36,6913$% 0.11
40,0520€% -0.05
47,6385£% 0.01
3.552,55%0,47
3.012,77%0,40
10.862,14%0,20
Arkadaşım telefonda Cumhuriyet Gazetesi’nden çocuk dergisi istediklerini söyleyince hem şaşırmış hem de sevinmiştim. Neler yapabileceğimiz hakkında biraz konuştuktan sonra hemen ertesi gün buluşup gazeteye gitmek üzere sözleştik Musa Gümüş ile.
Bizim karikatürcü tayfasının mizah dergisinden sonra en büyük hayali, çizgi roman dergisi veya çocuk dergisi çıkarmaktır. İki üç kişi bir araya geldiğinde hemen yeni bir derginin hayali ve fikirleri havalarda uçuşmaya başlar. İşte bu sefer fırsat bizim ayağımıza kadar gelmişti. Her zaman önce maketi yapar, ardından da yayınlatacak yer ararken tam tersi olmuş ve bu defa bizden bir çocuk dergisi hazırlamamız istenmişti.
Musa Gümüş, Hıbır ve devamı Hbr Maymun dergilerinde yıllarca yanyana oturduğum, uzun yıllar birlikte mesai yaptığım bir arkadaşımdı. Birlikte çalıştığımız yıllar boyunca ortaya koyduğu başarılı işlere defalarca şahit olmuştum. Sessizce masasında oturarak, çalışkanlığıyla bir çok karikatür, kapak esprisi, tip ve çizgi öyküye imza atmıştı. Daha sonraları ani bir kararla dergi karikatürcülüğünü bırakmış ve yarışma karikatürlerine yönelmişti. Bunun için çizgisine, çizim tekniğine ve kullandığı malzemelere kadar her şeyi değiştirerek yepyeni bir kulvarda sıfırdan mücadeleye başlamış ve oldukça da başarılı olmuştu. Yarışmalara çizdiği son 19 yıl boyunca 40-45’i birincilik olmak üzere kazandığı toplam 235 ödül ile de el attığı her işi hakkını vererek yapanlardan olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır.
Musa o sıralar Hbr Maymun dergisinden ayrılmıştı. Bir grup karikatürcü ve mizah yazarıyla birlikte Cumhuriyet Gazetesi’nde Dinozor mizah dergisini çıkarıyorlardı. Fakat Dinozor dergisinin son günleriydi ve gazete çeşitli nedenlerden ötürü bu dergiyi kapatma kararı almıştı. Bütün çalışanların ‘İlhan Abi’si İlhan Selçuk, bu arkadaşlara dergiyi kendi adlarına çıkarmaları halinde başta kağıt ve matbaa imkanı olmak üzere her türlü desteği vereceği sözünü vermiş ama dergi yine de kapanmaktan kurtulamamıştı.
Yalnız Dinozor kapanırken, bir çocuk dergisi fikri ortaya atmıştı İlhan Abi. İşte Musa ile ben bu derginin maketini yapacaktık. Ertesi gün sözleştiğimiz saatte buluşarak Cumhuriyet Gazetesi’ne gittik. Cumhuriyet Kitap Kulübü’nün de olduğu, yemekhaneye bitişik eski binada, artık tamamen boşalan ve sessizleşen Dinozor’un eski çalışma masalarında çalışmaya başladık. Bundan yaklaşık on beş sene evvel yine başka bir maketin sunumu için Emine Uşaklıgil’den randevu alarak girdiğim bu kapıdan içeriye tekrar adım atmak, bende tarifsiz duygular uyandırıyordu. Zevkle, şevkle hevesle işe giriştik. Daha önceleri İnterpress yayınlarına ait Bando Çocuk Dergisi’nde ve başka çocuk dergilerinde çalıştığımız için, çocuk dergisi deneyimine, alt yapısına sahiptik. Bu yüzden çok zorlanmıyor, en azından ne yapacağımızı aşağı yukarı biliyorduk.
Sağa sola haber saldık, belirlediğimiz isimlerden işler sipariş etmeye başladık. Bu arada İlhan Abi’ye de çıkarak çalışmalara başladığımızı bize bir tavsiyesi olup olmadığını sormayı da ihmal etmemiştik. İlk defa İlhan Abi ile karşılaşıyordum. Sakin, hoş sohbet kişiliği ve mütevaziliğiyle ve aynı zamanda da bütün bilgeliğiyle karşımızda duruyordu. Bize iş isteyebileceğimiz çeşitli isimler sıraladı. Çoğu isim için arkadaşımdır beni kırmaz, isteyebilirsiniz diyordu. Mesela Muzaffer İzgü bunlardan biriydi. Sonra Müjdat Gezen yine aklımda kalanlardan, yanlış hatırlamıyorsam.
Gazete içerisinde de duyulmuştu bir çocuk dergisi yaptığımız. Bazı çalışanlar kendiliklerinden hazırladıkları işleri, köşe önerilerini getirmeye başladılar. Sevinerek kabul ettik. Gazete dışından da çeşitli çocuk kitapları yazarlarından işler gelmeye başladı. Çok memnunduk. Bu dergiye kesin oldu gözüyle bakıyorduk. Zaman zaman gazete içindeki çeşitli servislerde dolaşmaya çıkıyor, boy gösteriyorduk. Ayni zamanda da çaktırmadan kendimize yer bakıyorduk. Arkamızdan “Çocuk dergisi yapıyorlar” fısıltıları duymak bizi ziyadesiyle mes’ut ediyordu.
İşe başlarken matbaa ve teknik işler sorumlusuyla görüşmüş maketi hazırlarken hangi servislerden teknik yardım alabileceğimizi konuşmuştuk. Otokom servisi ile irtibat halinde olmamız gerektiği söylenmişti. Otokom da ne ola derken sonradan anladık ki fotoğrafların ve renkli işlerin renk ayarlarının yapıldığı servise o aralar otokom adında bir cihaz alınmış ve o yüzden de servisin adı otokom servisi kalmıştı. Şimdiki foto-işlem servisi yani. Fakat gazete, renkli işlerin, çizim ve karikatürlerin renk ayırımının yapılabileceği teknik imkanlara sahip değildi. Bu tip işleri dışarıda -Şan Grafik mi neydi- öyle bir yerde ücreti mukabilinde yaptırıyorlardı. Şan Grafik daha sonra bunları gazeteye fatura ediyordu. Biz bu tip suluboya ve çeşitli boyama teknikleriyle renklendirilmiş karikatür, illüstrasyon ve çizgi roman gibi işleri bu otokom servisine teslim etmeye başladık. Onlar da Şan Grafik’e gönderiyorlardı.
Her gün işe gider gibi gazeteye gidiyorduk, öğle yemeğine kadar çalışıyor, öğleden sonra da dergiyle ilgili dışarıdaki işleri takip ediyorduk. Mesela dergide yabancı kaynaklı çizgi öykü ve çizgi tipler olması gerektiğini düşünmüştük. Bunun için bir öğleden sonra randevu aldığımız bir ajansın Mecidiyeköy’deki bürosuna gittik. Çeşitli yabancı çizgi albümleri uzun uzun inceledik. Ajans bu albümlerin Türkiye’de yayın hakkına sahipti ve sayfa başına dolar üzerinden pazarlamasını yapıyordu. Bir kaç tip ve çizgi öyküyü beğenerek ayırttırdık. Gazetenin bu albümleri kullanabilmesi için ajansla sözleşme yapması ve yayın haklarını satın alması gerekiyordu. Bu albümlerin bir an önce çevirisinin de yapılabilmesi için bu sözleşmelerin bir an önce yapılması şarttı.
Çalışmalarımız küçük adımlarla da olsa ilerliyordu. Hafta sonları özel izin alarak çalışmayan servislerin bilgisayarlarında sayfaları birer birer çatmaya başladık. Kimse sormuyordu ama yönetime de ara ara hangi aşamada olduğumuz konusunda bilgi veriyorduk. Arada o sıralar yazı işleri müdürü olan İbrahim Yıldız’a rastlıyor, ona da bütün ayrıntılarıyla çalışmalarımız hakkında bilgi veriyor, ajanstan yayın haklarının satın alınması gerektigini anlatıyorduk. Hiç bir şey söylemeden sessizce bizi dinliyordu. İlhan Abi’ye çıktık bir keresinde, ona da tüm teferruatıyla çalışmalarımız hakkında bilgi verdik. Maketimizin yayınlayabilecek aşamaya gelmek üzere olduğunu, ajansla sözleşme yapmak gerektiğini ona da anlattık. Fakat ne hikmetse her seferinde bu konuşmalar oradan buradan neşeli bir sohbete dönüşüyor ve konudan uzaklaşarak bir türlü ilerleme sağlayamıyorduk. Hele bir keresinde konu bir zamanların siyah beyaz televizyonlarının sevilen dizisi ‘Zengin ve Yoksul’un kötü adamı ‘Falkonetti’ye kadar geldi. Nasıl oldu hiç bilmiyorum. Bir türlü ilerleme sağlayamayışımızı garipsemekle birlikte biz çalışmalarımıza devam ediyorduk.
Daha sevimli olacağını düşünerek dergiyi önce küçük boy olarak tasarlamıştık. Fakat daha sonra hem okunması daha ferah olsun, hem de gazete içerisine konarak dağıtılması daha kolay olsun diye maketi katlanmış gazete boyutuna getirdik. Dergi her iki boyutta da bir kaç yüz adet basıldı ve kenarları kesilmemiş halde bize teslim edildi. Bir ayı aşkın bir zamandır üzerinde çalıştığımız dergi artık elimizdeydi. Bu maketi yönetime sunmadan önce daha şık görüneceğini düşünerek kenarlarının kesilmesi gerektiğini düşündük. Fakat artık kimse bizimle ilgilenmiyordu. Cağaloğlu’nda mücellitler olduğunu biliyorduk, dergileri sırtlanarak götürüp hepsini dışarıda parayla kestirdik. Bu haliyle hakikaten çok şıktı ve çok profesyonelce görünüyordu.
Bu arada ajans sözleşmelerin bir an önce yapılması için bizi sıkıştırmaya başlamıştı. “Sizin seçtiğiniz albümleri başka gazeteler de istiyorlar” diye ortalığı kızıştırıyordu. O sıralar gazetenin Genel Yayın Yönetmenliğini, uzun yıllar Gazeteciler Cemiyeti’nin başkanlığını da yapmış olan Orhan Erinç yapıyordu. Gidip ona da bilgi veriyor, bu sözleşmelerin yapılması gerektiğini anlatıyorduk. Sessizce bizi dinliyor ve sadece “Toplanalım, konuşalım” diyordu. Basılan dergileri İlhan Abi’ye ulaştırmıştık. En sonunda İlhan Abi, Orhan Erinç, Musa ve ben, İlhan Abi’nin odasında toplandık. Maketi de ortaya koyarak durumu özetledikten sonra nefesimizi tutarak merakla İlhan Abi’nin ağzından çıkacak sözleri bekledik.
“Siz” dedi “Erdal’la da bir görüşün” Erdal Atabek’ten bahsediyordu. “Bir pedagog, bir psikolog gözüyle o da bu dergiyi bir görsün, onun da tavsiyelerini alın” Ajans konusuna hiç değinmedi, maket hakkında da hiç yorum yapmadı, iyi veya kötü hiç bir şey söylemedi. Böylece toplantı sona erdi. Hiç bir sonuca varamamıştık. Bu dergi çıkacak mı çıkmayacak mı hiç bir şey belli değildi. Dışarı çıkınca ümitsizce Musa ile ne yapacağımıza karar vermeye çalıştık. Yapabileceğimiz bir şey yoktu, istemsizce gidip Erdal Atabek’in odasını bulduk. Hangi günler geldiğini öğrendik. Söylendiği gün tekrar gazetede buluşarak gittiğimizde o gün işi çıktığını, filanca gün gelebileceğini söylediler.
O gün ve daha sonraki günlerde de Erdal Atabek ile görüşmek hiç kısmet olmadı. Bir kasıt aramıyorum, mümkün de değil elbette ama ondan sonraki günlerde ve daha sonra da bir türlü denk getiremedik kendisiyle görüşmeyi. Bizim keyfimiz de iyice kaçmıştı zaten artık. Böylece bıraktık peşini. Bir süreç daha böylece noktalanmıştı. Ama hayallerimiz ve maketlerimiz her zamanki gibi hiç son bulmadı. Sonradan kulağımıza İlhan Abi’nin; “Ben onlara basit bir şey yapın dedim, onlar gittiler koca dergi yaptılar!” dediği çalındı, doğru mu bilmem. Ayrıca o son toplantıdan bir kaç gün önce Şan Grafik’ten gelen okkalı faturayı görünce de oldukça canı sıkılmıştı duyduğumuza göre.
Telif ajansında beğenip bir türlü yayın haklarını aldıramadığımız o tipin daha sonra başka bir gazetede yayınlandığını gördük. Ajans sahibi; “Bunu Cumhuriyet’ten de istiyorlar, ama vermedim size veriyorum” filan diye pazarlamıştır o gazeteye muhtemelen. Şaka bir yana, bizim büyük bir heyecanla ve şevkle yaptığımız bu maket, Cumhuriyet Gazetesi’nin elindeki en doğru düzgün çocuk dergisi maketidir bana göre. Hâlâ dolaplardan birinde, bir yerlerde duruyor mu bilmem. Ama eğer durmuyorsa bendekilerden bir tane vermekten kıvanç duyarım, arşive veya bodrumdaki müzeye koymak isterlerse eğer.
Yirmili yaşlarımdan bu yana on beş yıl ara ile boşa çıkan iki girişimimin rövanşını beş yıl sonra 2004 yılında almak kısmet olacaktı. Gazetenin birinci sayfasından İki gün üst üste manşetin üstünden adımın ve işlerimin yayınlanmaya başlayacağının duyurusu yapılacak ve artık Genel Yayın Yönetmeni olan İbrahim Yıldız, haftalık köşesinde “aramıza katıldı” diye adımı yazacaktı. Böylece on yılı aşkın bir süre çalışma onuruna ve mutluluğuna eriştiğim, çalışma hayatımın en güzel, en verimli Cumhuriyet Gazetesi dönemi başlamış oldu.
Trokle Baade! Faruken de bilmez ne olduğunu…
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.