DOLAR

33,9219$% -0.19

EURO

37,5469% 0.24

STERLİN

44,4529£% 0.26

GRAM ALTIN

2.774,04%1,09

ONS

2.549,62%1,52

BİST100

9.353,96%-0,70

Akşam Vakti a 19:29
İstanbul AZ BULUTLU 25°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a

Kimin parası?

ad826x90
ad826x90
ad826x90

   İnsanlara ilk başta çok tatlı gelen şu banka kredisi çılgınlığına, bir dönem ben de fecii yakalandım. Ekonomik olarak kötü durumdaydım. Evet, çorbamı içiyordum, yani karnım doyuyordu. Ama insanın canı bazen çorba içmek değil, kebap ve baklava da yemek ister! Aslına bakılırsa, yüz elli yıl yaşasam ve kebap yemesem de olur arkadaşlar! Bu durumdan gocunmam. Zaten neden yemek örneği verdiğimi bilmiyorum. Açlık, elbette en güçlü şekilde yemek ile ifade ediliyor, o yüzden herhalde. Fakat ben başka alanlarda da açtım. Bunların en önemlisi kültürel anlamda olanıydı. Sinemaya fazla gidemiyor, eskiden olduğu gibi kolayca dergi ve müzik CD’si satın alamıyordum, beğendiğim kitaplara bile bir kitapçıda bakmıyor, eskicilerde cildi yırtık, kapağı lekeli okunmuşlarını bulmaya çalışıyordum. Delikli ve yağlı inek peyniri geçmiş günlerde kalmıştı, bir alt kalite beyaz peynir yiyordum sabahları. Kısacası, toplamda yaşam kalitem düşmüştü. Bu kalite düşme olayı da gariptir! Bir asansörün içinde gidiyormuş gibi, indiğinizi-çıktığınızı pek anlamazsınız. Sadece kendinizi uslu uslu, o an içinde bulunduğunuz hayatı kâbul edip onaylarken bulursunuz. 

ad826x90

   Bunlar yetmezmiş gibi, bir de oturduğum daireden çıkartılıyordum. Kentsel dönüşüm projesi sebebiyle yıkılan, üç yıl içinde şutlandığım ikinci binaydı bu. Bu seferki evsahibim eskisinden de gaddar çıkmıştı sevgili okurlar. Suyu (su ortaktı, özel sayaçlarla tek odalık dairelere dağıtılıyordu) ve binanın merdiven elektriğini kesmişti. İşten dönünce el feneriyle basamakları tırmanıyor, tuvaleti fazla doldurmamak için de akşamları evde yemek yemiyordum. 

   Bir hafta içinde yeni bir daire bulmalıydım. Ama ne emlak komisyoncusuna ödeyecek yeterli param, ne de evsahibine verebileceğim depozito vardı. Üstelik hâlen, bankadan aldığım eski bir kredi borcunun taksidini ödemekteydim. Hayatımdaki ikinci banka kredimdi bu. Birincisini, ikinci el bir otomobil satın almak için almıştım. Ama kullanamamıştım. Yani krediyi değil, arabayı. Trafikte çok öfkeleniyordum! İnsan kendisini güvenli bir kafesin içinde zannettiğinden, karşı taraf duymaz diye de düşünerek, bolca küfür ediyor. Ya birisini dövecektim, ya da birisinden fena dayak yiyecektim. Hatalı şerit değiştirenlere, beceriksiz yayalara, gereksiz kornaya basanlara, yola fırlayan kedilere, herkese sinirleniyordum. Delirip bir hastaneye yatmadan arabayı satmış ve kurtulmuştum. Parasıyla kredi borcunun kalanını ve başka birkaç borcumu ödemiştim. 

   Kısacası, bu borç-harç, kredi-miredi işlerinde artık kendimi tecrübeli gördüğümden, ikinci kredime hiç düşünmeden başvurmuştum. “Borç yiğidin kamçısıdır” sözünü de seviyordum açıkçası! Elbette ha bire kamçılanmaktan, yani zorluklardan ve acılardan zevk alan manyağın teki değildim. Gene de kendimi bir yiğit olarak gördüğümü itiraf edeyim. Çünkü ödüyordum borcumu. Daha fazlasını bile öderdim! Ölene dek ödeyebilirdim. Zaten sıkıysa ödeme. 

ad826x90

   Asıl olaya geçmeden önce şunu da söyleyeyim, özellikle bir işte çalışmayan genç okurlara: Eskiden “avans” diye birşey vardı işyerlerinde. Henüz banka kredisi filan bilmiyorduk, duymamıştık. Ayın sonunu getiremeyince, işyerinin muhasebecisine uğrar, az birşey para isterdik. Bir sonraki ayın maaşından kesilmek üzere verilirdi bu avans. Banka kartları çıkınca avans birdenbire unutuldu, kimse avans istemez oldu, isteseler de işyeri sahibi artık vermezdi belki. Herneyse, böylece “avans almak” denilen harika şey, diğer birçok güzellik gibi tarihe karıştı.

ad826x90

   Altunizade sapağında minibüsten inmiştim. Borç istemek için eski karımın Bağlarbaşı’ndaki işyerine doğru yürürken, bunları düşünüyordum. Acaba, kendi işyerimden avans istesem verirler miydi? Uzun zamandır avans almamıştım; nasıl isteniyor, o anda ne söyleniyor, unutmuştum! Bu konuda banka daha iyi gibiydi. Avans daha arkadaşçaydı, orası kesin! Fakat gene de çekiniyor, utanıyordu insan isterken. Bir bankadan utanmana ise gerek yoktu. Çünkü bankanın sahibi yoktu karşında. Bir görevliye söylüyor ve form dolduruyordun sadece. Hattâ son zamanlarda buna bile gerek duyulmuyordu, bir telefon mesajıyla talep ederek kredi alabiliyordunuz. Ben de ilk defa böyle yapacaktım. Öteki iki kredimi banka şubesinden almıştım. Bu seferki inşallah mesajla olacaktı! 

   Krediyi vereceklerine adım gibi emindim. Çünkü şu ana dek bütün aldığım borçları ödemiştim. Daha doğrusu birincisini ödemiş bitirmiş, ikincisinin dördüncü taksidine kadar kazasız belasız gelmiştim. Ardından işin içine yeni bir eve taşınma olayı da girince, bir aksilik yaşamamak için eski karımdan borç istemeye karar vermiştim. Kendi aile yakınlarım ve arkadaşlarım arasında, işi ve durumu en iyi olan oydu. Bir devlet dairesinde çalışıyordu, yıllar sonrasında şefliğe kadar yükselmişti. “Sıkıştığın zaman gel elbet. Çekinme,” demişti. Küçük kızımızın da hatırına şöyle okkalı, güzel bir borç koparırım diye düşünüyordum. 

   Bunların hepsi normal beklentiler, normal süreçler. Normalin biraz dışına taşan şey ise şuydu sevgili okurlar: Herşey bir-iki güne sıkışmıştı. Özellikle o gün çok önemliydi. Çünkü, tam üç bankaya birden kredi başvurusu yapmıştım! Şurada burada kampanyalarını görüp, gün gelir lazım olur diyerek hesap açtırıp kartlarını aldığım bankalardı bunlar. ‘Biri vermezse öbüründen isterim’ şeklindeki mantıklı süreci boşverip, telaşla üçünden de neredeyse aynı saatlerde, telefon mesajıyla kredi talep etmiştim! Elbet bir tanesi tutacaktı artık. 

   Vaktim vardı. Meydanın köşesindeki börekçiye oturup, sabırsızlıkla mesaj bekledim. Ayrıca karşısına çıktığımda karıma ne diyeceğimi hesapladım. Eski günlerin anısına samimi mi olmalıydım, yoksa ciddi mi? Bir çay daha içtikten sonra kalkmak üzereydim ki, en çok umutlu olduğum bankadan mesaj geldi! 

ad826x90

   “Üzgünüz Metin bey. Çeşitli sebeplerle kredi başvurunuzu onaylayamıyoruz.” diyordu. 

   O çeşitli sebepleri açıklamıyordu! Neredeyse sinirden ağlayacak gibi olmuştum. Hayır, parayı alamadığımdan değil, bankanın bu tavrından. Az önce, avans isterken bir bankadan utanmanıza gerek yoktur, demiştim. Fakat demek ki banka da sizi utandırabiliyormuş! Börekçideki sandalyeme geri çöktüm. Eğer orada, bir muhabbet sofrasındaymışız gibi karşımda birisi bulunsaydı, şunları söyleyebilirdim: Ağbi, nasıl vermez kredi yaa!? Neyim eksik benim ha, neyim? Bir daha yüzüne bakmam o bankanın! 

   Neyse ki olayı fazla dramatize etmeme gerek kalmadı. Çünkü sırada daha iki banka olduğunu hatırladım. Onların başvuru mesajlarını sabahleyin yollamıştım, eli kulağındaydı. Garip bir neşeye kapıldım birdenbire. Kendime yarım porsiyon daha sade börek söyledim. Bir elimle çayı karıştırırken, öteki elimle bir bankadan daha kredi istedim! Böylece dört banka etti. Biri reddetmişti, geriye kaldı üç. 

   Öğle paydosu geçsin diye oyalanarak yürüdüm. Öğle tatilinde eski karımı rahatsız etmek istemiyordum. Heyecanlı ve mutlu gibi görünüyordum ama aslında kafam karışıktı sayın okurlar! En geç iki gün sonraya kadar bir ev bulup taşınmam lazımdı. Beğendiğim, daha doğrusu insanca oturulabilecek gördüğüm dairelerin hepsinden 1500 lira depozito isteniyordu. Adına emlakçı denen tanımadığım birisinin eline de en az 2000 lira sayacaktım. Bunun daha kamyon, hamal ücreti, gerekirse boyası, üçlü-beşli priz, ampul masrafı, bir yığın saçmasapan harcaması vardı. Doğrusunu söylemek gerek ki, şöyle insan gibi oturup, elime bir kağıt kalem alıp, “etraftan bulabileceğim para şu… harcayacağım para şu…” gibisinden detaylı bir hesaplama yapmamıştım. Kabaca, göz kararı hareket ediyordum! Bankaların benim gibi dalgacı Mahmutları sevmesi de bu yüzdendi…

   Binaya girdiğimi, uzun koridorda yürüdüğümü hatırlamıyorum bile; kafamdaki karmaşık düşüncelerle eski karımın odasının önüne dek gelmişim. Biraz durdum. Üstüme başıma çeki düzen verdim. Telefonuma baktım. Gelen mesaj bildirimini gördüm. Bir banka, başvurumu kabul etmişti! 

ad826x90

   Ufak bir onaylama işlemini yaptığımda beş bin lira o an hesabıma yatacaktı! Sanki üç kamyon kereste indirmişim de emek harcamışım gibi kendimle büyük gurur duydum! Bu para, en az iki ay, durumumu toparlayıncaya kadar bana yeterdi. Sevinçten ağzım kulaklarıma varıyordu. Bu mutlulukla içeri dalmışım. Karım, masasından bana bakıyordu. Beni sırıtırken görünce şaşırdı. 

   Daha önce geleceğimi haber verdiğimden hazırlık yapmıştı. Çekmecesine uzandı, bir zarf çıkarıp uzattı. 

   “Verme, gerek yok. Buldum ben para,” diyemedim. Uzanarak aldım zarfı. Şimdi böyle söylemem saçma olur diye düşünmüştüm. Biraz da sert ve dırdırcı bir kadındı, “Benimle oyun mu oynuyorsun? Niye geldin ki öyleyse? Alay mı ediyorsun sen?” diyebilirdi rahatça. Hem, fazla paranın zararı yoktu. Cebimde durur, ısıtırdı beni. Daha sonra, üzerinden harcamadan öderdim geriye. Böylece eski karıma, bana bir iyilik yapma fırsatı yaratmış oluyordum hem. Gözlerinde bunu gördüm zaten. ‘Gün geldi, elime düştün işte’ der gibiydi. 

   Yağmur’u kastederek: “Ricâ ediyorum, kız sende kaldığında Batman filmi izlettirme artık!” dedi. 

   “Olur,” dedim. Teşekkür ettim, çıktım dışarıya… 

   İşler garip bir şekilde iyi gidiyordu! Herhalde yarın sabah daireyi tutar, yeni düzenime başlardım. Heyecandan kıpır kıpırdım. Bir kafeye filan yürüyecek kadar sabredemedim. Kaldırımdaki bir taşa çöküp oturdum, telefonumda hemen onaylama işlemini yaptım. ‘Onaylıyorum’ tuşuna bastım, parayı hesabıma geçirdim. 

   O anlarda güldüm kendime, “Şu haline bak hele,” dedim, “Banka nasıl kredi veriyor len sana!? Tozlu kaldırıma çöküp oturmuş, dilenci gibi, meczup gibi bir adamsın!” Sonra kendime aynen şu cevabı verdim: “Oğlum, benim kredi notum çok yüksek! Yirmibeş yıldır aynı işte çalışıyorum. Yerim belli, adresim, mesleğim belli!” 

   O kadar yıldır çalışıyorum da ne oluyordu gerçi? Neredeyse onbeş yıldır aynı maaşı alıyordum! Benim gibi bir kerize kredi vermeyecekler de kime vereceklerdi? Ben böyle kendimi yarı küçümseyip, yarı da gurur duyup eğlenirken, ve daha şimdi yeni kredim onaylanmışken, üçüncü bankadan mesaj geldi. 

   Bunlar onaylamamıştır herhalde dedim. Mesajı açmak bile gelmedi içimden. Çünkü sinir bozucu video reklamları olan, gıcık bir bankaydı. En az umutlu olduğum bankaydı. Kartlarının üzerindeki hologram resmi çok beğendiğim için hesap açtırmıştım. Eve kadar da getirmişlerdi, mutfağımdaki sandalyede oturarak genç bir kadın yapmıştı işlemleri. Eli sıkı bir banka diye biliniyordu. Ve kredi talebimi kabul etmişti! 

   Biraz şaşkındım. Doğruldum, oturduğum kaldırımdan kalktım. Kıçımdaki tozları silkelerken bir mesaj daha geldi: Dördüncü banka da kredi isteğimi kabul etmişti! Ayrıca deli mi ne, onay monay formalitesine de gerek duymadan beş bin lirayı hesabıma, yani cebime koymuştu bile. Ne oluyordu Allahaşkına? Korkmuştum! 

   O an cebimde, karımdan aldığım üç bin lira, iki tane beş bin liralık kredi, bir tane üç bin liralık kredi, yani toplam 16 bin lira para vardı. (Eski para ile on altı milyon lira. Böyle söylemeyi daha çok seviyorum.) Toplam borcumun, ihtiyaç duyduğum miktarın çok çok üzerinde bir para! Ne yapmalıydım ben şimdi? 

   Ne alâkası varsa, kendimi bir sahtekar, bir düzenbaz gibi hissediyordum. Tekrar kaldırımdaki taşa oturmuştum. Güneş karşıdan vuruyor, gözlerimi kamaştırıyordu. Biraz da içinde bulunduğum tuhaf durumdan kamaşmıştı gözlerim. İnsan gözlerini kısarsa, en zorlu problemlere bile çare bulacağını sanıyor herhalde. Herneyse, 16 bin liralık bir iş yapmamıştım ki ben! Niye vermişlerdi bunu bana? Kimin parasıydı bu? 

   Kadıköy’e doğru inerken hâlâ aynı şeyi düşünüyordum. Kimindi sahiden bu para? Tamam, adına borç deniyordu, o kadarını biliyoruz. Gene de anlayamıyordum. Serbestçe benim kullanımıma sunulmuş bir paraydı. Fakat aslında bankanındı. Ama benim hesabımda duruyordu. Bilmece gibi birşey. Çıldırtır insanı!.. 

   Kavşaktaki boğa heykelini geçip Bahariye tarafına çıkarken, simit sarayının köşesinde Taner’i gördüm: 

   “Ev arıyorum demiştin sen değil mi? Arama artık,” dedi. “Güney’e yerleşiyorum haftaya! Kurtuluyorum İstanbul’dan. Darısı başına! Yıldızbakkal’daki, annemlerin eski evine yerleşip oturabilirsin. Kesinlikle kira istemiyorum! En az bir-iki sene elden çıkarmayacağım orayı. Bu süre zarfında otur, yat, kalk, ne yaparsan yap. Ha, eşyaya filan da para verme, Metin! Yatak, masa, buzdolabı, herşey var içeride.” 

   Ben bu kadar mutluluğa alışkın değilim sevgili okurlar. Hani neredeyse “Ne diyorsun sen lan!?” deyip adamın üzerine yürüyecektim. Daha acayibi ise, kredilerin hiçbirine ihtiyacım kalmamıştı! Ne yapacaktım şimdi bunca parayı? 

   Elbette, kimin olduğu belli olmayan bu parayı, benim olduğunu iddia eden yerlere, bankalara geri postalayacaktım…

   Taner’in evine taşınıp yerleştiğimde, tam bir hafta boyunca kredileri geri vermeye uğraştım. Bir-iki tanesini sorunsuz, hiç almamışım gibi kapatabilsem de, bazı bankalar dosya, sigorta masrafı gibi ücretleri geri ödemedi, ayrıca bazı faizlere de engel olamadım, bir banka ise doğru mu bilmiyorum araştıracağım, ‘üzüntü ve zaman bedeli’ diye birşey kopardı benden. Böylece kullanmadığım paralar için yaklaşık 500 lira zarara girdim. Neyse ki kirâ ödemeyeceğimden iki ayda kapatırdım bu açığı. Ayrıca eski karım da hemen istemezdi verdiği borcu. Ne kadar zaman ödeyemezsem, onun için o kadar iyiydi zaten. 

   Bu arada, içinizden bazılarınız belki yine bana kızacak ama, tüm bu alacak verecek hesaplarını, elime bir kalem-kağıt alarak yapmadım. Yeni dairemin duvarındaki kahverengi bir lekeye bakarak yaptım. Ülkemizdeki benim gibi çoğu şapşalın, hesapla-kitapla değil, tamamen göz kararı yaşadığını daha evvel söylemiştim. 

   Herneyse, kârda bile sayılırdım. İşte asıl bu tuhaf geliyordu bana. Bu duyguyla, yani ‘borçsuz’ yaşayamazdım ki ben! Elimde kalan ikiyüz lirayı, benzinli bir jeneratörün ilk taksidine yatırdım. Daha önce hiç jenaratörüm olmamıştı! Taner laf arasında, bu mahallede arasıra elektriklerin gittiğini söylemişti, bunu bahane etmiştim kendime. 

   Şu ana dek bir kere bile kesilmedi elektrikler. Jenaratörü satan adam, hiç kullanılmamışsa iade edebileceğimi söyledi. Ancak ben bir şekilde kullanmak istiyorum. Alın terimle kazandığım kredilerimin hepsini gözümü kırpmadan geri verdim. Bari bunu benden almayın! 

Öykü, Metin Fidan’ın Kara Karga Yayınları’ndan çıkan “Jüpiter Kaç Lira?” kitabından alınmıştır.

Comments

comments

ad826x90
ad826x90
YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

Sıradaki haber:

Neşeli Günler!

HIZLI YORUM YAP

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.

Araç çubuğuna atla