Düalizmin hakkı

Bu kadar cahilce bir bilgelik halinde başkasının yaşam alanındaki bir karara bizim “haklı” veya “haksız” ataması yapmamız ne kadar sağlıklı?


Bugün biraz çocukları düşünerek başlayalım yazıya: Kimimize “Yaa ne tatlı” kimimize de “kim çekecek bu salya sümükleri” dedirten 0-7 yaş arası insanlardan… Peki, hangimiz haklıyız? Aslında her ikimiz de haklıyız, aynı zamanda her ikimizin de haksız olduğu gibi… Önce haklılık konusundan başlayalım:

İki temel olgu ile dünyaya geliyoruz her birimiz: Biri özgürce, herkese eşit mesafeyle, eşit sorularla yaklaşan, korkusuzca soru sorabilen saflık; bir diğeri ise saldırgan ve güdüsel olan dürtüsel yanımız… İkisi de tek bir bedende: çevresinde gördüğü şeyi önce taklit ederek kendine rol biçen ve cinsiyetini, kimliğini analiz eden o düalist varlık formu. 

Çocukları sevimli bulan da sevimsiz bulan da bir ölçüye dek haklı gözüküyor gibi. İnsan, başlangıçtan itibaren doğası veya normal doğa döngüsü fark etmeksizin hep bir ikili düalizm yönüne sahip: soğuk-sıcak, gece-gündüz ve saf-güdüsel… 

Öyleyse hepimiz her iki yönümüzü ve bir bütün olarak bu dünyaya geldiğimizi kabul etmek ve hatırlamak durumundayız. Eylemlerimiz de bu her iki yönü kapsıyor, davranışlarımız da, sevgimiz de… Bizi oluşturan ve bir eden şey, en başından itibaren hep içimizde olan o şey: eril-dişil, karanlık-aydınlık, bilge-cahil… Her iki yan da en başından beri zaten bir potansiyel olarak içimizde yaşıyor. Öyleyse bu düaliteler haricinde kalan tüm düaliteleri bir yana bırakıp, öncelikle kendi karanlık ve aydınlık; dişil ve eril yönlerimizi ve bunların bütünlüğünü görüp kabul ederek işe başlamamız lazım.

Devamında ise kısaca “haksızlık” olgusundan bahsedelim. Bizi var eden tüm imkânlar ve eşit dağılan bu yönler ile oluşturduğumuz varoluş formu ile her birimizin bir “hak”kı söz konusu. Ancak bunun haklı veya haksız oluşunun atamasını yapmamız ne kadar bizim hakkımız, orasını bir düşünelim…

Her birimiz deneyimlediğimiz, öğrendiğimiz, taklit ettiğimiz kadar var ediyoruz kendimizi ve elbette deneyimlerimizin ve bilgilerimizin haricinde hep bir artık ve bilmediğimiz bir yön kalıyor. Bu kadar cahilce bir bilgelik halinde başkasının yaşam alanındaki bir karara bizim “haklı” veya “haksız” ataması yapmamız ne kadar sağlıklı?

Burada yanlış bir duruma yol açmamak için toplumsal olarak yüzleştiğimiz şiddet, taciz ve tecavüze karşı haklılık-haksızlık yorumunu bırakalım demiyorum. Elbette ki her birimiz, “yaşam hakkı” ile geldik buraya ve birbirimizin hakkını savunmamız önemli. Ancak düalitemizin bize sunduğu yadsınamaz güdülerimizi fark edip, kabul edip, üzerine çalışıp şifalandırmadan, “haklı” ya da “haksız” yorumunda bulunmamız bize ne kadar yarar sağlar bunu bir kez daha düşünelim istedim. Sonsuz bir rahatlıkla eleştiriyoruz, yargılıyoruz ve üstümüze düşen görevi görmek yerine tüm okları başkasına yöneltiyoruz… Bu halimizle belki de sürekli eleştirdiğimiz inç kültürünün yeniden üretilmesine katkıda bulunuyoruz. 

Düalitemizi görüp, kabullenip, bütünsel olarak arındıracağımız ve hem bireysel hem toplumsal olarak şifalanacağımız zamanlara…

[zombify_post]


0 Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir