34,2452$% 0.28
37,6376€% -0.37
45,0841£% 0
2.921,73%0,22
2.653,23%-0,08
9.109,34%2,37
Bir zamanlar Cağaloğlu denildi mi, hemen hemen bütün büyük gazetelerin yer aldığı, bunların yanı sıra kitabevleri, kırtasiyeciler, birçok yayınevi, matbaa ve mücellithane ile devamında Sirkeci’ye, Tahtakale’ye kadar uzanan kırtasiye toptancılarıyla dolu bir büyük bölgeden ve bir rüya aleminden bahsedilmiş olurdu. On dört, on beş yaşlarındaki çizerliğe hevesli ve yetenekli gençlerin rüyalarının peşinde koştuğu sokaklardı Cağaloğlu sokakları.
İşte şurası kapının yanındaki duvarda yer alan etkileyici rölyefiyle Hürriyet Gazetesi, Yan sokakta Kapalı Çarşı’ya giden yol üzerinde Milliyet, beride Gülhane Parkı’na doğru inen yokuşta Günaydın, Gırgır ve Fırt dergileri. Tarihi Sadaret binasının önünden geçerek Bab-ı Âli yokuşunu tırmanır tırmanmaz sağdaki İran Konsolosluğu ile Gazeteciler Cemiyeti arasındaki sokağa girip Erkek Lisesi’nin tarihi binasının önünden geçince önünüzde tüm ağırlığıyla Cumhuriyet Gazetesi. Hürriyet’in karşısında sokağın sonundaki Hürriyet ek binasında hazırlanan, basındaki ilk karikatürümün de yayınlandığı TV’de 7 Gün Dergisi ile yine aynı binada çıkan Çarşaf ve çeşitli dergiler. Hürriyet’in önünden devam edip Kız Lisesi’ni geçtikten sonra yolu kesen, şimdilerde tramvay geçen Alayköşkü Caddesi’nden karşıya Klodfarer Caddesi’ne devam edince çeyrek asırlık Akbaba Dergisi ve karşıya geçmeyip Alayköşkü Caddesi üzerinde sağa kıvrıldığınızda türbeyi geçtikten sonraki ilk sokak olan, Türbedâr Sokak’taki Hayat, Ses ve çocukluğumuzun efsane çocuk dergisi Doğan Kardeş. Ve daha bir sürü irili ufaklı gazete, dergi ve bilumum çeşitli neşriyat.
Bu saydıklarımın hepsi de kapılarını ardına kadar açtılar bize, benim gibi genç heveslilere. Gün oldu götürdüğüm karikatürleri alıp yayınladılar, gün oldu bir masaya oturttular, çalışanları oldum o yayınların. Ve her seferinde benim gibi bir çok arkadaşla tekrar tekrar karşılaşarak, yollarımız tekrar tekrar kesişerek sürdü gitti bu koşuşturma. İşte Uğur Durak’la mesela, yıllarca okuyucusu olduğum, bir an önce okuyup anlayabilmek için daha okula gitmeden uğruna okumayı söktüğüm Doğan Kardeş dergisinde, biribirini takip ederek, önce onun ‘Kafa Kamil’i ardından da benim ‘Zırzop Ali’ yayınlandı genç yaşlarımızda. Yıllar sonra ise bu sefer Hıbır’da yollarımız tekrar kesişmişti Uğur’la.
Babamın tayini çıktığı için orta okulu okuduğum ve üç yıl kaldığımız Ağrı’nın Doğubeyazıt’ında tanıştım ilk defa Gırgır dergisiyle. Yeni çıkmıştı, o yıllarda satılan günlük gazeteler üç gün önceki tarihi taşırdı. Harçlıklarımla bir yandan Süavi Süalp’in tek başına yazıp çizdiği Salata Dergisi’ni, bir yandan da yeni çıkan Gırgır dergisini takip etmeye çalışıyordum. Bir süre sonra evden yasak geldi Gırgır’a ve içindeki “cıbıldaklara”. Bu nasıl dergiydi böyle! Ta oralardan Hürriyet Çocuk Kulübü’ne de üye olmuştum. Bir gün oturdum, haftalık bir çizgi öykü hazırlayıp gönderdim. “Hürriyet” logolu ince uzun bir zarf içinde yine “Hürriyet” antetli bir kağıda yazılmış bir cevap alınca ne kadar çok sevindim anlatamam. Öykünün balonlarını çizginin içine değil de, ayrı bir kağıda yazmamı salık veriyordu sayfa yöneticisi ‘Yıldırım Ağabey.’
Çok değil bundan birkaç yıl sonra Gırgır Dergisi’nin çizeri olma mutluluğuna eriştim. Babam emekli olmuştu ve artık İstanbul’daydık. Cağaloğlu koşuşturmaları da başlamıştı aynı yıllarda. Bir yandan liseye devam ediyor, bir yandan da koltuğumun altına sıkıştırdığım karikatürlerimi yayınlatmak veya ustalara gösterip tavsiyelerini işitmek için çeşitli yayınların kapılarını çalıyordum. Hem ustalardan, hem de yayıncılardan hep ilgi gördük. O zamanlar öyle randevu almak falan yoktu. Kimin kapısına dayandıysak kapıdaki görevli “Genç bir arkadaş geldi, karikatür çiziyormuş” diye yukarıya haber vermesiyle, hep “Gelsin” denilerek buyur edilirdik.
Zamanla bu yayınlarda sayfalar yapmaya, dergiler, ekler çıkarmaya başladık. Bu koşuşturmalarımız sırasında kendimiz gibi hevesli öteki akranlarımızla tanışıp bir araya gelerek beraberce bir şeyler yapabilmenin tadına da varmaya başlamıştık. Kim, nerede böyle ortak yazıp çizebileceğimiz bir ek, bir sayfa olanağı bulursa hemen diğerlerini de çağırır ve bir ekip halinde ‘hünerlerimizi’ sergilerdik. O zamanlar gazetelerin ve dergilerin sayfaları çizgiye ve çizgili işlere bu günle kıyaslanmayacak bir biçimde açıktı. Yapılan işlerin çoğu çok uzun ömürlü olmuyordu ama talep hep vardı ve biz hem çok eğleniyor hem de taş üstüne taş koyarak bu alandaki yeteneklerimizi, yetkinliğimizi geliştirmeye çalışıyorduk.
İşte, yine bir arkadaşımız bizi çağırıyor. Anlaştığı gazeteye günlük bir mizah köşesi yapmak için kolları sıvamış, bir yandan maket hazırlarken bir yandan da ekip kurma gayreti içerisinde. Hemen bir araya geliyoruz, çalışacağımız yer o zamanın büyük gazetelerinden Milliyet Gazetesi. Nuruosmaniye Caddesi’ndeki gazetenin grafik servisinin bize ayrılan bir kaç masadan ibaret bir köşesinde sevinçle toplanıyoruz. Neler yapabileceğimizi tartışırken her zamanki gibi coşkulu ve heyecanlıyız. Yönetime karşı sorumlu arkadaşımız, sonraları rotasını reklamcılığa yönelten, nefis bir çizgi ve çizim tekniğine sahip bir arkadaşımız olan Ali Özbek. Onun da önünde Milliyet Grafik servisinde çalışan karikatürcü abilerimizden Tümer Argın var.
Köşenin adını ‘Makara’ koyuyoruz, başlığın altındaki sloganı ise ‘Dünyayı makaraya alanların sayfası’. Pazar günleri köşe tam sayfaya büyüyor ve ‘Makara Pazarı’ adını alıyor. Kimler yok ki sayfada; Hayatının bundan sonraki bölümünü geçireceği Amerika’ya gitmek için yavaş yavaş hazırlıklara başlayan Ergun Akleman var mesela. Sonra, yine böyle bir yayında tekrar bir araya geldiğimiz Murtaza Gürkan, neşesi ve patlattığı kahkahalarla bizi gazetenin diğer çalışanlarına karşı zor durumda bıraktığına hiç aldırmıyor. Müthiş çizgisiyle Gürcan Özkan var, dahası Emre Ulaş. Büyüleyici çizgisiyle ve illüstrasyonlarıyla tanıdığımız ve imzasını ‘Sencer’ olarak atan Şahin Erkoçak da kadroda. Ne harika karikatür çizgisi varmış meğerse. Bizi kendisine bu çizdikleriyle de hayran bırakıyor. Bir de yeni yeni çizmeye başlayan genç bir arkadaş var, köşe yayınlanmaya başladıktan sonra ben de çizmek istiyorum diye çıkıp geliyor gazeteye. Ali benim esprilerden çizdiriyor, kendi esprilerini de çiziyor, adı Derya Sayın bu yetenekli genç arkadaşın. Esprileriyle bizi destekleyenler de var. Her hafta Gürcan’la espri gönderen Haydar Işık adında bir arkadaş, bir de sayfadaki ufak tefek metinleri kaleme alan Metin adında bir metin yazarımız mevcut.
Büyük bir gazetede olmamıza rağmen imkanlarımız biraz kısıtlı. Karikatürlerimizi çizecek şöhler kartonu bulmakta zorlanıyoruz örneğin. Ama yine de her an gazetenin ünlü simalarıyla karşılaşabildiğimiz bu ortamı seviyoruz. Ayrıca her zamanki gibi yine çok eğleniyoruz. Bazen kendimizi kaybediyoruz, bu anlarda gözümüz yan bölmede ağzında piposuyla ayakta sayfalarını çizmekte olan Tümer Argın’a takılıyor. Biz ne kadar gürültücüysek o da o kadar sakin ve sessiz. Bizimle hiç konuşmuyor, yavaşça sesimizi alçaltıyoruz.
İnsan nasıl rüya görürken rüyada olduğunu bilmezse biz de 14-15 yaşlarımızdan itibaren bir rüyanın peşinde, bilmeden, hevesle eğri büğrü, acemi çizgilerimizi yayınlatmak için bu sokaklarda koşuşturup durduk. Harika arkadaşlıklar kurduk, birbirimizi hem çok kıskandık hem çok sevdik. Gıpta etmeyi de nefret etmeyi de çok yoğun yaşadık. Benzersiz bir hayatın hem en berbat hem de en güzel yıllarını geçirdik hep birlikte. Çok yorulduk, çalışırken çok sabahladık, günlerce uyumadığımız zamanlar oldu. Üstlendiğimiz işleri yetiştirebilmek için sadece biz değil, ailelerimizle birlikte sıkıntılar çektik çoğu zaman. Sabaha karşı çini mürekkebiyle çizimini bitirdiğim sayfamı renklendirmeye geçmeden önce, sıcak yatağından işimin kurşun kalemini silmek için kalkardı sevgili annem. Sırf ben o arada biraz uyuyabileyim, biraz gözlerimi kapatıp dinlendirebileyim diye. Bütün bunlara rağmen o dergileri, o matbaa mürekkebi kokan gazeteleri elimize alır almaz yorgunluklarımızdan eser kalmadı. Yaptığımız işlerin karşısına geçip seyrettiğimizde hissettiklerimizi tarif etmenin imkanı yok elbette. Her seferinde yenilenmiş ve tazelenmiş olarak aynı coşkuyla masamızın başına oturduk tekrar tekrar.
Bu duygularla ve bu yoğunlukla geçen bütün o yıllardan sonra bugün bile hâlâ “Hey gelin, yeni dergi yapıyoruz!” diye seslenildiğini duyduğumuzda, aynı çocukça heyecan ve hevesle yine sesin geldiği yöne doğru koşuşturuyoruz.
Mehmet İlhan’dan 7 adet karikatür
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.