34,9739$% 0.16
36,7420€% 0.28
44,1241£% -0.32
2.976,47%-0,98
2.647,78%-1,18
10.125,46%0,66
O hafta çarşamba günü karikatürlerime bakıp bazılarını aldıktan sonra “Bu cumartesi Fırt’a git başla, Tekin’e benim gönderdiğimi söylersin” dedi. Belli bir süre arka sayfada çizdikten sonra çizgilerim artık Avni’nin altındaki yarım sayfada, Hasbi’nin yanındaki dar sütunda ve derginin içindeki diğer yerlerde yayınlanıyordu. Oğuz Abi şimdi de Fırt’ta kadroya alındığımı müjdeliyordu bana.
Tekin Abi ile daha önce hiç karşılaşmamıştım. Herkes gibi ben de Fırt’ı ve yaptıklarını takip ediyordum. Cumartesi günü erkenden içimde pır pır eden hafif bir heyecanla Fırt’a gittim. Tekin Abi; “Ha, o sen misin, hoş geldin” dedikten sonra kısa bir konuşma yaptı; “Biz burada Fırt için çalışırız, Fırt’a özel espri buluruz. Gırgır’dan artan esprilerini falan verme buraya sakın, Gırgır ayrı biz ayrıyız” dedikten sonra da içeri geçip boş bir masaya oturmamı söyledi. Geleceğimden haberi olmuştu.
Tekin Abi’nin odası merdivenden çıkınca hemen sol taraftaydı. Sağa dönüp koridor boyunca yürüyünce karşıda bir oda, koridorun sonundaki bu odanın önünden sola dönünce de önce içinden geçilen ve oradan da sağdaki kapıdan dipteki odaya bağlanan küçük bir yer daha vardı. Burası bir kaç dolap ve büyükçe bir masa ile ıvır zıvırların konduğu ve sonradan da arşiv olarak kullanılan ufak bir alandı.
Gelir gelmez Tekin Abi’nin yanına gitmeden önce koridorun sonundaki odaya girmiş ve orada karşıma çıkan, sonradan Yazı İşleri Müdürü olacak olan Turhan Günay ve yardımcısı Muammer Barutçu’ya Fırt’a çağırıldığımı anlatmıştım. Muammer ile daha önceden göz aşinalığımız, tanışıklığımız vardı. Turhan Abi de kısa sohbetimizden sonra bana hoş geldin diyerek Tekin Abi’ye geldiğimi haber vermişti. Tekin Abi git bir yere otur deyince onların da beni sevmiş olduklarını umarak, kanımın kaynadığı bu ikilinin bulunduğu odada oturmak istedim. Öyle ki Turhan Abi ile otuz sene sonra Cumhuriyet’te kitap eki Cumhuriyet Kitap’ın yöneticisi olarak karşılaştığımızda, onca yıl hiç geçmemiş, sanki dün ayrılmışız gibi kaldığımız yerden devam etmiştik.
Turhan Abi onların bulunduğu odada yer olmadığını anlattı bana boş masaları göstererek. “Burası Mim Uykusuz’un, burada da Nuri Kurtcebe oturuyor. Diğer masaları da Muammer’le biz kullanıyoruz teknik ekip olarak” dedi “Geç vakit bir arkadaşımız daha geliyor ‘aptek’ için. Pikaj montaj hepsini bu masalarda yapıyoruz.” Bunlar hiç duymadığım ve anlamını bilmediğim kelimelerdi. Zamanla hepsini öğrenecektim. “Seni içerideki odaya alalım” dedi. Birlikte o odaya bitişik dipteki diğer odaya geçtik. Burası Polat Abi’nin, İsmet Abi’nin ve Tapa Abi’nin masalarının olduğu odaydı. Ben biraz erken gittiğim için henüz ortada pek kimse yoktu. Hayatım boyunca yeni işe başladığım bir yere hep erkenden, herkesten önce gitmişimdir. Cumhuriyet’te de öyle olmuştu, başka yerlerde de… Hatta askerliğim sırasında, yedek subay okuluna bile herkesten bir gün önce gitmiştim.
Turhan Abi odanın kapısından girince sol köşede duvar dibindeki masayı göstererek “Burada oturabilirsin” dedi. Burası hem Gırgır’ın hem de Fırt’ın çalışma mekânıydı. Pazartesiden çarşamba gece yarısına, hatta sabaha kadar Gırgır, cuma ve cumartesi günleri de Fırt kullanıyordu aynı masaları. Çalışanlar da hemen hemen aynı insanlar olduğu için sorun olmuyordu. Tapa Abi Fırt’a çalışmadığı için bugün gelmeyecekti. Polat Abi ve İsmet Abi ile diğer çalışanlar gelirlerdi birazdan. Nihayet bu isimlerle, hem de gerçekten onların yanındaki masada oturarak çalışma fırsatına ve mutluluğuna erişmiştim. Bu müthiş hayal gerçek olmuştu.
Turhan Abi’nin gösterdiği yere oturdum. Kalem çantamı çıkarıp masanın üstüne koyarak karşıdaki pencereden dışarı bakmaya başladım. Biz odaya girdiğimiz sırada karşı köşedeki, sonradan İsmet Abi’ye ait olduğunu öğrendiğim masanın köşesinde ayak ayak üstüne atmış dalgalı saçlı, yüzü sivilceli benim yaşlarımda biri oturuyordu. “Hoş geldin arkadaş” dedi “Yeni mi başladın?” Erdal Şahin adındaki bu arkadaş, İsmet Abi’nin en büyük yardımcısı, adeta sağ koluydu.
İleriki günlerde tanıdıkça, bu ikiliyi daha çok sevecektim. Erdal, Gırgır’ın çizgisi olmayan az sayıdaki espricilerinden biriydi. Seçme Saçmalar’dan TV’de Türk Sineması’na, kapak esprilerinden tek karikatürlere kadar bir çok karikatürde esprici olarak emeği vardı. İsmet Abi’nin yanına çivilenmiş gibi hiç kalkmazdı. Onun masası, İsmet Abi’nin masanın köşesindeki üçgen alandı. Bir elinde sigara, bir elinde kalem ayak ayak üstüne atmış vaziyette İsmet abi ile gülüşerek fısır fısır espri bulurlardı. Bazen beni çağırıp buldukları esprinin eskizini çizdirirlerdi. Hatta İsmet abi, espri Erdal’ın ise “Eskizin altına adını yazmayı unutma!” diye tembih ederdi.
İsmet Çelik bir eczacının yanında çalışırken Gırgır’a gönderdiği bir kaç kısa yazıyı çok beğenen Oğuz Abi tarafından dergiye getirilerek masa başına oturtulmuştu. Zamanla dergiye korka korka gelen gençleri rahatlatıp, rehabilite eden insan haline gelmişti. Derginin adeta gülen yüzüydü. Ben de tanıdıkça daha çok sevmiştim.
Çalışanlar birer ikişer gelmeye başlamışlardı. İçlerinden tanıdığım arkadaşlarla sohbet ederken, Turhan Abi ilk işimi getirdi. Halit Kıvanç’ın ‘Özellikle ve Güzellikle’ adlı köşesinin vinyetleriydi bunlar. Bu arada Tekin Abi’nin yanına gitmemi, onun da bana çizmem için bir karikatür eskizi vereceğini söyledi. 96. sayı için çalışıyorduk. O hafta iki tane karikatür çizdim. İkisinin de esprisi bana ait değildi, önceden herhangi bir şey söylenmediği için espri çalışması yapmamıştım. İlk defa başkasının esprisini çiziyordum ve ilk defa karikatürlerim renkli olarak yayınlanacaktı. İlk verdiği espride Nükhet Duru’nun kapı zilini soran adama diğer adam meme şeklindeki zili gösteriyordu. İlk hafta bu çizdiğimden utanmış da olmalıyım ki imza atmamışım. Arada kurşun kalemini Tekin Abi’ye göstererek sile boza karikatürleri çizdim.
Yavaş yavaş akşam olmaya, hava kararmaya başlamıştı. İşler hızla toparlanıyordu. Altan Abi, arada bir Ecevit’li kapağı çizdiği Tekin Abi’nin odasından çıkıp geliyor, milleti kahkahaya boğup gidiyordu. Polat Abi, bu sefer arka kapakta yer alacak olan karikatürünü çoktan bitirmiş, diğer karikatürüne geçmişti. O sırada birden odanın ışıkları söndü, ortalık iyice karanlık olmuştu. İster istemez ne oluyor diye ayağa kalktım, etrafımda sessiz bir koşuşturma da başlamıştı. Şaşkınlıkla olanı biteni anlamaya çalışıyordum. Odanın ortasında konuşmadan sessizce dikilen bir kalabalık oluşmuştu. Ben de aralarındaydım. “Bunlar da kim” diye yanımda dikilen adamlara dikkatle baktım, üzerlerinde mavi tulum vardı. Gazetenin üç kat altında, bodrumda çalışan matbaa işçileriydi bunlar. Bizim dergi çalışanlarıyla birlikte büyük bir kalabalık ses çıkarmadan topluca pencereye doğru bakıyorlardı.
Pencerenin öbür tarafında, gazete binasının yanında turistik bir otel vardı. Gazete binasıyla otel arasında aşağıda dağıtım kamyonlarının girebileceği kadar bir mesafe bulunurdu. Bu otelde kalan turistler çok rahat tavırlar sergiler, pencerelerin perdelerini falan hiç kapatmazlardı. O akşam da böyle bir şov vardı yani yan binada. Sıklıkla tekrarlanan bu olayın haberi bir anda üç kat aşağıda yer alan makina dairesindeki işçilere kadar bütün gazeteye yayılmış ve o yüzden küçücük odada adeta izdiham oluşmuştu. Benim başladığım güne de denk gelen bu olay, derginin ve gazetenin çok meşhur hadiselerinden biriymiş meğerse. Hatta bu durumdan rahatsız olan otel yönetimi çatıya gözcü yerleştirir, böyle durumlar tekrarlandığında gazete yönetimine şikayet edermiş. O gün ilk defa şahit olduğum bu ilginç olayın finali de tam bir mizah dergisine yakışır şekilde olmuştu. Temâşânın sonunda birden ışıklar yakılmış ve topluca karşı binadaki turistler alkışlanmıştı. Birden afallayan zavallı turist çift karşı pencereden kendilerini alkışlayan 25-30 kişilik kalabalığı görünce neye uğradıklarını şaşırmışlardı.
İlk günüm oldukça ilginç ve eğlenceli geçiyordu. Ortalık artık iyiden iyiye kararmış, gün geceye evrilmişti. Biraz gecikeceğimi eve haber vermek istedim. Her masada telefon yoktu. İsmet Abi’nin masasındaki telefonun başına gittim. Sordum, önce hat alman lazım dediler. Telefonu açtım ses yoktu, bir iki çevirdim, birisi çıktı “Hat istiyorum” dedim. Dalgacı bir ses “Ne atı, ne tayı kardeşim!” dedi. O sessizlikte odada çalışan herkesin bir kulağı bendeydi, en azından ben öyle olduğunu düşünüyordum. Kızara bozara, biraz da panikleyerek “Hat istiyorum, hat hat!” diye sesimi yükselttim. Bunun üzerine İsmet Abi “Ver bana” diyerek aldı telefonu ve “Alo burası Fırt dergisi” dedikten sonra dinleyip kapattı. “Karşıdaki adam ‘Vaay Fırt, naber ya!’ diyor, sana hat vermişler ama anlamamışsın, bu arada başka bir yerin numarası düşmüş, bize de oluyor bazen” dedi.
Derginin gülen yüzü İsmet Abi, böylece kendinden beklenildiği gibi, adeta beni de rehabilite ederek rahatlatmış ve içine düştüğüm ruh halinden kurtararak dergiye başladığım ilk günümde kahrımdan ölmemi engellemişti.
Nuri Berkan Canibey 6 karikatür yolladı
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.