DOLAR

34,0275$% 0.01

EURO

37,6287% 0.26

STERLİN

44,5806£% 0

GRAM ALTIN

2.764,64%0,44

ONS

2.524,99%0,35

BİST100

9.578,33%-0,48

Öğle Vakti a 13:06
İstanbul PARÇALI BULUTLU 26°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a

Metin Fidan yazıyor: Eski şampuanlar

ad826x90
ad826x90
ad826x90

   Necmi isimli bir arkadaşımla beraber, onun çok eski bir arkadaşını ziyarete gidiyoruz. 

ad826x90

   Beni oraya davet eden Necmi, meseleyi anlatmış, “Bu hafta sonu mutlaka gideceğim, istersen sen de gel?” demişti. “Bu olay gerçekten ilgini çekecek. Belki ileride yazacağın bir hikayende bile kullanırsın. Ama ben yardım etmeye gidiyorum tabii. Eğlenmeye değil! Onu bil de gel.” 

   Kayışdağı’nda oturan bu eski dostun evine doğru, belediye otobüsünde yol alırken, Necmi durumdan tekrar söz etti.

   “Çünkü artık yardım edilmeyecek gibi değil. Hattâ, çok eski ve samimi arkadaş olduğumuzdan, bu özel yardımı benden kendisi ricâ etti! Akıllı adamdır, hiçbir kötülüğü de dokunmamıştır kimseye; ama bu herifte berbat bir nostalji hastalığı var yahu!” 

ad826x90

   Necmi’nin anlattığına göre -ki bunları birazdan ben de gözlerimle görecektim- bu kişi, eski günlere çok fena kapılıp kalmış. Kendisini bir türlü bu yoğun özlem duygusundan kurtaramıyormuş. Hali çok fenaymış. Yemiyor, içmiyor, daha doğrusu sadece güzel yapılmış eski yemekleri yiyebiliyor; artık o eski sokaklar yok diye düşündüğünden çoğu zaman sokağa bile çıkmıyormuş! 

ad826x90

   Bir gün şöyle bile demiş: “Valla eski günleri düşünürken, boğazımda acılı bir yanma hissediyorum! Kafamda bu eskiyi yaşatma sevdasından artık bıktım. Anladım ki bana bir faydası yok!” Nihayet kararını vermiş ve eski dostu Necmi’den yardım istemiş. Otobüste Necmi’nin yanında bir çanta vardı. İçinde, arkadaşın Eski Şampuanların evine götürdüğü bazı eşyalar bulunuyordu. 

   Nostalji duygusunu ben de severim sevgili okurlar. Ama bu kadar tehlikeli olabileceğini bilmiyordum! Evet, melankoli duygusuna çok benzediğinden insana acı veren bir yönü vardır. Ama gene de eskiye özlem duymak güzel diye düşünmüşümdür hep. Bu eski günlerin içinde, güzelleri de vardır, kötüleri de elbet. Kimse tümden eskiyi kötüleyemez, veya tamamen geleceğe övgüler düzemez. Aslında birçok uzmana göre, gelecek ve geçmiş diye ayrımlar bile yok. Sadece şimdi’yi yaşıyoruz bu düşünceye göre. Karışık işler! İnsan kime inanacağını, hangi duyguyu mantıklı bulup sahipleneceğini şaşırıyor. 

   Amerikalı komedi yazarı ve oyuncusu Woody Allen’in bu konulardan bahseden ‘Midnight in Paris’ adlı bir filminde, karakterler yaşadıkları dönemden memnun olmaz, daha güzel olduklarını düşündükleri eski bir dönemde yaşamayı arzularlar. Fantastik bir zaman yolculuğu gerçekleşir ve bir bir o eski dönemlere gidilir. Ama oradaki karakterlerin de hepsi mutsuzdur, çünkü onlar da kendilerinden önceki dönemi özlemektedir! 

   Eski görünümlü bir apartmanın üçüncü katına çıktık, gözlerinde minik kırmızı ampuller yanan, aslan kafalı bir zili çaldık. Çocukluğumda çok severdim bu zilleri! Kendi kapımızda da olsun isterdim. Kısmet olmamıştı hiç.

ad826x90

   Kapıyı, Necmi’nin arkadaşı açtı. 

   Daha o an, bu adamın ciddi bir nostalji hastalığına yakalandığını hissetmiştim. Çünkü bana, eski Adapazarı patatesi veya hormonsuz eski domates görmüş gibi bakıyordu. Gözlerinde, tarif edilemez bir acının yanında, tuhaf bir neşe ile, bir umut ve beklenti telaşı vardı.

   Bizi içeriye, salona buyur etti. 

   Necmi, arkadaşının sırtına vurdu:

   “Merak etme, halledeceğiz senin şu nostalji takıntını! Bak, yanımda destek kuvvet bile getirdim. Sakıncası yoksa tabii?” 

ad826x90

   Adam bana tekrar, internet videolarındaki üzüntülü yavru hayvanlar gibi bakarak gülümsedi: 

   “Hayır, yok elbette. İkiniz de hoşgeldiniz. Yalnız, benim bir çekincem var, Necmi! Bu yapacağımız şey, yeni bir fikirmiş gibi duruyor. Biliyorsun, yeni fikirlerden biraz ürküyor, çekiniyorum. Bu yapacağımız şey her ne ise, bunun eski bir yöntemi yok mu?” 

   “Eski yöntem mi? Yahu, bunun eskisi yenisi mi olur! Bildiğin, bir arkadaşa yardım etme olayı işte. Önce, senden ricam, daha evvel de söylemiştim: Herşeyi, eski-yeni diye ayırmayı bırak! Etrafındaki olayların veya eşyaların, ille de eskisi ve yenisi diye, iki çeşidi olmak zorunda değil. Bu zaman ayırımını sürekli yapma kardeşim!” 

   Adamcağız utandı, gözlerini kapattı. Aslında bu bahsettiğimiz takıntısı olmasa gayet sevimli ve çok zeki bir adama benziyordu. 

   “Ah, bilmiyor muyum sanki, Necmiciğim? Biliyorum! Fakat elimde değil işte. Kafamın içindeki bir bıçak, kendisi ayırıyor herşeyi zamanlara. Ayrıca çok da haksız değilim. Bekleyin, hemen geliyorum!” 

   Adam, odadan çıkıp, içeriye gitti. Elinde bir şampuan şişesiyle çabucak geri döndü. 

   “Bu denediğim kaçıncı şampuan, biliyor musunuz? Hiçbirisi eski şampuanlar gibi köpürmüyor. Yarısını boca ediyorum üzerime, gene de köpürmüyor kahrolası! Eski şampuanlardan iki damlacık damlatırdım avucuma, çıkan köpükle yalnızca saçımı değil, komple vücudumu yıkardım. Dün gece oturdum, sadece bu meseleye hüzünlendim. Kurtar beni, Necmi!” 

   “Yapıcaz birşeyler, sen sakin ol,” dedi Necmi. Yanında getirdiği çantayı açtı. 

   Araya girerek: “Yalnız şöyle birşey var,” dedim, “Kalitesiz bir marka kullanıyor olabilirsiniz? Örneğin benim kullandığım bir şampuan, mükemmel olmasa da, gayet güzel köpürüyor!” 

   “Olabilir. Belki de haklısınız. Ama gene de eski şampuanlar gibi köpüreceklerini hiç sanmıyorum! O köpürten şey her ne ise, o maddeden az koyuyorlar herhalde içine. Eskiden çok daha boldu.” 

   Çantadan çıkardıklarını, önündeki sehpanın üzerine dizen Necmi:

   “Şampuan mampuan, işin ayrıntısı!” dedi, “Daha büyük ve önemli meselelere gelelim biz.” 

   Bir müzik CD’sini eline alarak, etrafına bakındı: 

   “Sende CD çalar yok, değil mi?” 

   “Teyp kullanıyorum ben hâlâ. Eski Zeki Müren, Ajda Pekkan teyp kasetlerim var. Alışamadım bir türlü şu CD’lere.” 

   “Yahu, bırak! Alışamadım deyip işin içinden sıyrılıyor, kendini iki dakikada kandırıyorsun. Alışmaya çalışmadım, denemedim bile desene sen şuna! Neyse. İyi ki bu portatif cihazı getirmişim yanımda.” 

   Necmi, müzik CD’sinin kapağını açtı, diski aygıtın içine yerleştirdi, çalma tuşuna bastı.

   “Şunu bir dinle hele!” 

   Cihazın hoparlöründen odaya dağılan müzik, sahiden başarılı ve etkileyiciydi. Bu konuda çok seçici ve kuruntulu olmama rağmen benim de hoşuma gitmişti. 

   Necmi, “Nasıl ha!?” dercesine, arkadaşının suratına baktı.

   “Senin eski Türk sanat müziği şarkılarını sevdiğini biliyorum. Bak, bu grup da ne yapmış: Sanat müziği ezgilerini, modern tekno müzik ritmleriyle birleştirmiş. Ne eski sayılır, ne de seni ürkütecek kadar yeni!” 

   Arkadaşı, Necmi’nin koltuğunun önünde diz çökmüş, küçük aletten çıkan müziği dikkatlice dinliyordu. Bu nostalji illetinden kurtulmayı istediği çok belliydi. O yüzden, uyum sağlamak ve hislerini dürüstçe açığa çıkarmak için oldukça dikkatli davranıyordu. 

   “Fena değil, dedi, “Gerçekten hiç fena değil! Böylece hem yeni müzik akımlarını takip etmiş olacağım, hem de eskinin tadını kaybetmeyeceğim yine.” 

   “Demiştim sana! Üstelik bu tarzda, daha onlarca müzik grubu var. Sen merak etme, hepsinin en başarılı albümlerinin isimlerini bir kağıda yazıp koyacağım önüne! Biz şimdi, diğer önemli konuya geçelim. Yemek meselesi. Senin her yemeği yemediğini de biliyoruz maalesef!” 

   “Ondan önce,” dedi adam, “Şu ilaç olayını ne yapacağız? O konuda da fikrinizi öğrenmek isterim!” 

   “Ne ilacı!?” diye sordu, Necmi. 

   Eski dostu, odadaki bir camlı vitrinin çekmecesini açtı. İçinden iki kutu ilaç çıkardı, getirdi önümüze bıraktı:

   “İlaçlar da artık eski ilaçlar değil! Şu ağrı kesici mesela. İki saat bekliyorsun acıyla, anca etki ediyor, o da belli belirsiz. Eskiden böyle miydi Necmi? Siz söyleyin, Metin bey? Daha bardaktan suyla yudumladığında ağrısı mağrısı kesilir, huzura ererdi insan.” 

   Necmi, arkadaşının yüzüne dövecekmiş gibi baktı: 

   “Atma ulan! Bildiğim kadarıyla, sen hiç ağrı kesici kullanmazdın. Rambo gibi adamdın, karşıydın ağrı kesicilere. Eskiden de kullanmadın yani. Nereden biliyorsun şimdi, eski ilaçların daha iyi olduğunu, kerkenez!?” 

   “Doğru. Bilmiyorum! Sizin bilebileceğinizi düşünerek sizlere sordum zaten farkındaysanız.” 

   Adamcağız fena yakalanmış ve çok utanmıştı. Yine önüne bakıp, gözlerini yumdu. Fakat içinde bulunduğu durumun da farkındaydı. Kafasını kaldırdı:

   “Görüyorsunuz işte halimi! Eskiye özlem, ne hale getirdi beni. Bazen emin olmadan, ezbere konuşuyorum. Bütün güzellikler sadece eski günlerde bulunur deyip geçiyorum! Kolaycılığa kaçıyorum yani. Çekip alın bu saçma düşünceleri beynimden! Ben de sonra size güzel bir yemek ısmarlayayım!”

   Necmi, gayet sakindi. 

   “Tamaam, korkma,” dedi, “Hallediyoruz işte. Tamamen yok edemeyiz belki bu zehiri ama, normale döndüreceğiz seni. Sıradaki mesele, senin de şimdi dediğin gibi, yemek yemekle ilgili zaten!” 

   Necmi, bir hazır yemek pakedinin, kat kat sarılmış ince jelatinini sıyırarak, yemeği arkadaşının önüne iteledi. Yanında bir de çatal uzattı. 

   “Yeni yemekleri, yeni tatları denemekten korktuğunu da söylemiştin bana galiba? Hatırladığım kadarıyla, otuz sekiz senedir İzmir Köfte ve Sütlaçtan başka birşey yemiyorsun!” 

   “Doğrudur. Gerçi, o eski sütlaçlar da yok artık. Şimdikilere pirinç bile koymuyorlar nerdeyse! Sulu muhallebi gibi uyduruk birşey. Herneyse, dediğin doğru ama. Yemek alışkanlığımı değiştirmekten de korktum nedense. Yıllardır her akşam aynı şeyleri tıkınıyorum, bu eskiye bağlılık takıntısı yüzünden. Ama herşeye açığım şu andan itibaren! Sana bu konuda güveniyorum, Necmi.” 

   “Bana değil, diline, damağına güveneceksin artık. Tat şu önündekini bakayım! Bizim evin oradaki bir restorandan aldım. Yeni satışa koymuşlar, adı Mapizka! Yuvarlıklığıyla pizzayı andırıyor, ama içi kıymalı makarna gibi. Yurt dışında şu günlerde çok modaymış, buraya da şube açmışlar. Üstelik porsiyonu çok ucuz!” 

   Necmi’nin eski dostu, ağzından çıkardığı çatalı diliyle sıyırdı, tabaktan bir parça daha aldı. 

   “Mmmh. Salçalı gibi de. Vallahi harika! Haftada en az iki akşam yerim ben bundan.” 

   “Ye tabii. Korkmayacaksın yeni tatlardan! Bak, gayet hesaplı da zaten. Çok kazanan bir adam değilsin sen de sonuçta. Ucuza ne bulursan ye arkadaş!” 

   “Ben de yedim ondan,” diyerek lafa karıştım. “Gerçekten sağlıklı birşey. Bir yandan klasik sulu yemek gibi, bir yandan da hazır ve pratik bir yemek. Bravo, güzel yapmışlar doğrusu!” 

   Tabağı eline alıp, tedirgin bir şekilde çatalını saplayan adam:

   “Tamam da,” dedi, “Şimdi çok beğeniliyor diye her yer bundan yapmaya başlar. Sonra doğrusu hangisiydi, güzeli hangisiydi, unutur gideriz! Ben de ister istemez, nerede o eski Mapizkalar diye ah vah etmeye başlarım.” 

   Necmi, güldü: 

   “Gördün mü, meselenin aslını kavramışsın. Sende hâlâ iş var! Önemli olan, körü körüne eskiyi özlemek değil. Söylediğin gibi, şu anın içindeki iyiyi ve güzeli bulmak. Biz gene de lafı kısa keselim, en hassas konuya gelelim. Hadi hazırlan bakalım, dışarıya çıkıyoruz!” 

   Dostu da, ben de, ikimiz de şaşırmıştık. Necmi, sanki biraz bu işin içinde eğleniyor gibiydi. Dışarıda ne tür bir etkinlik yapılacaktı ki? 

   “Sahildeki çay bahçesinde bir misafirimiz var,” dedi. “Son meselemiz, kadın meselesi! Yalnızca eski kadınları, o eski İstanbul hanımefendilerini beğendiğini söylüyordun ya. Şimdikiler geleneklerini kaybetmiş, fazla modernler diyordun. İşte bu lüzumsuz ve saçma düşünceyi de çürüteceğiz! Seni, işyerinden bir bayan arkadaşımla tanıştıracağım. Ben de yeni tanıştım sayılır, geçen ay başladı bizde çalışmaya. Senin şu, sadece ağaçlar ve çiçekler, yani botanik üzerine eserler bulunan tuhaf kitaplığından bahsettim. Çok ilgilendi! Merak etti seni. Bugün için, senden habersiz bir randevu ayarladım. Seni şanslı kerata! Çok hoş bir kadın ha! Güzel birşeyler giy gel şöyle üstüne.” 

   Adam, bu sefer farklı bir utançla gülümseyerek: 

   “Şu yeni aldığım gömleği giyeyim öyleyse,” dedi. “Şimdi bana gene kızacaksınız ama… nerede o eski gömlekler!? Kendinden kolalı gömlekler vardı eskiden, taş gibi yakaları olurdu. Şimdikiler fanila gibi, ince tişört gibi. Sigara, kalem koymak için göğüs cepleri bile yok çoğunun!” 

   Necmi: “Kadının yanında böyle yapmayacaksın, değil mi? diye sordu. 

   “Ağız alışkanlığı,” dedi adam. “Yapmam merak etme.  Değişmek istediğimi biliyorsun! Bu konuda samimiyim, Necmi.” 

   “İyi… Bir kadının yanında gömleklerden filan konuşabilirsin elbette. Sadece, nerede o eski gömlekler diye başlama tüm cümlelerine. Çünkü, sen belki farkında değilsin ama, bu ifadeler sana, kendi çağında yaşamasını beceremeyen güçsüz bir insan izlenimi veriyor dostum.”

   Adam, birdenbire kollarını açarak Necmi’ye sarıldı! 

   “Sen çok iyi, gerçek bir arkadaşsın! Bir elin nesi var, iki elin sesi var. Mesela bak, ben bu son söylediğini bilmiyordum. Fark edemiyordum işte. İnsanın, sizler gibi, bu tür uyarıları çekinmeden yapan dostlarının olması ne güzel.”

   Necmi de, bu nostaljik arkadaşının sırtını sıvazladı. “Çabuk giyin gel, bekliyoruz!” dedi. 

   Yirmi dakika sonra, üçümüz apartmandan çıktık. 

   Necmi, istiyorsam benim de gelebileceğimi söyledi. Daha fazla bu duygusal meselenin içine karışmak istemiyordum, teşekkür edip onlardan ayrıldım. 

   Sonradan bana anlattığına göre, deniz kenarındaki bir kafeteryada kadınla buluştuktan bir süre sonra Necmi de masadan ayrılmış zaten. O ayrılana dek yapılan muhabbet ilginçmiş: İkisi de konuşkan insanlar olduklarından, kadın da, arkadaşı da, çekinmeden içlerindeki tüm kurtları ortaya dökmüşler. Kadın, “Gerekirse çocuk da yaparım ben, kariyer de!” demiş. Necmi’nin arkadaşı, önce bu fikri hiç sıcak bulmamış, “Nerede o eski kariyerler!” demiş, “Şimdi üç ay kurs gören, meslek sahibi ve uzman kesiliyor başımıza.” 

   Tam ortam soğumuşken, masaya bir sokak köpeği yaklaşmış. İkisi de eğilerek, dakikalarca köpeği sevmişler. Botanikten sonra bir ortak noktaları daha ortaya çıkmış böylece. Bizimki, ‘nerede o eski köpekler’ diye bir cümle kurmamış neyse ki. Sonuçta bildiğimiz, her zamanki köpekmiş işte. Kadın da gevşemiş, memnun olmuş. Böylece bu garip buluşma, güzel ve umut verici bir şekilde sonlanmış. 

Öykü, Metin Fidan’ın Kara Karga Yayınları’ndan çıkan “Jüpiter Kaç Lira?” kitabından alınmıştır.

Comments

comments

ad826x90
ad826x90
YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

Sıradaki haber:

tahrik hakkında kısa bilgi

HIZLI YORUM YAP

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.

Araç çubuğuna atla