34,3122$% 0.21
37,2200€% -0.48
44,4322£% 0.46
3.017,79%-0,07
2.736,14%-0,26
8.885,00%0,24
Yunus Nadi’nin sahibi olduğu Cumhuriyet gazetesi Şubat 1929’da, İstanbul’un ilk güzellik müsabakasına ev sahipliği yapacağını ilan etti. Ön sayfadaki manşet, “Aynı Şeyi Biz Niçin Yapmayalım?” diye soruyordu. Bütün medeni ülkeler güzellik müsabakaları tertip ettiğine, kazananlar Avrupa ve Amerika’daki uluslararası güzellik müsabakalarına katıldıklarına göre, benzer bir müsabaka Türkiye toplumunun olgunlaşma yolunda bir kilometre taşı olacaktı. Gazete çok geçmeden “en güzel Türk kadınını” aradığını ilan etti; seçilen, Türkiye’yi ecnebi memleketlerde temsil edecek, bütün dünyaya yeni cumhuriyet kadınının yüksek niteliklerini gösterecekti. Futbol maçından farklı olmayacak, diyordu Yunus Nadi; en mükemmel Türk vatandaşlarını denizaşırı memleketlere gönderip diğer medeni milletlerin en güzel ürünleriyle boy ölçüştürmenin bir fırsatıydı bu. Ardından ayrıntılar geldi. 16 ve 25 yaş arasındaki bütün “namuslu Türk kadınları” müsabakaya katılabilecek, ırk, din ve mezhep farkı aranmayacaktı. Yarışmacılardan gazetede basılmak üzere birer fotoğraf göndermeleri istenmişti; böylece okurlar da finalistlere oy verme şansı elde edebileceklerdi. Mayo giyilmeyecek, hakem heyeti en saygın kişilerden oluşacaktı. “Aşüfteler ve bar kızları” müsabakaya kesinlikle katılamazdı.
Tek partili, tek liderli ve geleceğe giden kabul görmüş tek yolu olan bir ülkede, herhangi bir şeye serbestçe oy vermeye davet edilmek bir yenilikti. Ve Yunus Nadi’nin fikri istenen etkiyi yarattı. Gazete bürolarına fotoğraf yağdı. Okurlar finalistlerin meziyetlerini tartıştı. Bir yazar, müsabakayı kazanan Türk kadınının uluslararası bir müsabakada diğer yarışmacıları yenme şansı olduğunu yazdı. Avrupa müsabakasında son kazanan bir Macar’dı; Türkler ve Macarlar soydan kuzen olduğuna göre -anlaşılan iki millet de Orta Asya göçebelerinin soyundandı- Türk güzelinin kazanma şansı vardı. Tartışmalar öyle yoğunlaşmıştı ki, müsabakanın ilan edildiği hafta İstanbul’a başka bir ünlünün, Lev Troçki’nin geldiğini pek az kişi fark etti.
Okurlar otuz civarında finalist seçtikten sonra, ilk müsabaka gazetenin yazı işleri bürosunda yapıldı. Elli ileri gelen kişiden oluşan hakem heyeti, dekolte bir elbise giymeleri ve Türkiye vatandaşı olduklarını onaylayan bir nüfus cüzdanı göstermeleri gereken yarışmacıları tek tek inceledi. 3 Eylül’de sonuçlar belli oldu. Cumhuriyet ön sayfasının tümünü müsabakayı ve kazanan Feriha Tevfik’i anlatmaya ayırmıştı. Bir anda şöhret sahibi olan genç kadın Amerika’daki uluslararası müsabakaya katıldıysa da Yunus Nadi’nin büyük beklentilerinin tersine, kazanamadı. Buna rağmen Türkiye’de yeni yeni boy atmakta olan sinema endüstrisinin patronları defalarca onun kapısını çaldı. Bazı melodramlarda ve romantik filmlerde oynadı. 1930’larda da herkesçe olmasa bile tanınmış bir figür olmayı sürdürdü.
Yunus Nadi çok geçmeden her yıl güzellik müsabakası yapılacağını açıkladı. 1930’dan başlayarak her yıl yirmi finalist, ecnebi ülkelerdeki müsabakalarda olduğu gibi, Türkuvaz kulübünde yapılacak muazzam bir baloyla hakem heyetinin ve parayla satılan davetiyelerle gelen misafirlerin önüne çıkacaktı. Gazetenin manşeti şöyleydi: “Güzellik Ayıp Bir Şey Değildir”. Ama bütün bunlar henüz çok yeniydi. Yunus Nadi fikrin aklına ilk gelişinden itibaren müsabakayı savunmak zorunda kalmıştı. Olumsuz tepkiler kabarmaktaydı. Sadece İstanbul sosyetesindeki muhafazakarlardan değil, Türk hükümetinden de gelen yoğun eleştirilere göğüs germeye çalışıyordu. Hakem heyeti 1931 Türk güzeli olarak “muallim” Naşide Saffet’i seçince, Maarif Vekaleti böylesi müsabakalara katılan muallim ve talebeleri meslekten atmakla tehdit eden bir sirküler yayınladı. Özellikle muallimler iffet ve aklıselim modelleriydi -üstelik, devlet memurlarıydı- dolayısıyla içlerinden birinin kendisini baştan aşağı süzen bir hakem heyetinin karşısına çıkması toplum ahlakına aykırıydı.
Daha da kötüsü, Yunus Nadi vaatlerinin en önemlisini yerine getirememişti. Hadi diyelim Müslüman kadınların katıldığı bir güzellik müsabakası düzenleyip yakışık almayan bir iş yaptı, en azından uluslararası müsabakalarda birinciliği kazanan birini ortaya çıkarmalıydı. Üç yıl boyunca müsabakaya katılanlar Belçika ve Fransa’daki sahnelerde varlık gösteremediler. 1930 “Mis Avrupa” unvanı Yunan güzeline verilince milli itibar iyice zedelenmiş oldu. İşte tam bu noktada Yunus Nadi parlak bir fikir bulmuşa benziyor. Eğer muhafazakarlar güzellik müsabakalarını Müslüman kadınların haysiyetine yakıştıramıyorsa, ki bunun nedenlerinden biri birinci olanların hala ahlak zayıflığı ve düşüklük sayılan sinema ya da tiyatroya geçmeleriydi, o zaman bu sorunu çözmenin bir yolu kimsenin toz konduramayacağı bir aileden gelen bir yarışmacı bulmaktı. Yunus Nadi’nin bulduğu kişi, Keriman Halis’ti. Cumhuriyet ilan edildiğinde Keriman on yaşındaydı. Onunki gibi aileler Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü eski bir yaşam biçiminin sonu değil, doğru planlama ve bağlantılarla servet getirecek ve fırsatları yeniden tanımlayacak kabaran bir dalga olarak görüyordu. Keriman’ın dedesinin babası şeyhülislamdı ve aynı zamanda halife olan sultandan sonra bütün imparatorluktaki en güçlü dini liderdi. Dedesi orduda paşaydı. Babası Halis Bey, Osmanlı tüketicilerinin modern ve Avrupai gördükleri mallara aç olduğu 19. yüzyılda başarılı bir tüccardı. İmparatorluğa yangın söndürme aletleri ithal edenlerden biriydi ve bir bakıma İstanbul’un yüzyıllardır süregelen kaçınılmaz bir sorununa çözüm bulmuştu.
Böyle bir soydan gelen Keriman çocukluğunu Fransız mürebbiyelerle, at binerek, balolara ve gezilere giderek geçirdi. Değirmi yüzü, pırıl pırıl kara gözleriyle çok güzel bir kız olarak görülüyordu. Beşiktaş’a yakın Fındıklı’daki evleri geleceğe iyimser bakılan, hayat dolu sohbetler yapılan bir yerdi. Babasının edebiyat ve sanat tutkusu sayesinde, Müttefik işgalinden milli hakimiyete geçişte şehrin yeniden biçimlenmesine yardım eden Müslüman yazarlar, ressamlar ve fikir adamlarıyla çevriliydi. Keriman’ın üç kuşak büyüğü Halide Edip de buna benzer bir ortamda yetişmişti, ama arada büyük farklar vardı. Halide Edip, yetişkin yılları imparatorluktan cumhuriyete geçişin çalkantılı döneminde geçen ilk kadın kuşağındandı. Onlar başlarını açmak, evden çıkmak ve medeni haklar için mücadele ediyorlardı. Oysa Keriman’ın kuşağı yeni kamusal hayatı ve kadınların hukuki statüsünü doğal karşılamışlardı. Onlar, birer yetişkin olarak Türkiye Cumhuriyeti’nden başka bir ülke bilmeyen ilk genç kadınlardı.
Keriman, 1920’lerin sonlarında, evlerinin hemen üstündeki Pera’nın caz kafelerine ve balo salonlarına gidenlerden biri değildi. Rus şarkıcılar, Levanten parti müdavimleri ve eski fahişelerle dolu böyle mekanlarda onun soyu sopu ve toplumsal konumundan kızların görülmesi düşünülemezdi bile. Ama Yunus Nadi’nin en önemli yeteneklerinden biri, bu iki farklı dünya arasında köprü kurmaktı.
İstanbul, en azından iş dünyası ve hükümetin üst basamaklarındaki dar Müslüman tabaka için birçok bakımdan büyük bir köydü. Şehrin en saygın gazetecilerinin Halis Bey’in ve onun güzel, yetenekli çocuklarının yörüngesine girmesi kolaydı. Yunus Nadi’nin Keriman’ın güzellik müsabakasına katılmasına izin verip vermeyeceğini birkaç kere Halis Bey’e sorduğu söylenir. Ancak, Müslüman kadınların sahneye çıkmasının bile nadirattan olduğu bir çağda, bir babanın kızının yabancılarca inceden inceye gözden geçirileceği bir konuma koyacağını düşünmek zordu. Keriman, en azından Yunus Nadi’nin kendi kurallarına göre müsabakaya katılacak yaştaydı, ama babası bu işe kuşkuyla yaklaşıyordu. Yunus Nadi’nin her soruşunda Halis Bey geri durdu. Sonunda, yıllarca süren tatlı sözlerin etkisiyle, razı oldu ve 1932’de Keriman Halis Cumhuriyet’in Türkiye Güzeli müsabakasına yazdırıldı. O Temmuz Pera’da yapılan müsabakada birinciliği elde etti. Yunus Nadi’nin, Keriman’ı sadece ülke çapında şöhret yapmaktan daha büyük planları vardı. Onu derhal Kainat Güzeli müsabakası diye bilinen International Pageant of Pulchritude’a [Uluslararası Zarafet ve Güzellik Geçidi] kaydettirdi. Yunus Nadi’nin müsabakası gibi, bu geçit de bir halkla ilişkiler gösterisiydi. Önceleri Teksas’ın Galveston şehrinde yapılıyordu; şehir 1900’de bir kasırgayla yerle bir olmuştu ve otuz yıl sonra hala turist çekmenin yolunu bulmaya çalışıyordu. Kazananların çoğu Amerikalıydı; bütün dünyadan yeteneklerin katıldığı söylenerek pazarlansa da aslında müsabakaların çoğu Galveston’da yapılmıştı. Ama çok geçmeden, gösteriyi düzenleyenler turizmi canlandırmak ve bir marka geliştirmek isteyen herhangi bir şehir ya da kasabaya aynı gösteriyi düzenleme hakkını verebileceklerini gördüler. O yıl müsabaka Belçika’daki tatil kasabası Spa’ya taşındı.
Bütün dünyayı saran buhran yıllarında otel ve restoran gelirleri azaldığından, müsabaka hem para getirecek hem de iyi bir reklam olacaktı. Ağustos 1932’de katılımcılar, dostları ve gazeteciler akın akın Spa’ya doluşurken, İstanbul da kendi şampiyonunu uğurlamaya hazırlanıyordu.
Gazetelere göre Keriman Halis’in Taksim meydanındaki veda törenine yirmi bin İstanbullu gelmişti. Belçika’ya babasıyla birlikte trenle gidecekti. Sınıra kadar bütün istasyonlarda onu geçerken görmek için kalabalıklar toplanıyordu. Spa’da basın bütün yarışmacılara yoğun ilgi göstermişti, ama Keriman tam bir ilgi odağıydı. Müslüman aleminden gelen tek yarışmacıydı, üstelik ailevi geçmişi ona bir saygınlık ve zarafet havası kazandırıyordu. Zaten Yunus Nadi bu yüzden babasını kandırmak için bunca gayret sarf etmişti. Belki de bu nedenle Belçika’da sahneye çıkarken, Yunus Nadi’nin müsabakasını daha önceki yıllarda kazananların tersine, arkasına Türk hükümetinin tam desteğini almıştı.
Keriman Spa’da istanbul’daki gibi davrandı; balo tuvaletiyle bir kraliçe gibi yürüdü, jüri üyeleriyle konuştu ve dünya basınına mütevazı pozlar verdi. Yarışmanın sonuna doğru Alman güzelinin kazandığından emindi. Ama adı okununca hafif bir tebessümle patlayan flaşların önüne doğru adım attı. 1932 Kainat Güzeli ilan edilmişti. Sonraki günlerde neredeyse otuz bin tebrik telgrafı aldı. Yunus Nadi Cumhuriyet’in bir sayısını Keriman’a ayırmış, hikayeyi bütün ayrıntılarıyla vermişti. Mustafa Kemal en samimi dileklerini telgrafla yolladı, Büyük Millet Meclisi, içişleri bakanı ve İstanbul valisi de öyle. Cumhurreisi Mustafa Kemal Yunus Nadi’yi bizzat yanına çağırarak tebriklerini iletti. Eski savaş kahramanı ve başvekil İsmet Paşa mecliste ayağa kalkarak Keriman’ın “Aleyhimize yükselen seslere karşı kanlı canlı bir delil” olduğunu söyledi. Abartma fırsatını hiç kaçırmayan Cumhuriyet, Keriman için “Dünyayı Fetheden Türk Kızı!” manşetini atmıştı.
Ardından kamusal görevler ve davetler geldi. Keriman Belçika’ da alkışlandı, Paris’te ağırlandı ve Kahire’de göklere çıkarıldı. Berlin ve Chicago’da ortaya çıktı, hatta Atina’ya uğrayıp eski düşman ama artık Mustafa Kemal’le ilişkilerini düzeltmiş olan Elefterios Venizelos’a nezaket ziyaretinde bulundu. Sadece güzellik müsabakasının kraliçesi değil, daha da önemlisi, ülkesinin elçisi oldu. Ev sahiplerinin beklediği gibi çıkmadı her zaman. Bir gala yemeğinde hevesli bir organizatör, Şarkvari dekorasyonun dünyanın ilk Müslüman güzellik kraliçesinin hoşuna gideceğini düşünerek masalara küçük kağıt fesler yerleştirmişti. Fes eski imparatorluğun simgesi, üstelik Cumhuriyet Türkiye’ sinde yasak olduğundan, Keriman hepsi ortadan yok edilene kadar salona girmeyi reddetti.
Keriman İstanbul’a döndüğünde muazzam bir hoş geldin töreni yapıldı. Ülkeyi gezerken her durakta sadece Cumhurreisi Mustafa Kemal’in rakip çıkabileceği bir coşkuyla selamlandı. Bir filmde oynaması teklif edildi, ama o geri çevirdi. Haysiyetinin bunu gerektirdiğini söyledi. Bir süre sonra evlendi, aile kurdu ve Kemalist meziyetlerin ünlü bir simgesi oldu. Daha sonraki yıllarda güzellik müsabakalarına katılanlar onu ziyaret etmeyi adet edindi. Güzellik konusunda engin bilgisi olan kişi yaftasını daima reddetmişti. Müsabakanın modern Türkiye’nin ve kadın özgürlüğünün sergilenmesi olduğunda ısrarcıydı.
Belçika’daki zaferinden iki yıl sonra, soyadı kanunu çıktığında, Mustafa Kemal Keriman’a “Ece” soyadını verdi. Ece, Keriman’ın aile soyadı olmuştu artık. Halide Edip yurtdışında konferanslar vermeyi sürdürüyordu, ama Türkiye’nin bu en ünlü feministi, cumhuriyetin ve bir an için bile olsa dünyanın en tanınmış kadınının gölgesinde kalmıştı*.
*Pera Palasta Gece Yarısı: Modern İstanbul’un Doğuşu, Charles King, Çev: Ayşen Anadol
Kendinden kendine
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.