36,1209$% 0.04
37,8363€% 0.72
45,3004£% 0.74
3.383,83%0,50
2.916,43%0,55
9.779,57%-1,04
İlk defa düzenli maaş almaya başladığım işime kavuştuğumda yirmi beş yaşımdaydım. İlk bayram tatilinde ailemin yanında almıştım soluğu, aradan geçen sekiz aydan sonra. Bizim oraların yerel bayramı olan Portakal Bayramı’yla aynı zamana denk gelen Kurban Bayramı daha bir şenlikli geçiyordu o sene. Benim gibi, iş veya okulları sebebiyle başka şehirlerde yaşayan insanlar sokakları dolduran sevinçleriyle Atça’ya gelmişlerdi.
Bir hafta süren Portakal Bayramı günlerinde çocuklu aileler piknik alanlarına gider, gönüllerince yiyip içip, oyunlar oynar, sohbetler ederlerdi. Aileleriyle vakit geçirmekten haz etmeyen ergen tayfa ve ergen ertesi bekar gençler ise Nazilli’de kurulan Gencer'de, bir o yana bir bu yana seğirtip dururlardı. Gencer denilen şey, küçük bir panayır, minik bir festival ortamıydı. Ortaya kurulan lunaparkın etrafına özensizce dizilen stantlarda kadınların yaptıkları el işi süs eşyaları satılırdı.
O gün öğleden sonra iki erkek kardeşimle Atça Birlik minibüsüne atlayıp Nazilli’ye Gencer’e giderken, henüz dokuz yaşında olan küçük kardeşimle kelime oyunu oynayarak zaman geçiriyorduk. Ortanca ise portakal ve mandalin ağaçlarının arasına dikilmiş, saatte yaklaşık seksen kilometre hızla geri geri giden telefon direklerini sayıyordu minibüs camının arkasından.
Gencer’e yaklaştığımızda dönme dolabın çarkını görüp indik. Küçük kardeşimizi ortamıza alıp el ele yürürken, heyecanla sıpa gibi gınç atan (atlayıp, zıplayan) ufaklığı zor zapt ediyorduk.
Süs eşyaları satılan stantların oralarda bakınan kızları çeşitli açılardan kesip, onlardan da çeşitli açılardan kesildikten sonra lunaparka daldık. Bir yanı pörtlemiş topla penaltı çeken adamları, yine benzer bir topla üçgen şeklinde dizilen silindirleri topu elle yuvarlayarak devirmeye çalışanları, arkadaki siyah perdenin önüne dizilmiş hedefleri, tek saçmalı havalı tüfekle vurmaya çalışıp sevgilisine ayı kadar büyük bir oyuncak ayı kazanmaya çalışan cengaverleri ve pahalı sigaralara yamuk yumuk kasnakları atan adamların attıkları kasnakları uzun bir değnekle toplayan herifleri geçip; benim eğlence anlayışıma uymadığı halde bir çok insanı eğlendiren alet edevatın olduğu kısma geldik.
Ortancayla balerine, dönme dolaba ve türlü çeşit oyuncağa binen küçük kardeşimle bir şeyler paylaşmak ve ilerde güzel anılara dönüşmesi amacıyla ikimiz önce çarpışan arabalara bindik. Amacı çarpışmak olan arabayı, kimseye çarpmamaya çalışarak kıvrak hareketlerle ve kendinden emin bir yüz ifadesiyle kullanan avuç içi direksiyon manevralarıyla tereyağından kıl çekmeye çalışan dangalakların üstlerine üstlerine sürüp tosladım hepsine. Pistte yeterince kaza yaptıktan sonra diğer oyuncaklara göre daha güvenli görünen gondola binerken “ön tarafa oturun abi” diyen elemanı dinleyip en öne oturduk. Evet! Önce usul usul salınmaya başlayan gondolun altında dönen kayışı görmem uzun sürmemişti. Her salınışta önce göğe ulaşıyor, sonra dipte dönen kayışın devir daimine varıyorduk. Bu gidiş gelişin hızı arttıkça benim küfürlerim de artıyordu. Küçük kardeşim halinden memnun, olayın tadını çıkarırken aşağıdan bizi izleyen Ortanca kahkahalarla gülüyordu. Sövmelerim gondolu çalıştıran elemanın anasına, avradına varınca durdurmak zorunda kaldı gondolu. Güç bela inip sendeleyerek yürürken eşek gibi sırıtan elemanın yüzünde, dönen kayışı görüyordum.
Kendime gelince havalı tüfekle atış yapılan tezgaha gidip şansımı denemeye karar verdim. Ufaklığın yarıda kalan gondol eğlencesini telafi etmek ve ona bir hediye kazanabilmek hevesiyle attığım beş atıştan sadece bir tanesi hedefe isabet ettiğinden, hediyeyi de alamadan ve de tüfeğin ayarının bozukluğundan dem vuraraktan devam ettik dolaşmaya.
Diğer tezgahlara göre daha büyük olan ve aynı doğrultuda önünde biriken insanların da fazla olduğu, arka kısmında büyük, tüplü televizyonların, müzik setlerinin, buzdolabının ve benzeri pahalı eşyaların bulunduğu tezgahın önündeki kalabalığı ite kaka ön sıraya ulaştık. Tezgahın başındaki adam pembe, büyük bir plastik çanağa sarı-yeşil tenis toplarını doldurup doldurup bir şeyler kazanmaya çalışan adama veriyordu. Adam, topları önündeki kırk beş derece açıyla monte edilmiş ve üzeri delikli, deliklerin üstü numaralandırılmış zemine gelişi güzel döküyordu. Topların girdiği deliklerdeki sayıları toplayan tezgahtar, elindeki yankılı mikrofonla sürekli konuşan, ince bıyıklı ve yaldır yaldır bir takım elbise giymiş olan pezevenk kılıklı herife söylüyordu. İnce bıyıklı pezevenk, toplam sayıya denk gelen listedeki hediyeyi işaret ediyor ve bazen televizyon, bazen de buzdolabı kazandı diye öküz gibi bağırıyordu. Hediyeyi kazanan kot montlu adam hediyeyi almak yerine fiyatı tutarınca para alıyor ve çanağı tekrar deviriyordu. Bir tomar parayı çıkarıp, parmaklarını tükürüklemek suretiyle saydığı parayı cebine attıktan sonra uzaklaşıp kayboldu bu. Kot montlu gidince hamle yaptım çanağa doğru. Hamlemi memnuniyetle karşılayan tezgahtar, çanağı doldurup verdi. Parasını verip art arda devirdiğim iki çanağın birinden volkmen kulaklığı, diğerindense tarak çıktı af edersiniz.
Hayal kırıklığıyla kenara çekilip, izlemeye devam ettik bir süre. Benden sonraki adamın parasını da üterlerken, kot montlu belirdi yine tezgahın önünde. Hepimiz saygıyla geriye çekilirken yine devirdi çanağı kot montlu. O zamana kadar saydığı paraları ve montu dışında dikkatimi çekmeyen adamı şimdi profilden ve hayranlıkla izliyordum. Briyantinleyip (ya da kafasının kendi yağıyla bilmiyorum) , ince tarakla arkaya doğru taradığı, tütün sarısı saçları ensesinde dalgalanıyordu. Hüseyin Peyda modeli sakalı yüzünü süslerken orak burnunu iyice ortaya seriyordu. Çanağı devirirken gördüğüm elleri ise ömrü boyunca ağır iş yapmamış olmanın narinliği ve çevikliğindeydi.
Kot montlu, tomarına tomar katıp yine kayıplara karışınca tekrar gaza gelip aldım elime top dolu pembe çanağı. Birkaç kez daha deneyip eften püften şeyler çıkmasıyla birlikte son deneyişimde yine tarak çıkınca “yav bize taraktan başka bi şey çıkmayacak mı, bu son atışım! Çekiliyorum bundan sonra yokum!” diye çıkıştım tezgahtara. Bir zaman durakladıktan sonra “çıkar çıkar, vazgeçme bak daha neler çıkar sana” derken göz kırptı sanki anonsçu pezevenge. Son çanağı devirince “bu sefer ben toplucam sayıları” dedim adama. “Hay hay! Buyur topla” diyerek cevapladı beni. Saydım, topladım, toplamın listedeki karşılığı “devam etmek ek için çin in iki ii katını nı yatır ır ır ır” diye yankılandı kulaklarımda. Tezgahtar bir yandan bana açıklama yapıyor, devam etmemin avantajıma olacağına inandırmaya çalışıyordu.
Ütüldüğüm paraları kurtarmak için son paramı da yatırıp, çanağı devirirken, küçük kardeşim kolumu çekiştirip vazgeçirmeye uğraşıyor, ortanca ise “yapma, yeter” der gibi bana bakıyordu. Sayıları topladığımda bu kez “yatırdığının yarısını yatır, toplamının iki katını al” çıktı. Girdaba kapılmış derine doğru çekiliyordum. Israrlarıma dayanamayan ve muhtemelen gözümden fışkıran kumarbaz ateşini fark eden ortanca, istemeyerek de olsa borç vermeyi kabul etti. Onda da uyduruk bir şey çıkınca, ütülmenin hırsıyla adamlara dikildim ve polise şikayet edeceğimi söyledim. Etrafımıza bir anda biriken itin kopuğun arasından seçtiğim kot montlu, sırıtarak sarı dişlerini gösteriyordu. Başımı öne eğip, kuyruğumu bacaklarımın arasına sıkıştırarak uzaklaşırken o günkü yaşadıklarıma benzeyen, Türk filmlerindeki sahneler canlandı beynimde. Bu tür tezgahları daha önce defalarca izlemiş ve tezgaha düşenlerin hallerine bazen gülmüş, bazen de kızmıştım salaklıklarına. “Nasıl böyle göz göre göre tezgaha düşüyor bu salaklar” diyordum. Şimdi biliyorum nasılını, niyesini; basiret bağlanması. Başka bir şey değil!
Hem ekiminsonu hem de kasımınbaşıydı
Yirmiye doyamayan ikibinlerde
Memleket-Amsterdam hattından karikatürler
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.