Ebru Sungur yazıyor: “Bir an”
Midesinin yükselip ağzına kadar geldiğini hissetti. Kustu. Sabaha karşı içtiği son şişe, safrayla birlikte lavabodan aşağı akmıştı. “Ziyan oldu” diye düşündü.
Midesinin yükselip ağzına kadar geldiğini hissetti. Kustu. Sabaha karşı içtiği son şişe, safrayla birlikte lavabodan aşağı akmıştı. “Ziyan oldu” diye düşündü.
Biralarımızı açtık. Yol boyu karşılaştıklarımızı konuşurken denizde yine yunuslar belirdi. Bu kez üç dört tane. Atlaya hoplaya önümüzden geçip gittiler.
90’lardan bu yana hiçbir şeyin değişmemesini beklemiyorum tabii ki. Kaldı ki Taksim’e 20 – 25 yıl sonra ilk gidişim de değil.
Alkollü içkilere bir gece önce gelen ÖTV zammıyla mekanda bira fiyatı, konser biletinin yarısına ulaşmıştı.
Kağıda sığınmak… Yalnızlığını bir parça kağıtla örtmek… Bazen okuyor gibi, bazen yazıyor gibi yapmak… Okur yazar yalnızların kurtarıcısı kağıt. Hararetli sohbetlerden, uçuşan kahkahalardan sürülmüşlerin sığınağı...
Dilek olduğu yerde kalakaldı. Hasan’dan ilk tokadı yediği andaki gibi kaskatı oldu içi. Ne bir şey söyleyebildi, ne ağlayabildi.
"Bir gün dört yazar da dosya gönderdi. Yani daha önce de dördünün birden dosya gönderdiği günler olmuştu ama bu kez dördü birden aynı dosyayı gönderdi."
“Ne kadar sürüyor ki” diyorsun, “Birkaç dakika, bilemedin yarım saat”. O süre böceğin bütün ömrünün yarısıydı belki de.
Sokağa fırladı. Sağa döndü. Koşuyordu. Caddeye çıkan köşede durdu, geriye baktı. Taa ötedeki karaltı… Kesin O’ydu.