelli abinin köy evinde kalacağımız için kendimize yetecek kadar yiyecek, içecek ve kendi mazotumuzu (bira) yol üstündeki bi marketten temin ettik. Kotarelli abinin yedi-sekiz tane limon almasına önce anlam veremesek de yolda verdiği bilgilerden, gittiğimiz barajda kendimiz balık tutamasak da orada balıkçılık yapan köylülerden balık alabileceğimizi öğrendik. Her amatör olta balıkçısının bildiği gibi avın garantisi yoktur sevgili okurlar. Ama Kotarelli abinin garanti vermesi, Büzeyir abiyle benim içimi rahatlatmıştı ve domates biber ve soğanın dışında bi yiyecek almadık. Ve limon. Yol boyunca Büzeyir abinin ve Kotarelli abinin aslında hiç anlaşamadıkları halde çok sıkı arkadaş olduklarını anladım. Birisi “hanya” derken, öbürü cevap olarak “Siirt Köy Hizmetleri” diyodu. O derece.

ad826x90

Toros’umuz Sündiken Dağı’nı tırmanırken, Büzeyir abinin Toros sevgisi depreşti ve Toros övmeye başladı, “başka araba olsa valla çıkamaz, on milyar verdiler (kafadaki sayılar hala altı sıfırlı) ama iyi ki satmamışım arabamı, ah Toros’um canım Toros’um” gibi methiyelerine ben de kayıtsız kalamadım. Büzeyir abiden Toros’u kenara çekmesini istedim. Arabadan iner inmez arabanın önünde iki dakikalık saygı duruşuna davet ettim yol arkadaşlarımı (o sırada Kotarelli ardını dönmüş, at gibi işiyodu). Saygı duruşunu serin dağ havasını içimize çeke çeke tamamladıktan sonra yola devam ettik dostlarım. Yaklaşık olarak iki bin rakım tırmandıktan sonra inişimiz başladı. Bu arada Büzeyir abi yakın zamanda Diyarbakır’a damadının yanına uçakla gidip geldiği için iki bin rakımın, kaç fite tekabül ettiği bilgisini vermeyi de ihmal etmedi. İnişimiz sırasında başlayan yağmur ve hatta yer yer dolu yağışının içinden aslanlar gibi geçen Toros’umuz, Büzeyir abinin kıvancını kat be kat arttırdı. Ormanlık alandaki yolumuzun üstüne ansızın fırlayan geyik ise keyfimize keyif kattı. Böyle bi güzellik görmemiştim ömrüm boyunca. Ürkek bakışlarını bizden kaçırarak dağa tırmanan geyiğin alacalı götünü adeta bir köşe gönderi gibi süsleyen kısa ve dik kuyruğunu doyasıya izledik. Köye yaklaştıkça azalan ve dinen yağmur, beynimizi saran ve dalga dalga vücudumuza yayılan olta atma iştahımızı körükledi. Burdan şunu kesinlikle söyleyebilirim ki; insanın köyü olacaksa Kotarelli abinin köyü gibi olmalı. Ormanın içinde her köşesi yeşil, her köşesi oksijen… Kotarelli abinin evi ise o yeşilliğin içinde, bahçesinde erik, dut ve Mihalıççık’ın olmazsa olması kiraz ağaçları bulunan bi köy eviydi. Yıllar önce çoluk çocuk toplanıp şehre geldikleri için bakımsız olmasına rağmen, insanın içini ısıtan bi evdi. Toros’tan iner inmez kiraza daldığım için yağmurdan ıslanan yaprakların bütün suyu gömleğimin kollarını ıslattı. Ama değdi gerçekten. Ben hayatımda böyle kiraz yemedim dost bildiklerim, inanın bana. Karnımın aç olması hasebiyle duttan uzak durdum ilk etapta (Allah muhafaza). Kotarelli abinin, evden bikaç parça kuru meşe odunu almasının akabinde hemen barajın kıyısına indik. Tabii ki Toros’la.

ad826x90

Baraja iniş yolumuz tam da tahmin edeceğiniz üzere, sadece Toros’un inebileceği çetinlikte bi yoldu. Nihayet baraja vardığımızda hemen iş bölümü yaptık. Her zaman olduğu gibi ben oltaları atarken, Büzeyir abi ateşi yakacaktı. Kotarelli abi ise balıkçılıkla uğraşan köylülerin yanına gidip akşam rızkımızı temin edecekti. Ben oltaları attım, Büzeyir abi ateşi harladı. Ve fakat aradan geçen zamana rağmen, Kotarelli abinin bi türlü gelmemesi beni biraz kıllandırdı ne yalan söyliyim. Bir saat kadar sonra Kotarelli abinin, eli boş, götü yaş geldiğini görünce “aha” dedim, “şimdi kavradık keserin sapını umarsızca”. Halbuki ateş de tam kıvamına ermiş, çıtır çıtır köze meyil vermekteydi. Bu arada oltaları birer kere kontrol etmiş ve dolu attığım oltaları boş çekmiştim. Orda da kavramıştık yani. Neyse ki, Büzeyir abi her zamanki yapıcılığıyla “yav bişey olmaz domates, biber közleyelim” dedi. Zaten daha lafı bitmeden domatesleri, biberleri tele dizmeye başlamıştı. Ben de Toros’un bagaj kapağında nevaleyi açtım. Büzeyir abiyle Kotarelli rakı içeceklerdi ben ise biraya devam kararı almıştım. Kotarelli’nin bahçesinden topladığımız erikleri ve kirazları, siyah tekelci poşetinin içinden atıştırmaya başlamıştık. Hava kararmıştı. Yaktığımız ateşin şavkında usul usul demlenmeye başlamıştık. Bu arada Kotarelli, Kotarellliğini gösterip, köy evinde bize çaktırmadan ceketinin iç cebine yerleştirdiği otuzbeşliği çıkardı koydu Toros’un bagajına. Ama ne otuzbeşlik! Yeni Rakı’nın eski şişesi! Haklı bi gururla göğsünü hafifçe şişirip “bu şişeyi otuz senedir saklıyodum sana açtım Büzeyir’im” dedi Kotarelli. “Yav bi sktir git Kotarelli” diye cevapladı Büzeyir abi. Bunun üzerine Tekel’in ne zaman özelleştirildiği konusu gündeme geldi. Yoğun ve kora kor geçen tartışma sonucunda otuzbeşliğin, yirmi ila otuz yıllık olduğu sonucuna varıp işi tatlıya bağladılar. 

Közün üstünde iyice gevşeyen domatesleri ve birer yanları yandığı halde diğer tarafları yeşil kalmakta ısrar eden biberleri aldık telin üstünden. Eriyen domatesleri ekmeğe katık edip emdik höpürdete höpürdete. Vereyledik biberleri damaklarımıza… Büzeyir abi tam Toros’un bagajının ne kadar güzel sofra olduğundan bahsedecekken “Yav  buu Vuab (Vahap) şerefsizi geçen hesabı bana kilitledi yine” dedi Kotarelli. Toros övme hevesi kursağında kalan Büzeyir abi, stiresini “pörrhepss” şeklinle hafif bi geğirikle geçiştirdi. Akabinde Kotarelli aldığı sazı bırakmadı ve Vuab’ı köpeğin götüne sokup sokup çıkardıktan sonra en son “onun .mını eşşekler s.ksin” diyerek zirve yaptı. 

Bu muhabbetler esnasında Büzeyir abi, yakınlarımızdan gelen bi çıtırtıdan ürküp eve gitmek istedi. Büzeyir abi kalıbının aksine vahşi yaşamdan oldukça çekinen naif bi abimizdir. Bunu da en iyi ben bilirim. Daha önce gittiğimiz balık avlarında yaşadığımız bi yılan macerası var ki; anlatmak için yeni bi başlık açmak gerekir (Yılan macerasını daha sonraya bırakarak devam edelim). Ben son kez oltaları kontrol edip tekrar suya attığımda onlar malzemeleri toplamış, ateşe su döküyolardı. Oltaların yine boş olduğunu hatta yem olarak taktığım, mısırlara ve makarnalara hiç dokunulmadığını görmek içimin kararmasına sebep olsa da yine de ümidimi yitirmemiş, sabah balığını yakalamaya niyet etmiştim. O yüzden tekrar suya attım oltaları, sabaha kadar en azından bir-iki balık gelir belki diye… Toros’umuza binip karanlık baraj yolundan köye doğru seyirttik. Yol karanlık olduğu kadar bozuktu da. Hele ki akşamüstü yağan yağmur yoldaki çukurları derinleştirmiş, toprağı daha da yavşatmıştı. Toros’umuz çamurlu yolu, yer yer götü-başı oynayarak da olsa tırmanıyodu valla. Tam her şey yolunda giderken Büzeyir abinin ustaca manevraları bi yerde yetersiz kaldı ve arabanın altını yere vurdu (al başına bela). Egzozun delindiğini yolun kenarındaki çalılardan ve ağaçlardan bize yansıyan egzoz sesinden anlamıştık. Büzeyir abinin sesine de hayran olduğu Toros’u artık böğürmeye başlamıştı. Köye girdiğimizde lambası yanan evlerin bütün pencereleri açılıp bizi selamladılar adeta. Toros’un böğürtüsüne saygıyla eğildiler (ana-avrat selamladılar, eğildiler…).

Eve vardığımızda gece, yarıya varmıştı. Bu sefer yeni şişe bi ellilik açtı abiler. Daha ilk yudumda eskinin tadının daha iyi olduğundan, yağ gibi aktığından, kokmadığından ve yeni şişenin bozduğundan, leş gibi ispirto koktuğundan ve hatta yabancıların belki de bizi zehirlemeye çalıştığından dem vurmaya başladılar. Bense artık sonuncu biramı açıyodum. Göz kapaklarım ağırlaşmaya başlamıştı. O sırada Büzeyir abi kaşla göz arasında Vuab’ı aramış ve telefonun apollösünü açmıştı. Vuab’ın sesi yay gibi geliyodu. İlk sözü “Kotarelli’nin ketenleri (spor ayakkabı) ayağında mı?” oldu. İkimiz birden eğilip baktığımızda adeta kutup yıldızı gibi yaldır yaldır parlayan ketenlerle karşılaştık. Vuab’ın ilk olarak niye ketenleri sorduğunu anlamış olduk böylece. Kotarelli’nin Vuab’a yine saydırmaya başlamasıyla Büzeyir abinin telefonu kapatması bir oldu. Fakat bu sefer Vuab aradı Büzeyir abiyi. Telefonu açan ve kulağına götürüp hemen kapatan Büzeyir abi “yine ödemeli arıyo ganı bozuk” dedi. Meğerse, tam bi ölü skici olan Vuab, ödemeli aramayı hayat felsefesinin tamamlayıcı bir unsuru olarak huy edinmişmiş. Nerden bilebilirdim ki…          

ad826x90

Abilerden izin isteyip içerdeki eski tip çekyata geçtiğimde tartışma Kotarelli, Vuab ve yüzeysel Büzeyir arasında sürmekteydi. Sabaha kadar kulağımda yankılanan “Vuab” yüzünden hayatımda hiç görmediğim Vuab’ı rüyamda gördüm dostlarım. Bakır sarısı saçlarını ince tarakla geriye doğru taramış, boz-bulanık bi herifti ve sürekli pişkin pişkin sırıtıyodu. Rüyamda Büzeyir abinin Toros’u bana satmaya çalışıyo ve bi yandan da oraya buraya ödemeli telefon açıyodu…

Sabah erken kalktım yerimi yadırgadığım için. Hemen Büzeyir abiyi de uyandırmamın akabinde Toros ve böğür böğür böğürdeyen egzozuyla birlikte baraja indik umarsızcasına. Oltaları çekip baktığımda hepsinin boş olduğunu ve hatta taktığım yemlerin de iğnelerde durduğunu gördüm. Tam yeni planlar yaparken yanımıza köylü bi adam geldi ve “ben” dedi “balıkçılık yapıyodum eskiden burda” dedi, “artık hiç balık yok, fabrika atıkları barajı mahvetti, ben de balıkçılığı bırakıp hayvancılığa başladım, boşuna uğraşmayın” dedi. Sudaki oksijen oranının da yüzde kırk olduğunu söyleyince (kesin rakam verdi olum adam, bilimsel veri paylaştı) suya düşen bütün ümitlerimizi ve oltalarımızı toplayıp eve döndük. Kotarelli ise hala uyuyodu tosur tosur. Kendiliğinden uyanmayacağını anlayınca ve hatta Büzeyir abinin uyandırma çabaları sonuçsuz kalınca biz yine kiraza daldık. Aradan geçen zamanda Kotarelli bi türlü uyanmadığ için bu sefer bahçeden eve doğru bağırmaya başladık Büzeyir abi “Kotarelli!” dedikçe ben arkasından “Kotar!” diye bağırdım. “Kotarelli! Kotar! Kotarelli! Kotar!!!”. Üstünde, diz yapmış ve paçaları çorabının içine sokuşturduğu ve muhtemelen yaz-kış pantolonunun içine giydiği eşofmanıyla, ağzını yüzünü buruştura buruştura dışarı çıkan Kotarelli “uyandınız mı yaav” dedi. Uyandınız mı ne .mına koyum!. O uyurken, baraja inip oltaları toplamış ve hatta eve getireceğimiz birer poşet kirazı paketlemiştik bile. Kotarelli bu sefer “yav” dedi “insan bi kahvaltı hazırlar, bi menemen yapar”. Haklıydı adam, insan misafirliğe gittiği evde bi kahvaltı hazırlamaz mı? Değil mi ama?

Kotarelli’nin, eve götürmek üzere topladığı kirazlar da tamam olunca demir alma vaktinin geldiği, doğan güneş kadar ortadaydı artık. Kotarelli, Büzeyir ve ben, Mahşerin Üç Toroslusu, egzozu böğüren Toros’umuza binip dönüş yoluna çıktık. Saat on bir sularıydı. Güneş tepeye ulaşmak üzereydi. Kuşlar cıvıldaşmakta ve temiz hava ciğerlerimize dolmaktaydı…

Beşiydi Haziran’ın ve İki binin de on altısı.

Comments

comments

ad826x90
ad826x90
YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

Tüm Yorumlar (4)

Sıradaki haber:

Uğur Günel’den albüm: Sosyalleşmek Lazım Az Biraz

HIZLI YORUM YAP

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.

Araç çubuğuna atla