DOLAR

34,7524$% 0.04

EURO

36,6379% 0.25

STERLİN

44,1954£% 0.37

GRAM ALTIN

2.964,13%0,46

ONS

2.654,18%0,47

BİST100

9.886,05%0,60

İmsak Vakti a 06:34
İstanbul HAFİF YAĞMUR
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a

Pamuk tarlasında çocuklar ve/veya kuyruk kaldıran kuşu

ad826x90
ad826x90
ad826x90

Çocukluğumun ortaokul son sınıfa kadar geçen kısmındaki bütün sonbahar hafta sonları annemle ve benden bir buçuk yaş küçük olan kardeşimle birlikte gittiğimiz pamuk toplama işçiliğiyle geçti diyebilirim. Okul günlerinde erken kalktığımız yetmiyormuş gibi, pamuk toplamaya gittiğimiz günlerde daha da erken kalkıyorduk. Annemin kahvaltı olarak önümüze koyduğu ve öğleye kadar ağzıma acı acı asit gelmesine sebep olmasına rağmen, kuru peynirin üstüne zeytinle birlikte dökülen zeytinyağıyla muhteşem bir lezzete kavuşan yiyeceğin yanında mutlaka bir bitki çayı olurdu. Bu çaylar bazen ıhlamur, bazen taze nane, bazen de adaçayıydı. O zamanlar poşet çaylar olmadığı için direkt bitkinin kendisini kullanarak demlerdi annem. Şu yaşıma gelene kadar siyah çaya bir türlü alışamamamın nedeni belki de annemin yaptığı mükemmel bitki çaylarıdır. Bilmiyorum. Bizi tarlaya götürecek traktörü ve römorkunu bekletmemek için apar topar yaptığımız kahvaltının akabinde sokağın köşesine çıkıp beklerdik uykuya doyamamış gözlerle.

ad826x90

O sabah, daha güneş doğmadan çıktığımız köşe başında annemle kardeşim kollarına astıkları, içinde öğle yemeğimizin olduğu çıkınların olduğu sepetlerle beklerken, ben yere eğilmiş, sapanımın deriliğine uygun büyüklükte taş topluyordum. Pamuk tarlalarının toprağı killi olduğu için taş bulmak mümkün değildi çünkü. Ceplerimi taşlarla doldurduğum sırada Vedat abinin diğer mahallelerden topladığı kadın işçilerle birlikte traktörü zıplata zıplata beklediğimiz köşeye doğru döndüğünü gördüm.

Çocuk çevikliğiyle römorka atlayıp binince, bazı kadınların (anneme göre lafçı ve fesat gaalaa) bize kıskanarak ve belki biraz da özenerek bakıp bakıp fısıldaştıkları gözümden kaçmadı. Traktörün kasasında galgıya galgıya (zıplayarak) giderken ardım acımasın diye ayaklarımı altıma almış olmamama rağmen, bu sefer ayakkabılarımın sert tabanları rahatsız etmeye başlamıştı. Kasadaki kadınların içinde en sevdiğim kişi olan Sümbül teyze, “avcı daş topladın le gine?” diye laf atınca (ceplerimin şişkinliğini gördüğü halde bunu sormasındaki ironiyi şimdi şimdi anlıyorum) “topladım Sümbül deeze helemme (ama) yetee mi bilmiyom” diye cevap verdim. “Hada bakalım, vuuduun guşlara bene vee de aaşam bişirip yiyem oluu mu kılçıklı!”, çocukken çok zayıf olduğum için -kılçıklı- diye hitap ederdi bana Sümbül teyze. “Oluu” dedim “oluu, bi vurem de yimesi sene galsın” .

Tarlaya vardığımızda kasadan üçer beşer atlayan kadınlar, ellerindeki sepetleri tarlanın kenarındaki dallarıyla bulutları yakalamaya çalışan devasa palamut ağacının altına bırakıp, bir yandan önlüklerini bellerine bağlayarak dizilerin (pamuk fidelerinin düzgün bir şekilde uzayıp giden sırası) başında, şahin gözleriyle en verimli diziyi seçmeye çalışıyorlardı. Pamuk işçiliğinde mesai kavramı olmadığı ve kim ne kadar çok pamuk toplarsa o kadar çok para kazanacağı için yevmiye de her toplayıcının kendine bağlıydı. Dolayısıyla diğer kadınlar gibi annem de pamuk pamuk parlayan en beyaz diziyi almak için uğraşıyordu. Bu seçme esnasında ufak tefek atışmalar da oluyordu elbette. Nihayet diziler paylaşıldığında ben, annemim şeker çuvalına eski bezlerden kesip uydurduğu önlüğümü belime bağlamıştım bile. Sabahın seherinde öten kuşların seslerini kulaklarıma, çiy düşmüş pamuk fidelerinin yapraklarının kokusunu burnuma ve annemin emriyle söylediğim besmeleyi içime çekerek sökmeye başladım pamukların beyazını siyah kozalarından. Annem her işte olduğu gibi pamuk toplama işinde de çalışkan ve titiz bir insan olduğu için önlüklerimizin içine tezek (Atça’da sulandıktan sonra kuruyup kitle halinde yarılan killi topraklara denir) ya da açılmamış koza atmamamızı kesin bir keskinlikle tembihlerdi. Hilesiz hurdasız tek başına iki yüz küsur kilo pamuk toplardı akşama kadar. Ben ve kardeşim ise otuzar kiloya yakın toplardık. Kendimi övmek için söylemiyorum ama doğumdan itibaren her konuda olduğu gibi kardeşimden bir buçuk kilo, bir buçuk puan, şimdiki tabirle -bi tık- fazla topluyordum pamukları. Önümde gittikçe ağırlaşan önlüğü belim bükük taşıyamadığım için yere yatırıp dizlerimin üstünde dolduruyordum. Dolan önlüğümü annemin bize ait dizilerin içine dört ucundan bağlayarak serdiği bohçanın içine döküyordum. Bohça kabardıkça ben de kabarırdım ne çok topladık diye. Tabii bizim önlükler dolana kadar annem bizim üstümüze iki üç önlük tur bindirirdi. Ellerim pamuklarda, kafam gökte kuş takip ederken anca o kadar toplayabiliyordum. O gün sol yanımızda dizi tutan Sümbül teyzeyle oturduk öğle yemeğine. Sağ yanımızda ise Çöllü dede ve karısı vardı. Çöllü dede öğlen yemek yemeyen ve akşama kadar köfür köfür sigara içerek pamuk toplayan bir adamdı. Kimseyle konuşmaz, su bile istemezdi. Karısıyla hiç konuşmazdı. Karısının yaptığı sözlü tacizleri sigaranın dumanını daha fazla tüttürerek cevaplardı kolormatik gözlüklerinin üzerinden. Ağzından çıkmadığına emin olduğum “dart, doort” seslerinin en sonuncusunda çıkardığı: “Deyyyroozooorrt!” sesine,  “bene mi dedin Çöllü dede” diyerek gülünce bu sefer benim için üfledi dumanı homurdanarak.

ad826x90

Güneşin en kızgın olduğu saatler geldiğinde Sümbül teyze bana göz kırparak anneme seslendi: “Hadan gaari, yimeemize yiyelim, gaanım acıktı benim, hadi gıı! Hadan baken!”. “Du baken Sümbül abla acık daha sabret hu önlüü de dolduruveren ööle yiyelim!” diyen annem daha bir gayretle söküyordu beyazlıkları, siyah-gri kozalarından. Ben ve kardeşim önlüklerimizi boşaltmış sırt üstü atlayışlar yapıyorduk bohçadaki pamuk yığınına o sırada. Sümbül teyze sepetteki çıkınını çözmüş, sofrayı kuruyordu. “Faati hadi oolum, gaadeşini de al gee, ananızın daha gelcee yok, hadan baken!” . Sümbül teyzenin akşamdan pişirdiği taze fasulyenin üzerine döktüğü ezilmiş kese yoğurdunu yemeğin suyuyla karıştırıp yemeye başladığım sırada annem de gelip bizim çıkını açmıştı. En sevdiğim yemek ve en sevdiğim salata: Patates kavurması ve börülce taratoru (bu tarator, genel bilinen taratorla karıştırılmasın; taze börülce,sarımsak, zeytinyağı ve koruk suyuyla yapılır. Merak edenler internette -Ege usulü tarator- diye aratabilirler). 

ad826x90

Annem hızlı hızlı karnını doyururken, kardeşimi de çabuk yemesi için uyarırken, ben yalap şap atıştırıp sofradan kalkmış ve pamuk dizileri arasında kuş kovalamaya başlamıştım çoktan. Pamuk tarlalarında dolanan tek kuş türü kuyruk kaldıran (sallayan) kuşudur. Açık grili, beyazlı ve hafif mavili ve serçe büyüklüğündeki kuyruk kaldıran, tarlanın herhangi bir yerine iner ve fidelerin gölgesinde kuyruğunu indire kaldıra, indiği yerden çok uzak mesafelere yürür. Kuşun indiği yere kadar gitmiş ve yaklaştığımda dizlerimin üstünde kuşun peşine düşmüştüm. Kuşu görüp cebimdeki taşlardan birini attım kuşa nişan alıp. Attım atmasına ama kuşun yakınından bile geçmediği için hiç istifini bozmadan gezmesine devam eden kuyruk kaldırana peşi sıra attığım diğer taşlar da isabet etmedi bir türlü. Dizlerimin üstünde epey bir yol aldıktan sonra sinirlenip ve iyice nişan alıp asıldım sapanın lastiğini. Çektim çektim! Bi bıraktım!

Attığım taş, kuşun tam önündeki toprağa çarpıp yükselmişti. Kısa bir an sonra tiz bir çinko çanak sesiyle birlikte “deyusun çocuu! Gine guş avlıyon le seen! Başıma yarıyoodun needeeyse! Hindi geliyon! Bacaklaana gııcam senin!” diye çemkiren Gödembelilerin gelini Sevnaz teyzenin sesini duydum. Ayağa kalkmadan geri dönüp emekleyerek annemin yanına giderken Sevnaz teyze “Vedaaat, gaalaalan muhabbet etcem deye susuz bıraktın bize! Allah da sene susuz bıraksın işallah, bi damla suya muhtaç ol cehennem köşeleende!” diye Vedat abiye bağırıyordu. Benim güzel memleketimin güzel kadınları çok güzel söverler eskiden beri. Anneannemden biliyorum. Vedat abi bir elinde su tası bir elinde dışı pamuk balyasıyla kaplı su bidonu koştururken annemin yanına varmıştım. Gödembelilerin gelini suyu içerken saydırmayı sürdürüyordu yudum aralarında “ülen Vedat, gan gibi su içiriyon ıısanlara, bu ne le böle! Heç ıslatmamışın bidonun ballesine, bu ıscakda ıscacık su içiriyon bize! Na ha Allah belana veemesin ganı bozuk!”.

Bize garezi varmış gibi bütün yakıcılığını üstümüze döken güneşin ışınlarından korunabilmek ve biraz olsun serinleyebilmek için annemin tavsiyesiyle şapkalarımızın içine pamuk yaprakları doldurduk kardeşimle. Şapka takmayı zaten sevmezdim (hala da sevmiyorum). Şapkanın içine koyduğumuz yapraklar bir süre sonra ağırlaşıp, şapkanın içindeki nemi arttırınca çıkarıp attım şapkamı. 

Yemekten sonra yeniden pamuk toplamaya giriştiğimde sabahın zorluklarından sonra öğleden sonranın zorlukları başlamıştı. Güneşi yiyen pamuk kozalarının uçları adeta bir iğneye dönüşmüştü. Pamukları çektikçe parmaklarıma daha çok batıyor, ellerimin üstünü daha acımasızca çiziyorlardı. Annem bizden uzaklaştıkça çaktırmadan peşine takıldığım kuyruk kaldıranların ardında ceplerimi boşalttığım halde hiçbir kuşu vuramadan ikindi vaktine ulaşmıştım. Öğle arasını karnımı doyurmak yerine kuş peşinde seğirterek geçirdiğim için karnım acıkmıştı. Tarlanın sınırına niye ekildiklerini anlayamadığım susam fidelerine dadandım hemen. Güneşin sayesinde yarı kavrulmuş halde beni bekleyen susam kozalarını çevirip avucuma boşaltıyor ve yeterli miktar birikince ağzıma atıyordum.

ad826x90

Vakit akşama yaklaşınca o zamana kadar amelelere su dağıtmaktan ve kadınlarla muhabbet etmekten başka işi olmayan Vedat abi bohçaları toplayıp balyalamaya girişmişti. Bizim bohçayı sırtlayınca annem beni Vedat abinin peşine yolladı. Traktörün yanında dedemin arkadaşı ve aynı zamanda tarla sahibi olan Celal dede ve oğlu Cengiz abi vardı ve gelen bohçaları kontrol ediyorlardı. Cengiz abi ve Vedat abi omuzlarına aldıkları uzun ve kalın sopanın ortasına kantarı geçirip eğildiklerinde kantarın çengelini bizim bohçanın düğümüne geçirdim. Sonra eğilip bohçanın altındaki otları sağa sola yatırıp bohçamızı hafifletmemesini sağladım. Bu sırada Celal dede ilerleyen yaşına rağmen keskin gözleriyle kantarın darasını alıp tartıyor ve elindeki deftere kaydediyordu.

Tartılan bohçalar abiler tarafından balyalanıyordu. İlk başta yumruklarıyla bastıkları pamukları, balya yarılayınca içine girip ayaklarıyla sıkıştırıyorlardı. Ben büyülenmiş gözlerle onları izlerken (ne çok özenirdim), Vedat abi: “Faati gee le hu pamıklara gatıvee ballenin içine” diye bağırdı. Balyalama işine ortak olmanın sevinciyle çocuk avuçlarıma alabildiğimce pamuk alıp atıyordum balyanın içine.

Sıkı sıkı doldurulup ağızları çuvaldızla dikilen balyalar, abilerce mükemmel bir mühendislik örneğiyle römorka yüklenirken bütün işçiler topladıkları son pamuklarla dolu önlüklerinin tartılması için bekleşiyorlardı. Celal dede herkesin toplamını okurken annemle sürekli bir yarış halinde olan Pazvatların Mübeccel, bizim toplamda iki yüz altmış sekiz buçuk kilo pamuk topladığımızı duyup, gök gözlerini belerterek “gıı ne ara topladın bu gadaa, yimek de mi yimiyon seen!” Dedi anneme. “Maşallah de Böbeccel abla, inden böle ediyon gı sen!” diye cevaplayan annem bir yandan kardeşimle beni balyalarla dolu römorka bindirmeye çabalıyordu.

Tepeleme yüklü römorkta, balyaların üstünde konforlu bir yolculuk yapıyorduk tozlu tarla yollarında. Kuş bakışı yolu izlerken aklım hala kuyruk kaldırandaydı. Akşam ezanı okunuyordu. Atça’ya girmek üzereyken yolun kenarında römorkun arkasına fırlayan Deli Hüsnü “laaheeellloovv!” diye bağırınca korkup, refleks olarak “anaanamıı deyusun çocuu!” diyerek sıçradı Sevnaz teyze. Sonra da sepetinden çıkardığı kuru soğanı fırlattı Hüsnü’ye.

Vedat abi, sabah bizi aldığı köşe başına bırakıp diğer işçileri bırakmak üzere yola devam ederken, yarına hazırlık amacıyla taş toplayarak eve doğru yürüyordum.

ad826x90

Eve girip ellerimi suya tutunca ellerimin üstündeki çiziklerin kavrulduğunu hissediyordum. Su kavurtur mu? Evet! Hem de nasıl kavurtur! Akşam yemeğinden sonra annem ertesi günün yemeğini hazırlamak üzere mutfağa geçtiğinde ben, çekyata uzanmış, göz kapaklarıma çöken uykuya karşı direniyordum avuçlarımda hala pamuk varmış gibi yumuşak bir dolgunluk hissiyle…

(Bu dolgunluk hissini hastanede uzun zamandır üroloji servisinde çalışan sağlık memuru bir arkadaşıma anlatıp aynı hissi yaşayıp yaşamadığını sorduğumda derin düşüncelere dalmıştı arkadaşım. Her gün akşama kadar pamuk kadar yumuşak olmayan -şeyleri- avuçlayıp sonda takıyor adam. Yazık lan!)

Ekimseekim
İkibinseyirmi
https://www.instagram.com/fatihgoksu9/

ad826x90
ad826x90
YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

Sıradaki haber:

Tesadüfün iğne deliği

HIZLI YORUM YAP

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.