DOLAR

34,7524$% 0.04

EURO

36,6379% 0.25

STERLİN

44,1954£% 0.37

GRAM ALTIN

2.964,13%0,46

ONS

2.654,18%0,47

BİST100

9.886,05%0,60

İmsak Vakti a 06:34
İstanbul HAFİF YAĞMUR
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a

Lütfi Acun yazdı: Meyhanenin içindeki kilise

ad826x90
ad826x90
ad826x90

Eva abla, madam Sofya ile bahçede sohbete dalmıştı. Konu derin olmalı ki Eva abla kimse duymasın diye fısıltıyla konuşmaya çalışıyordu. Lakin madam Sofya kulakları az işittiği için bağırmak zorunda kalıyor, tül perdeler arkasına gizlenmiş meraklı komşular bu sayede dedikodusuz kalmıyordu. Madam Sofya altmış yaşları civarında olup, gözaltı torbaları ve buruşmuş yanakları nedeniyle yaşından çok daha büyük gösterirdi. Sandalyede genellikle hiç kıpırdamadan iki büklüm oturur, biz onu o şekilde görünce, antikçağdan kalmış heykellerden biri sanırdık.

ad826x90

Eva abla ise mahallemizin en güzel kızıydı. Yirmi beşli yaşlardaydı. Uzun siyah saçlarını topladığında kuğu gibi uzun boynu ortaya çıkar, kutsal bir emirmiş gibi, hiç kıpırdamadan onu izlemeye dalardık. Hele kapısının önünü yıkarken sokağın yeni yetmeleri olan bizlere gün doğardı. Tam karşısındaki evin basamaklarına oturur, sessiz film oynuyormuş gibi yapar, onu seyre dalardık. Bir yandan da harikulade sesiyle söylediği Rumca şarkıları dinler, gerçekleşmesi pek de mümkün olmayacak Eva ablalı hayalleri kurardık. Madam Sotiri’nin balkondan yükselen kart sesiyle gerçek dünyaya dönerdik.

“Kes kız karga gibi sesini… Güzelim şarkının içine ediyorsun.”

Kargaları sevmemiz biraz da bu nedenledir.

ad826x90

Lakin son günlerde Eva abla durgunlaşmıştı. Pek konuşmaz, hatta kapı önünü bile pek yıkamaz olmuştu. Öğrendik ki Gökçeada’da oturan Aleko adlı bir sevgilisi varmış. Hatta adada söz bile kesmişler. Lakin ne olmuşsa olmuş, Aleko Eva’yı terk etmiş. Cumbalarda dolaşan dedikodular böyleydi.

ad826x90

Bahçe çok sessizdi o gün. Eva abla, iskemlede oturan madam Sofya’nın dizlerinin dibindeki mindere çöktü. “O kadar heyecanlıyım ki Sofya teyze…” dedi.

“Deli kız! Aşk acısı nedir biliriz. Biz de genç olduk. Öyle bir acıdır nefes alamazsın. Gözlerinde hep akmayan bir damla yaş ile dolaşırsın. O yaş akmaz, çünkü gururun buna izin vermez. Terk edilen değil, terk eden sensindir. Söylediğin bu yalana sığınmak bile canını acıtır.”

Madam Sofya,  Eva ablanın elleriyle yaptığı ‘ sessiz ol’ işaretlerine aldırış etmeden aynı ses tonuyla konuşmaya başladı.

ad826x90

“Ama seni göndereceğim ayazmada takdis edilmiş sudan bir avuç içersen sevdiğine kavuşursun, merak etme..”

“Yıllar önce bir gece vakti balıkçılar Moda iskelesinin ön taraflarında avlanıyormuş. İşte tam o sırada karşısındaki kayaların içinden göğe doğru fışkıran bir su görmüşler. Ama ne fışkırma? Kimi zaman göğe ulaşmak ister gibi yükseklere çıkıyor, belki ona sarılıyor belki de öpüyor, sonra geri dönüyormuş. 

Ürkmüşler. Balık tutmayı bırakıp evlerine dönmüşler.Ama daha sonraki gün geldiklerinde bu suyun aynı şekilde göğe yükselerek akmaya devam ettiğini görünce etkilenmişler. Nedenini ve kaynağını merak etmişler. Yetkililere duyurmuşlar ve burada kazı yapılmış. Kazı derinleşince buranın eski bir kilise olduğu anlaşılmış, ayrıca bir Aya Ekaterini ikonuna da rastlanmış. Kalıntı hemen koruma altına alınmış. Küçük bir onarımdan geçirilmiş. Üzerine ahşap bir yapı inşa edilerek, Ortodoks Rum Kilisesi olarak ibadete açılmış. Her pazartesi bir papaz gelir; dualar okunur, dilekler tutulur, mumlar dikilir olmuş. Bir de ne görsünler tutulan her dilek gerçekleşmiş. Ancak sadece bir dilek tutmak şartıyla…”

ad826x90

O sabah Eva abla elimi tuttu. “Yürü” dedi “Moda’ya doğru gidiyoruz.”

İnanamadım önce. Dün Aleko’dan ayrıldı. Dün bir, bugün iki… Ne de çabuk sevdalandı bana.. Belki de benim yüzümden ayrıldı o Aleko denen delikanlıdan. Aramızda beş yaş fark olsa da farketmez benim için. Kabulüm yani… ‘Gene rüyada mıyım?’ diye kendime soracaktım ki kafama yediğim bir şaplakla kendime geldim. Eva’nın eli bayağı sertmiş!

“Ne o? Ağzı açık salaklar gibi düşünüp duruyorsun? Önce o ağzını kapat ve yürü gidiyoruz. Merak etme annenle konuştum ben.”

Moda’daki Aya Ekaterini ayazmasına gidecekmişiz. Nedense tek başına gitmek istememiş. Anlaşılan yanında bir delikanlı olsun istemiş. Koruma gibi… Lakin bu Aya Ekaterini kilisesine gitmek de nereden çıktı? Kadıköy’de kilise mi yok?

Hepsi güzel, hoş da… Madam Sofya kilisenin adresini de doğru dürüst tarif  etseydi ya… Muhitten çıkalı çok oldu ve biz hâlâ sağa sola adres soruyor, yürüyoruz da yürüyoruz. Lakin Aya Ekaterini ayazmasının ve kilisesinin yerini  bir türlü bulamıyoruz. Ahmet Muhip Dıranas’ın Fahriye ablası nasıl ki bir Erzincanlıya varmışsa, Eva da Aleko adlı bir Gökçeadalı’ya varacak gibi. Bizim mahallede sabah akşam konuşulan mevzu bu. Aleko, Bakkal Panayoti’nin yeğeniydi. Amcasını görmek bahanesiyle haftada bir kez bizim mahalleye gelmeye başlamıştı. Amca bahane, Eva abla niyet idi anlaşılan.

Ancak bir aydır Gökçeada’dan bizim buralara gelmez olmuştu. Evlerin cumbalarından yapılan kadınlar arası istişarelerden edindiğimiz bilgi o ki, araları açıkmış. Acaba kiliseye gidiş nedenimiz o mu? Demek ki bunların işi Tanrı’ya kalmış. Gel de sevinme.

Ben bunları düşünürken, Eva abla hâlâ adres soruyor. Moda Vapur iskelesine kadar iniyor, tekrar yukarı çıkıyoruz. Lakin tarif edilen yere geldiğimizde karşımıza hep Moda Park Lokantası yazılı bir yer çıkıyor yani Koço Restaurant. Adres doğru olmasına doğru da, ortada kilise falan yok. Lokantanın sağına, soluna, yukarısına, aşağısına bakıyoruz. Tarife göre burada olması lazım. Tekrar Moda iskelesine yürüyor, deli danalar gibi dolaşıp duruyoruz. En sonunda lokantaya sormak geliyor Eva’nın aklına…
Lokantadan içeri girip biraz ilerliyoruz. Kucağında büyücek bir tepsi ve içinde koca et parçaları bulunan suratsız birini görüyor ve ona kiliseyi soruyoruz.

“Gir içeriye. Peşimden bahçeye doğru gel. Sana orada göstereyim” diyor.

Eva abla ürküyor, elleriyle ağzını kapatarak bir sessiz çığlık atıyor. Sonra da elimden tutuyor “Çıkalım buradan“ diyor. Ben neden burada olduğumu kanıtlamak için “Korkma” diyerek Eva’nın önüne geçiyorum. Adam elinde et dolu tepsi ile durmuş, hâlâ bize bakıyor.

“Kiliseyi sormadın mı? Ne dikiliyorsun orada. Geleceksen gel” diye bir de posta koymuyor mu?

Eva abla bu kez kararlı. “Terbiyesiz herif” diyerek elimden tutuyor ve uzaklaşmaya çalışıyoruz. Tam çıkacakken “Kimi soruyorlar?” diye gür bir ses geliyor, arkalardan bir yerden. Dönüp sesin geldiği yere baktığımızda, epey ileride balık ayıklayan, sebzeleri temizleyen, soğan, patates soyan bir grup çıkıyor.

Bir de ne görelim? Soruyu  soran kişi Kaptan amca. Hani her pazartesi ve cuma günü evde temizlikçi kadın çalıştığından, evde oturmayıp Koço’nun meyhanesine takılan komşumuz vardı ya… İşte o! Lakin içmiyor, resmen çalışıyor. Eva’yı görünce temizlediği balığı yere bırakıyor.

“Hayırdır? Ne işin var senin burada kızım?”

Aya Ekaterini Kilisesini aradığımızı, tarife göre buralarda bir yerde olması gerektiğini, lakin bir türlü bulamadığımızı söylüyoruz. Gülüyor.

“Doğru yerdesiniz” diyor. Kilise burada..”

Meyhanenin içinde kilise…

Deminki adam gibi Kaptan amca da bizimle dalga geçiyor diye düşünüyoruz. Mahalleyi işlettiği çok olmuştur.

“Evet meyhanenin içinde kilise. Dünyada tek.”

Kaptan amca nasıl gideceğimizi de tarif ediyor ve arkasından ekliyor.

“Dileğinizi tutun ve yukarı gelin. Misafirimsiniz.”

Kaptan amcanın dediği gibi önce lokantanın bahçesine çıkıyoruz. Hemen yanından, tuvaletlerin olduğu tarafa dönüyoruz. Yüzümüzü deniz tarafına veriyoruz. Küçük bir demir parmaklık görüyoruz. Sağ tarafta bir merdiven var. İki basamak düz sonra beş, altı basamak sağa ve aşağıya doğru iniyoruz. Ayazmanın kapısı çıkıyor karşımıza. Şükür kavuşturana. Onca yol, onca zamandan sonra kiliseyi buluyoruz.        

Dışarıdan bakıldığında küçücük ve loş bir oda görünüyor. Yanan mumlar var içerde. Ben önce girmek istemedim. Çok loş ya. Ama Eva abla ısrar edince içeri giriyoruz. O kadar küçük bir yer ki şişman Sotiri teyzeden iki tane olsa, buraya sığmaz. Dikkatimi çeken ilk şey odada bulunan bir çeşme. Burada yaşayan biri mi var diye düşünüyorum.

“Ayazma” diyor Eva abla. ”Kutsal su o!“

Üzeri mermer taşlarla kaplı masada, iki tane içi kum dolu dikdörtgen kutu var. Mumlar oraya ziyaretçiler tarafından dikilmiş ve hâlâ yanıyor. Ben yanan mumlardan birini üfleyerek söndürmek ve bir dilek tutup tekrar yakmak istiyorum. Eva abla elime vurarak mani oluyor. Çantasını açıyor ve içinden dört tane mum çıkarıyor. Rumca bir şeyler söylüyor. Sonra iki mumu yakıp kuma dikiyor. 

Nedense Eva abla bakana kadar duvardaki resimler dikkatimi çekmemişti. Halbuki ilk gözüme çarpan resimler olmalıydı. Çünkü küçücük odanın duvarı yokmuş da resimlerden bir duvar örülmüş gibiydi.
Tam karşımızdaki büyükçe resmin çerçevesi kıymetli bir madenle işlenmiş gibiydi. Parlak gümüş rengi gibiydi sanki. Resme dikkatlice baktığımı görünce Eva abla kulağıma fısıldıyor.

“Aya Ekaterini ikonası bu işte. Hadi dilek tutalım. Çocuklarınki daha çabuk kabul olurmuş. De ki Eva ablanın dileğini kabul et Tanrım. Bunu çocuk yüreğimle istiyorum de.”

İşim gücüm yok ta, Eva abla Gökçeadalı ile evlensin diye dua edecektim ve dilekte bulunacaktım ha! Hadi oradan… Ona aşık olduğumun farkında bile değil. Ona hayranlıkla bakışlarımdan hiç mi anlam çıkartamıyor? Anlasa o Aleko denen kazma ile barışması ya da tekrar bir araya gelmesi veya ne bileyim işte evlenmesi için benim dilek tutmamı ister miydi.?

Eva abla dileğini tuttuktan sonra kiliseden lokantaya doğru, yani merdivenlerden yukarı çıkmaya başladık. Kaptan amca bizi bekliyordu. “Gelin bir şeyler için” diyerek davet etti. Bana gazoz, Eva ablaya kahve geldi. Kaptan amca şarabından bir yudum daha aldı.

“İnancına sonsuz saygım var kızım” dedi. “Lakin bir insan niye dilek tutar da bir mucizeden umut bekler. Ya şifası olmayan bir hastalığa yakalanmıştır, tıbbın çaresiz kaldığı noktada, derman aramaya gelmiştir. Ya da asla kazanamayacağı miktarda parayı piyangoda bulmak için… Yani şansın mucize.

“Ailecek sağlığımız yerinde. Maşallah turp gibiyiz. Parayla da pek işimiz olmaz. Aç açıkta değiliz şükür. Benim de mucizelere ihtiyacım yok Kaptan amcacığım.”

Kaptan amca teşhisi koymuş doktor edasıyla tedaviye başladı.

“Geriye ne kalıyor? Gönül işi.”

Eva abla cevap vermedi. “Bak kızım“ dedi. ”Gönül işinin mucizelere ihtiyacı yoktur. Sevmenin kendisi zaten bir mucizedir. Bir insana tutkuyla bağlanmak, dünyaya ve tüm insanlara onun gözüyle bakmak… Onsuz onla konuşabilmek mucize değildir de nedir? Senin yerinde olsam…”
“Benim yerimde olsanız?“
“Yüreğini değiş tokuş yaptığın birine kavuşmak için çözümü kilisede, camide, sinagogda aramam. Sevdamı sana bir nefes kadar yakında olan Gökçeada’da ararım. Çünkü sevgi fedakarlık ister. Ayrıldığında dönüp de hâlâ arkana bakıyorsan, bil ki ona verdiklerini iade almak istememişsin demektir. Onun sana verdiklerinin de, sen de kalmasını istemişsindir. Unutma ki alıp verdiğin de sıradan bir organ değil. Kalp yani yürek… Yokluğu insanı götürür.”

Şarabından bir yudum alırken ben de gazoz şişesini diktim kafaya.

“Mutluluk özel değil geneldir bilir misin? Birinin mutlu olması başkalarının da mutlu olmasına vesile olur. Sen hasret kokuyorsun güzel kızım. Kaldı ki hasret kokusu güzeldir. Lakin o kokuyu herkes duymaz. Karanfil değildir, gül değildir. Hasret kokusu burnuna dayayıp  koklanmaz. Gözler kısılır, derin ama çok derin  bir nefes alınır, verirken ise sanki can gider.”
“Dış görünüşünüzle iç dünyanız ne kadar da farklı.”
“Birisi dümenden diyorsun yani “
“Dış görünüşünüze saygı duymak, iç dünyanıza aşık olmak desem…”
“Bu kadar güzel lafları güzeller güzeli bir kızın ağzından duymak… Kim tutar şimdi beni! Sen iste, Gökçeada’yı sırtıma alıp buraya getirir, Haydarpaşa mendireğinin önüne bağlarım. Yeter ki sen iste güzel kızım.”

Bir hafta sonra idi galiba. Eva abla ile yine Aya Ekaterini kilisesine gittik. Koço lokantasına girdiğimizde, Kaptan amca üstünde yine kirlenmiş bir önlük, boynunda şık kravat ile yine karşımızdaydı. Ancak farklı olarak bu kez yanında Aleko da vardı. Kaptan amca gülümseyerek Eva ablanın kulağına fısıldadı.

“Senden birkaç gün önce de Aleko gelmişti buraya.

Fotoğraflar: Lütfi Acun

ad826x90
ad826x90
YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

Sıradaki haber:

Öfkenin freni gülümsemektir

HIZLI YORUM YAP

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.