34,3522$% 0.36
37,1097€% 0.07
44,6252£% 0.24
2.987,45%0,40
2.705,25%0,03
8.946,13%0,95
Kalamış koyunda oturmuş denize bakıyorum. İki genç kız yanımdaki kanepeye çöküyorlar. Biri denize bakıyor ve Türkçeyi katlederek konuşuyor. Onların dilinde ne kadar noktalı harf ve ince ünlü varsa imha edilmiştir.
“Gasmısta burada danıza gırıyolamıss, bılıyon dı mı?”
Çeviri: Geçmişte burada denize giriyorlarmış, biliyorsun değil mi?
Dinleyen, midesi bulanmış gibi yaparak cevap veriyor.
“Cıddı olamasssınn! Saka dı mı?”
Niye yalan söyliyeyim biraz alındım ve açıklama yapma gereği duydum. “Şaka değil” dedim. “Hayatı bu suların içinde geçmiş bir kuşağın delikanlısı idik. Sadece yüzmüyorduk. Dalıp çıkarken, aynı zamanda çok su içmişliğimiz de vardır.”
“Kız ıçıyolamıss da. Ayyy ınanmoorum”
Öteki kız alı al moru mor yalvarır gözle yüzüme baktı.
“Cıddı olamassınıs. Ama bu saka dı mı?”
…
1960’lı,70‘li yıllar… Ege ve Akdeniz’e gitme ihtiyacımız yoktu. İnanın Bodrum‘u 80’ler ve sonrasında tanıdık. Moda’dan Fenerbahçe’ye, oradan Caddebostan, Suadiye ve Bostancı’ya kadar bu sulardaydık. Yalan değil ha, dalıp çıkarken çok su içmişliğimiz vardır. Koleranın yanımıza hiç uğramaması, Corona’nın bizi es geçmesi Kurbağalıdere suyu sayesindedir.
Moda ile Fenerbahçe arasında kalan Kalamış koyuna yüzmek için değil de midye çıkarmak için gelirdik. O zamanlar bugünkü kadar kirli değildi ama yine de denize giren sayısı azdı. Daha çok kumun üzerinde güneşlenenler, şemsiye altında sohbet eden yaşlı hanımefendiler ve bizim gibi midye avcılarının uğrak yeriydi. Sandalların da sığınağı gibiydi.
Kalamış vapur İskelesi ayrı bir güzellikti bizler için. Vapurun uğramadığı zamanlarda hayatımız orada geçerdi. Sahilden denize girmek bizim için zordu. Denizin içinde epey yürüyeceksin, ayağına batacak kırık cam şişesi riskini göze alacaksın, ayrıca suya dalana kadar titreyeceksin.
“Bu suların gençleri bizlere yakışır mı bu?” der, soluğu Kalamış vapur iskelesinin üzerinde alırdık. Yolcuları koruyan yan korkulukların üzerine çıkar, oradan denize atlardık. Hem orası çok derindi hem de midyenin ana kaynağı oradaydı. İskeleyi taşıyan ayaklar iri midyelerle doluydu. Elimizi kese kese toplardık da toplardık. Şimdi düşünüyorum da aç gözlüydük be! Topladığımız midyelerle Çin ordusu doyardı da gözümüz doymazdı.
…
O gün muhitten dört kişi gelmişiz. Karşı bakkaldan altı-yedi ekmek almışız. Hani ne olur ne olmaz, işi sağlama alalım da… Muhit çocuğuyuz; makarnayı, pilavı ekmekle yiyen kuşağın mirasıyız.
Kıyıda ateş yakacağımız yer hazırdı zaten. Çünkü iki,üç günde bir buradayız. Hafif çukur kaz, içine çalı çırpı, odun parçası, ağaç dalı doldur. Etrafına birkaç tuğla yerleştir. Üstüne de teneke koyduk mu iş tamam. Mangalımız bu!
Midyeleri tenekenin üstünde kızartmaya başlamıştık bile. Kendi tuzlu suyunu salmakta ve lezzete lezzet katmakta. Evde bu lezzete asla ulaşamazsınız. Beklemekteyiz. Nihayet midyelerin ağzı açılmakta ve portakal rengine dönüşmüş et parçası gözükmektedir. Aman Allah’ım durmak ne mümkün. Birbirimizin hakkına saygı göstermek mi? Yok öyle efendilik falan… Saldıracaksın midyelere. ‘Sen on tane aldın, ben dokuz tane aldım’ kavgası, işin olmazsa olmazı. Tadı tuzu…
Tarihten miras kalan yağmacılık genlere işlemiş bir kere, ne yaparsın?
…
Karaya çekilmiş bir sandala sırtını dayamış bir adam dikkatimi çekti. Çömelmiş, tespih çekiyor, bir yandan da bize bakıyordu. Orta yaşlarda biri. Yüzünde bir haftalık sakal var. Biz mayo ile oturuyoruz. Onun üzerinde bir ceket var. Ceketin içinde kazak ve yün gömlek var. Mevsim yaz, aylardan temmuz…
O sırada adamın yanına biri geliyor. Üstü başı, kireçli. badanalı, tozlu, topraklı. “Akşam saat sekizden sonra gösterdiğim inşaata gel” diyor. “Sana yatacak yer ayarladım. Kalfa ile konuşur, sana bir iş ayarlarız” “Para” diyor bizimki… “Valla bugün vermedi, bende de yok. Ama yarın mutlaka verir. Sen de sık dişini, idare et! Ne yapalım. Yarına Allah kerim” diyor ve sağ tarafa doğru, gösterdiği inşaata gidiyor.
Bizler midyelere öyle bir yumulmuşuz ki gözlerimiz az ileride güneşlenen kızları bile görmüyor. Ben hariç. Çünkü dikkatim bu temmuz ayında yün ceketle oturmuş adama yoğunlaşmıştı. Dolayısıyla çevreyi de görebiliyordum.
Adam sürekli bizi izliyordu. Niye ki? Bir ara ayağa kalktı. Yanımıza gelir gibi yaptı. Sonra vazgeçti ve yerine döndü. Yine bize bakmaya başladı. Sonra dayanamıyor olacak ki, yanımıza geldi. Doğu şivesiyle…
“Afiyet olsun” dedi. “Kusura bakmayın gençler. Merak ettim. Nedir o yediğiniz?”
“Midye.”
“Hiç yemedim, nasıl bir şey o?”
Birbirimize gaddar, lakin misafire sonsuz hoşgörülü insanlarız.
“Buyurun! Yiyin ! Belki seversiniz.”
En güzel pişmiş midyeyi adama uzattık. Aldı ve gösterdiğimiz şekilde, küçük otunu dişleriyle çekip kopardı ve yemeye başladı, Yüzüne baktım, pek hoşlanmamıştı sanırım. Çiğnemeye çalışıyor gibiydi. Beklenmedik şekilde “Bu ne kadar güzel bir şeymiş yahu!” dedi.
Bizimkiler çok sevindi.
Adam “Bu ekmekle de yenir mi?” diye sordu.
“Esas ekmekle yenir.” dedik. “Ekmek bol. Ne kadar istersen alabilirsin ağabey”.
Adam ekmeğe baktı.
“Az önce yemek yemiştim halbuki. Bu insana bir ekmek yedirir be çocuklar”
“Dedik ya ekmek bol diye ağabey. Al bir ekmek”
…
Ben hâlâ şaşkınım bu kadar çok sevmesine. O bir midyeyi zar zor yutmaya çalışmıştı. Bir ekmeğin arasını midye ile doldurduk ve verdik. Adam gitmeye başladı, arada arkasına bakıyor. Bir baktım ekmeğin içindeki iki üç midyeyi orada gördüğü bir tenekenin içine attı. Atarken de tekrar arkasına baktı.
“Bizimkiler mal kavgasında. “Pişmişi sen aldın, bana çiğ olanlar kaldı…”
Gözüm adamda… Aynı işlemi ekmeğin içindeki midyeleri temizleyene kadar sürdürdü. Ondan sonra ekmeğine yumuldu.
…
Belli ki ekmek alacak parası dahi yoktu. Ama gururundan ödün vermek istememişti. Dilenmemişti de…. Günlerdir iş arıyorum demişti zaten.
Akşamleyin babamın yüzüne bakmış durmuştum. Babam “Niye bakıyorsun oğlum öyle yüzüme” deyince olayı anlatmıştım. O da bana “Daha gençsin oğlum ama hayat sana bir ders sunmuş” dedi.
“Bak oğlum” diye devam etti. “Her şey bir ekmek için. En azından karnını doyurmak için. Bütün acılara dayanılır, yeter ki ekmeğin olsun. Bu yüzden insanlar önce ekmek parasının peşinde koşarlar. Lakin siz bugün daha büyük bir şey yapmışsınız. Ekmeğinizi paylaşmışsınız ki paylaşmak ekmekten daha tatlıdır.
Lütfi Acun yazdı: Meyhanenin içindeki kilise
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.