34,3620$% -0.05
36,5277€% -0.04
43,8716£% -0.02
2.880,18%0,28
2.610,89%0,45
9.226,86%-0,54
Digitale pirince giderken; evdeki bulgurdan olmak diye tanımlıyorum içinde bulunduğumuz durumu.
Herkesin malumu televizyonlardaki diziler uzun yıllardır yurtdışı satışlara endeksli. Şilili “hacı teyzeler” bizim dizileri üç otuz paraya satın alıp gözyaşları içinde seyredebilsin diye hesap yaparken, evdeki genç ve orta yaşlı seyirciyi (ABC1) digitallere kaptırdı televizyon kanalları bir süre önce. Proje satış aşamasında TV kanallarının en önemli sorusu, “Bunu yurtdışında kaç ülkeye satabiliriz şekerim?” oluyordu her seferinde.
Çünkü ülkemizde yapılan dizilerden ne yapımcı ne de kanal para kazanamı- yor. Oyuncular, yaratıcı ve teknik ekiplere paralar dağıtıldıktan sonra yapımcılara ve kanallara, “Seyahat ya Resulullah” diyen Evliya Çelebi gibi uzuun yollar görünüyordu. Yurtdışında dizisini satamayan yapımcılar ve kanallar ise bölüm başı 1 milyon TL zararı göze almak zorunda kalıyorlardı. Bu nedenle de -istisnalar olsa da- kanallar haklı olarak reklam gelirinin üzerinde bir para vermek istemiyorlar dizilere. Öyle olunca da yurtdışı satış garantili projeler ve satış garantili yıldızların yıldızı parlıyordu pazarlıklarda… Yeni ve değişik fikirlerin pek kıymeti harbiyesi yoktu anlayacağınız, hâlâ da yok… Hatta işi garantiye almak için Kore yapımı reyting kazanmış dizileri alıp uygun oyuncularla yeniden çekerek piyasaya sürme işlemi bir hayli tuttu ülkemizde. Bir ara dikkatli bakınca bütün yerli dizi yıldızlarının özellikle kadınlarının gözlerinin çekik olduğu dikkatimi çekti.
Bir süre sonra da buldum nedenini.
Satış için getirilen bu Kore dizilerini kanaldaki yöneticiler de YouTube’dan izliyorlardı. Dizinin “remake”ini yapıcam dediğinizde kanal yöneticisinin casting konusunda kafası netti zaten. O karakteri hangi çekik gözlü kadın veya erkeğe oynatacaklarını biliyorlardı.
Çekik gözlü yıldızlar dönemi böyle başladı işte. Sadece gözleri çekik ve dizinin orijinalindeki Koreli kıza benziyor diye onlarca kişi ünlü oldu bu ülkede Allah sizi inandırsın. Fakir ama şımarık ve sarsak çekik gözlü kızların, olgun ve zengin, tercihen köse patronu veya patronunun oğlu ile aşklarını izledik uzun yıllar boyunca. Yurtdışına dizi ihracatı ile övünen hükümetlerin, RTÜK aracılığı ile dizilere dünyayı dar etmesine rağmen nükleer savaştan sonra ayakta kalan “kakalaklar” misali boşluklardan sızıp dünyaya ulaşmayı ba- şarıyordu dizilerimiz. Diziler yurtdışına satıldıkça “Nasıl olsa satarız, oradan gelen parayla kurtarırız abi” denilerek ücretlerde gaza basılıyor, paralar önden harcanıyor, Koreli yapımcılara avanslar veriliyor filan derken maliyetler az önce söylediğim gibi kanalların ve yapımcıların boyunu aşan bir noktaya geliyordu. Ve televizyon seyircisi Korece konuşmaya başlamak üzereydi ki süvariler çıkıp geliverdi ansızın.
Digitaller… Digitallerin gelişi, Kore ile Ürgüp arasına sıkışmış, Ortadoğu’da “layığını” bulmuş Türk dizi sektörüne alternatif bir yön gösterici olabilir miydi peki? BluTv nin “bağımsız sinemavari” atakları, bu sefer olacak galiba iyimserliğine sürükledi dizi severleri.
Diğer digitaller ise ellerindeki parasal güce güvenerek yıldızlara diktiler gözlerini. Dizi satışlarıyla yaban ellerde bu kadar ünlenmiş isimler varken kimse isimsiz neferlere, yeni yeteneklere yönelmedi. Hatta bir digital platform “Yeter ki başka yerde işleriniz olmasın. Al sana para, güle güle harca, benden de bir ara proje bekle, öptüm canım görüşürüz” transferleri yaptı açılışta.
O yıldızların birçoğunun dizisini de göremedik zaten. RTÜK’le ütülenmiş yaratıcı beyinlerimiz başkasını bilmediği için gerçeküstü dünyaya el attılar. Yurtdışı satışları iyi giden parlak bir yıldız, biraz küfür, bol alkol, bol öpüşme, mebzul miktarda cinsellik yetiyordu digitallerde ön sıralarda yer almak için.
Digitallerde yayınlanan ilk dizimiz oldu Hakan Muhafız. Uzaya füze göndermiş, Togg ile hiç duraksamadan İstanbul-Antalya yapmış, geçmediğimiz köprülere para vermiş kadar sevinmiştik.
Çağatay Ulusoy ve İstanbul’u bir araya getirip gerçeküstü bir İstanbul Masalı ile başladı yolculuk.
Sonra yoldan gönüllü çıktık… Mecburduk buna biz… Yurtdışına dizisi satılmış birkaç oyuncuyu koltuğunun altına alan, “Bir projem var ama sadece oyuncuları belli dayıoğlu” diyerek dayandı digitallerin kapısına. Proje de buydu zaten: Yıldız oyuncular… O kadar…
Türkiye’de üretilen yerli digital dizilerde Türkiye ve Türkiye’nin sorunları unutulmuştu. Elin İsveçlisi burnumuzun dibindeki İŞİD gerçeğini ekranlara nefis bir şekilde aktarırken (Khalifat), biz gözümüzü dünyayı kurtaran profesörlere dikiverdik. Üstelik yüzlerce akademisyenin kararnamelerle işsiz bırakıldığı, hayvanat bahçesi müdürünün bir imza ile TÜBİTAK’ın başına atandığı güzel ülkemin bilim adamları dizilerde dünyayı kurtarıveriyordu.
“Kulüp” dizisi ile bir ara yeniden umutlanıverdik ama çok uzun sürmedi. Yerellik daha çok Isparta kilim deseni tadında turistik bir arayıştı yaratıcılar için. Kapalıçarşı+1 star, Göbeklitepe+2 star derken Türk oyuncularla adeta Norveç’te geçen gerçeküstü, küçük burjuva bunalımlı projeler birbiri ardına doldurdu digital ekranları.
Ne de olsa dabbeli cin projelerinde de ustaydık… Bu “yaratıcı projeler” izleyiciye aykırı gelmiş olacak ki “yoga” konulu romantik komedilere döndü ibreler. Yüzde 70’i yurtdışında yaşamak ve çalışmak için ülkeden kaçmayı isteyen gençli- ğe “Ayvalık’a gidip ayurveda seanslarına katılırsan, Türkiye yaşamak için hiç fena bir memleket değil ey genç” mesajı mı veriliyordu ne? Kaldı ki her sene 1000’e yakın kadının öldürüldüğü güzel ülkemde kadınların başka da sorunu yoktu zaten… Kadın cinayetlerinden, İstanbul Sözleşmesi’nden, LGBT-İ baskısından bir proje ve icat çıkarmak gerçekten gereksizdi çünkü.
Tam bu sırada bişey oldu. Bizim ülkemize satacak projeleri kalmayan Koreliler kendi sorunlarına döndüler.
Yıllar önce Show TV’de yaptığım “yoksul adamın bütün ailesini zengin bir villaya çalışan olarak yerleştirmesi” hikâyesini benden yıllar sonra çarpıcı bir şekilde işleyen Kore filmi “Parasite”in Oscar alması da bu yolu açmış olabilir!
Velhasılı kelam yüzde 20 istatiksel işsizliğin olduğu, dört kişinin asgari ücretle çalışarak sadece yoksulluk sınırına ulaşabildiği güzel ülkemde kimsenin aklına gelmeyen bir proje Korelilerin aklına geldi. Squid Game…
İşsizlik ve yoksulluk sarmalında ölümü göze alarak bir oyuna dahil olan Korelileri seyretti bütün dünya. “Biz de Ayvalığa yoga kurslarına gidearken yolda seyrettik şekerim çok vahşiydi yanııı”… Koreli yapımcılar bu dizi ile tüm dünyaya yerelden genele çıkmanın dersini verdiler adeta. RTÜK baskısı olmadığı için atağa geçen Kore, yaratıcılık anlamında aynı ekonomik sıralamada olduğu gibi birkaç sıra önümüze fırladı. Yalı+Ürgüp+2 yerli star kullanarak yapılması düşünülen digital diziler şöyle bir sarsılıverdi. Üstelik aradan geçen bu zamanda su akmış yolunu bulmuş, televizyon kanalları digital kalitesinde çekilen ve kendini konuşturan de- ğişik işleri (Kızılcık Şerbeti, Yargı, Ömer, Gelsin Hayat Bildiği Gibi, Yüz Yıllık Mucize) ekranlarına getirdiler.
“Lan burada bedavası var” dedirten bu tür dizilerle digitaller yeni arayışlara girdiler elbet. Yetiş Tarkan yetişti imdada. “Atıl Kurt” dedi Tarkan ve digitaller sinemanın da krize girmesinden yararlanarak Türkiye’nin sevilen komedyenlerine kapılarını açtılar.
Televizyonlarda her manada anası ağlayan Türk seyircisini güldürmeyi başardılar en azından. Yerelden uluslararası pazarlara açılacakken, yerelden daha yerele bir yolculuğa evrildi hikâyemiz. İyi de oldu. Az gittik uz gittik; dere tepe dizi gittik… 9 Yerelden uluslararası pazarlara açılacakken, yerelden daha yerele bir yolculuğa evrildi hikâyemiz.
İyi de oldu.
Az gittik uz gittik, dere tepe dizi gittik…
Can Barslan yazdı: Gırgır’da işe nasıl başlayamadım?
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.