34,9563$% 0.16
36,7455€% 0.29
44,1283£% -0.32
2.977,36%-0,95
2.648,95%-1,13
10.125,46%0,66
Az yatıp kalkmadık Gırgır Dergisi kapılarında. 16-21 yaş arasındaykene… Bir yandan okul okumaya çalışırken, bir yandan da patates burunlu adamlar çiziyor ve tabii ki Oğuz Abi’nin amatör günlerini asla ve kat’a kaçırmıyordum. Benim gibi bir sürü tıfıl acemi çizer, kaderimizi değiştirmek amacıyla Cağaloğlu yollarında hep beraber sürünüyorduk. O zaman gözüme güzel görünüyodu ama şimdi bakınca çok dandikmiş tabi çizgilerim. Bayaa bi adama benzetti çizgimi Oğuz Abi. Ama yalan yok, ben de inat ettim, çok çabaladım, çok gittim geldim, bütün tertipler gibi. Aslına bakarsanız, şimdi bile çok süper çizmiyorum ama usta tee o zamandan bişeyler gördü demek ki. Gırgır çiçeği burnundalar, derken arka sayfa.. Havam binbeşyüz, mimarlık okuyorum ama aklım fikrim o sarı sayfalarda. Okulda forsum o biçim. Gırgır’da adım çıkıyor ve hatta ufaktan para bile kazanıyorum.
Neyse… Ve o son amatör günü!. Inınınıııınnn!.. Pazartesi mi salı mı ne?.. Dedi ki bana, “evlat, sen cuma günü dergiye gel.. Bundan böyle takıl buralarda, havayı solu, abilerine bak, espri bul” vs… O andan itibaren ben bende değildim artık. Bu demekti ki, Gırgır’a girmiştim, kadrodan birisi olmuştum. Kariyerimde ilk adım, bilenler bilir tarifi mümkünsüz bişey bu o zamanlar. Çıktığı gün, bütün ülkeyi sarıya boyayan, herkesin elinde ve dilindeki efsane derginin bi elemanı olmak!. Peeh!.. Neyse işte, yürek pırpır, sabırsızlıkla cumayı beklemeye başladım.. Cuma olsa da dergiye gitsem.. En hayırlı cuma, o cuma… Salı, çarşamba, derken perşembe.. Evde yalnızım o dönem. Gece erken yatayım ki, sabah çabuk olsun.. Kitlenmişim, gözüm duvar saatinin tiktaklarında, saniyeleri sayıyorum.. Nasıl olmuşsa uyumayı başarmışım..
Ve cuma sabahı. Kendi irademle uyanmadım.. Komşu, televizyonu mu ne açmış sonuna kadar, adamın biri tiz bi sesle bişeyler söylüyo.. Noluyo ya?.. Uyanmaya çalışırken, konuşma bitti, müzik girdi. Bir acaip şarkı. Türkü desem değil, aranjman desem değil, bozlak desem hiç değil.. Sersem sepelek televizyonu açtım. Hasan Mutlucan!.. Yineeee de şahlaanıyoor efeeeem, kolbaşınıın kıııraatı!. Noluyo be?.. Şarkı kesiliyor ve yine o çıkıyor. Kenan şeysi!.. “Ülkede birlik ve beraberliğin, demokraasinin yeniden tesisi için yönetime el koymak zorunda kaldık…” Ohaaaa!.. Lan oolum Gırgır’a gidicem ben.. Gidemezsin, sokağa çıkma yasağı var.. Hadiiii!.. Yıllardan 1980, aylardan eylül, günlerden 12, cuma. Şansıma vurayım, yuuh!.. Darbe yapmışlar laan!..
Kahretmenin, debelenmenin anlamı yok, olan olmuş. Demokrasi tesis edilmiş ama sokağa çıkamıyorum.. Şimdi başka bir gündem var. Pencereden bakıyorum, ortalıkta tertipler dolaşıyor. Ellerde emniyeti açık M1’ler, bina aralarında, otoparklarda, hatta emekli asker apartman yöneticileri tarafından özenle, bitişik nizam dirsek teması aralığında ekilmiş çiçek bahçelerinde bile dolaşıyorlar. Tehlikeli, kurtarılmış bir mahalle değil burası. Onlar da ne aradığını bilmiyorlar ama darbenin neferleri olarak emir komuta zincirinin son halkaları. “Dolaşın ve her şeyden şüphe duyun” denmiş onlara, onu yapıyorlar.
Birden ne görüyorum?.. Soba yanma mevsimi değil ama bazı evlerin bacalarından duman tütüyor.. İşte bir darbe ritüeli daha. Odunlu termosifonlarda sakıncalı kitapları yakıyor insanlar.. Anam anam, okuldan aldığım bir sürü kırmızı kapaklı kitap var evde.. Ve serde de delikanlılık var, olgun ve soğukkanlı da olamıyo insan. Kitap yakmak hem etik hem de çevresel olarak pis bişey ama napıcan?. Yiyemezsin de.. Her ihtimale karşı termosifonda yakmak en iyisi. Soran olursa, “banyo yapıyodum” dersin hem de… Fakaaaat, gelgelelim kendi oturduğum evden haberim yok. Namert termosifon gazlı.. Arkasındaki depoya, lök lök lök diye gaz konup yanan cinslerden. O zamanın üstün teknolojisi.. Kahretsin, keşke odunlu olsaydı, ya da şu, o zamanın alev denilen talaş ve yanık yağlı poşet yakıtlarından, ama değil.. Buna rağmen bulduğum parlak fikir şöyle ki; kitapları küvette yakmalıyım.. Evet evet yapmalıyım… Toplayıp getiriyorum, zamana karşı bir mücadele. İlk kitabı koyuyorum küvete ve içim cız ede ede kibritle tutuşturuyorum. Darbe telaşı mı yoksa zaten var olan bir salaklık mı bilmiyorum. Hesap edemedim, evin içini duman kaplıyor.. Banyonun penceresi havalandırma boşluğuna bakıyor. Onu açıyorum ama yetmiyor.. Yanmakta olan kitabın üzerine su döküyorum, cozzz!. Al sana daha beter duman.. Bu sefer evin pencerelerini açmak gerekiyor.. İş boka sardı.. İşkenceden kurtulayım derken iyice hedef olacaz..
Neyse ki beş on dakka sonra dumandan kurtuluyorum… Artık daha sakinim.. Kuruntularım azalıyor. Aman yaa, bula bula beni mi bulcaklar diye rahatlarken, kitapları çekyatın dolabına tıkıyorum.. Ve birden!.. Bir ses.. Çilem henüz bitmemiş.. Apartmanın içinden geliyor sanki. Yavaşça, bale adımlarıyla kapıya yürüyorum. Sokak kapısının gözetleme deliğinden bakıyorum.. Yaaaaa, uff!. Dizlerim çözülmese bari. Kapının dışında, apartman koridorunda iki asker var.. Hayalet gibi geziniyorlar.. Bir ses çıkarırım korkusuyla ayrılamıyorum oradan.. Kapıya yapışmış bakıyorum. Anlıyorum ki benim için gelmemişler. Herhangi bir amaçları da yok.. Öylesine girmişler işte. Bir tanesi merdivenlere yönelip üst kata çıkıyor.. Oh neyse!.. Fakat öteki.. Ah o öteki!. Bana doğru geliyor. Niye ki?.. İlerliyor, ilerliyor.. Nedeeen?.. Askeer duur!.. Çööök, yaaat, sürüün!.. Hayır durmuyor, iyice yaklaştı. Kıpırdayamıyorum. Vee, geliyor, gözünü benim baktığım deliğin diğer tarafına yapıştırıyor.. Napıyo bu be?.. Dünya durdu, zaman akmıyor.. Aramızda 5 santimlik bir kapı ve ben darbenin neferiyle göz gözeyim.. Niye böyle yapıyor? Oradan bakmakla ne göreceğini umuyor?.. Belli ki hayatında ilk defa kapı merceğiyle karşılaşmış.
Aman tertip can tertip, yeter, hadi git.. Şu düştüğüm duruma bin kere lanet ediyorum.. Karnım guruldasa şarjörü boşaltabilir, belli mi olur.. Eleman yetkilerle donanmış.. O bitmek bilmez beş on saniye neyse ki bitiyor ve geri çekiliyor.. Arkasını dönüp yürüyor, üst kata yöneliyor.. Gözden kaybolana kadar bekliyorum ve içimde unuttuğum nefesi bırakıyorum yavaşça… İşte mizah yazar çizerliğine ilk adımım bu. Gırgır Dergisi’ne girdiğim ama gidemediğimin hikayesi… Ama bu beni yıldırdı mı? Hayır!. Sokağa çıkma yasağı biter bitmez attım kendimi dışarı, gittim tabi.. Bu anıyı daha önce de bir yerde anlattım, ya da yazdım, hatırlamıyorum.. Olsun, Gırgır’dan Leman’a uzanan bu serüvenin başlangıcını, o her şeyin ters gittiği günü bir de Ters Dergi’de anlatmak yakışır dedim… Darbelerin bu kadar çok konuşulduğu bir ülkede, bu da ufacık bir darbe hatırası olarak kalsın burada… Ve tabii ki etkileri hâlâ sürüp gelen o lanet dönemin, kalbimizde zihnimizde bıraktığı, işkencelere uğrayan, idam edilen gencecik çocuklara sevgiyle, saygıyla…
Ters Dergi sordu, Cem Yılmaz yanıtladı
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.