34,3054$% 0.31
37,5445€% -0.07
44,9573£% 0.06
2.925,56%1,27
2.657,00%1,05
8.876,22%-0,98
Gelin beraber okuyalım.
Barana’yı saçlarından tutup döverek C-6’ya getirdiler ve boş bir çuval gibi yere fırlattılar. Sonra da “artık hiç açılmayacak, yüzüne bile bakılmayacak bir kitabı kapatırcasına, her zaman olduğu gibi sertçe kapattılar mazgalı.” İşte tam da burada anlatıcı Mesut Hoca, müebbet Barana, menekşe kokulu Candan İleri, parası bol Reco Dayı, kafayı Timur adlı şahısla bozmuş Sıçan, elinden dilinden duayı eksik etmeyen Asım Abi ve duvarlara kafa atıp içlerinden geçip geçemeyeceğini kontrol eden Casper’la birlikte benim de üzerime kapandı kapılar. Öyle girdim C-6’ya ve kitabın içine.
Burada “Adalet kavramını onlar, yani galipler icat etmişti. Bir oyun hamuru gibi ellerinde evire çevire canlarının istediğini çıkarıyorlardı o hamurdan.” Aslında o mahkûmların çok özlediği dışarıdaki hayatta da öyle değil midir? İki gözü bağlı olması gereken adalet terazisi, hep muktedirlerin lehine eğilip bükülmez mi? Duvarlarla çevrili olunca demek daha çok sorgulanıyor.
Barana’da “kötü yazılmış da olsa kendi hikâyesine sıkı sıkıya yapışmış, orada yaşamaya kararlı insanların kederi” seziliyordu. Aslında hepimiz Barana’yız. Hikâyelerimizi değiştirmeye gücümüzün yetmediği noktada, hayatta kalma adına orada yaşamaya karar verme aşamasına geliyoruz ve kederle de olsa alıyoruz o kararı.
Mesut Hoca, Barana’yı “Yaşayamadıklarını, tamamlayamadıklarını, olamadıklarını, doyamadıklarını, arkasında bıraktıklarını anımsamaya çalışan bir ölü…”olarak tanımlıyor. Aslında bunun için müebbete mahkûm olmaya gerek yok. Hepimiz yaşayamadığımız, doyamadığımız, yarım bıraktığımız ne çok şeyi arkamızda bırakarak yaşam yolunda ölüme ilerliyoruz. Yaşamak tam da böyle bir şey galiba.
“Yeryüzündeki tüm cezaevi müdürleri gibi Taşkale’nin müdürü de çiçeklere düşmandı.” Cezaevi müdürü olmayıp çiçeğe böceğe, ağaca, çocuğa düşman ne çok kişi etrafımızda. Öte yandan menekşe tohumlarını eşe dosta havaya toprağa saçan çok güzel insanlar da var. Çiçekseverler içeride de dışarıda da hayatı yaşamaya değer kılıyorlar.
“İnsanın hikâyesi ne kadar basitse hayatı da o denli kolaylaşırdı belki de.” Basit hikâyelerin nasıl bir sona doğru gittiğiyle ilgili bu sanırım. Tünelin sonunda ışık değil de dramatik bir son varsa o tünel daha da kararıyordur sanki.
“Kimse hikâyesini sonsuza kadar içinde tutamazdı çünkü.” İşte tam da bunun için hiç durmadan anlatıyoruz ve yazıyoruz. Az veya çok ama mutlaka.
“Hayat, arada bir yerinden kalkıp bütün o önemsiz, öylesine anlatılmış, anlatılmasa da olur denecek hikâyeleri kara tahtadan güzelce siliyor ve geriye sadece tek bir hikâye bırakıyordu.” Sorulsa hepimizin var geriye kalacak tek bir hikâyesi. Yeter ki soracak ve dinleyecek birilerini bulalım.
“Çünkü bir gün bu hayatta herkesin konuşacağı, daha doğrusu hikâyesini en başından anlatacağı bir an muhakkak vardır. Hepimiz bu hayata hikâyemizi birilerine anlatmak için geliriz belki de. Öyle ya da böyle anlatmak için yaşarız. Sıramızın gelmesini beklediğimiz için dayanırız zamana.” Hele bir de sıramızın geldiği anda bizi can kulağıyla dinleyecek birine denk gelirsek hayatın lezzeti nasıl da artar. Belki de o zaman hikâyemizin sonunu kendimiz yazma cesaretini de buluruz. Tünelin sonunu ışıklandırırız.
“Avuntunun türlü halleri olurdu.” Evet ve iyi ki. Üstelik herkes kendi avuntusunu kendi buluyor. Bulamazsa fena.
“Herkes kendi rüyasında mutlu kalmalıydı belki.” Ya da mutsuzluğu rüyalara emanet edip uyandığımızda mutluluğun peşine düşmeli ve kendi gerçekliğimizde kalmalıyız.
“İnsan başkasının derdini çabuk unuturdu.” Hepimiz öyle değil miyiz? Beşeriz şaşarız. Ateş düşünce yanarız. Onlar da bizim derdimizi çabuk unutuyorlar. Ama yine de hekimden değil de çekenden sormaktan vazgeçmiyoruz.
“Unutmanın bin bir türlü hali var dünyada.” İyi ki de var. Yoksa taşıyamayız, ağır gelir, hikâyemiz deliliğe evrilir. Unutulan şeye göre değişir muhakkak ama unutmak hayatta kalmanın yollarından biri sanki.
“Ölüm, gideceği yere varmadan evvel sıkıntısını gönderirmiş.” Doğrudur. Ölümün nasıl güçlü bir karanlık enerjisi varsa artık, kendi sınırlarında kalması herhalde mümkün değildir. Yaşamı değerli kılmak adına içimize doğanlara kulak vermekte fayda var.
“Yeryüzüne tüm kelimeler insan kendinden söz etsin diye vardı belki.” İyi ki öyle! Yoksa kendimizi nasıl duyulur kılardık, nasıl var ederdik?
“Çünkü herkesin, içeride veya dışarıda, zamanlı ya da zamansız, yavaş yavaş veya aniden, az yahut çok, dilediği veya dilemediği bir biçimde delirme hakkı vardı bu dünyada.”Asıl delirmezsek deliririz çünkü. Delilik moladır. İsteyerek veya istemeyerek yüklendiklerimizin bize ağır geldiği anlarda mola vermezsek, hikâyelerimiz kontrolümüzden çıkar ve istemediğimiz yollarda debelenmeye başlarız. Delirip orada kalmak da bir tercih olabilir. Tercihlere saygı duyulmalıdır.
“Sorgulamayınca, ince eleyip sık dokumayınca, başına hafıza diye bir bela almayınca, hiç düşünmeyip acının üzerinde çok fazla tepinmeyince, umursamayınca, hiçbir şey olmamış gibi yapınca geçmez denilen acı bile kendiliğinden geçiyordu belki de.” Zaten iş bunu yapabilmekte. Acıyı içinden çıkarıp karşına alabiliyorsan yaraların kabuk bağlamaya da başlıyor. Bazı yaralar hiç geçmiyor ama onlarla yaşamayı öğreniyorsun.
“Yazmak, konuşmanın bir kâğıt üzerine hapsedilmiş halinden başka neydi ki zaten.”Nasıl güzel bir tanımlama. Alıyoruz içimizi dışımızı, yazarak konuşuyoruz. Hele bir de okuyarak dinleyen olursa, tadından yenmiyor.
“Ağaçlar sır tutmayı, dert dinlemeyi insanlardan daha iyi bilirler.”Ağaçları bu kadar sevmem demek bu yüzden. İnsan kendini anlatabileceği birini her zaman bulamaz belki ama sırtını dayadığında dinleyecek bir ağaç mutlaka vardır yakınlarında.
“Zaten bitmiş bir aşkın ilk zamanlarından başka güzel ne var ki hayatta.” Olsun. Bitecek bile olsa sırf o şahane ilk zamanlar için yaşanmaya değer bütün aşklar.
“Kelimeler bazen dert almak yerine insanın ağzında kekre bir tat bırakırdıçünkü biliyordum.” Ben de biliyorum ama yine de o kekre tadı, anlatamamanın yazamamanın acısına tercih ederim.
“Çünkü çocuklar erken avutulmazlarsa bir ömür geçmez acısı.” Ve her çocuğun avutulamadığı bir an yok mudur bir ömür taşıyacağı? O anlar silinmez izler bırakır hepimizde. Ancak onları görmeyi kabul edip anlatırsak azaltabiliriz acısını.
“Kısacık bir hayat verdiler bize, küçük bir zaman dilimi, bir süre oyalandık orada burada. De ki insan oyalanmadır dünyada. Oynadık ve bitti. Dışarıda kalmış bir çocuk gibi aldık hevesimizi dünyadan. Sonra hepimizi eve çağırdılar. Oyun bitti.”İnsanın en ağır yazgısı o oyunun bir gün mutlaka biteceğini biliyor olmak. Biliyoruz bilmesine de yine de tüm gücümüzle oyunda kalmaya çalışıyoruz. Belki de bitecek olmasıdır oyunu değerli kılan.
“Bütün hikâyelerin güzel bitmesi gerekmiyor sanırım. Belki de yarım kalan hikâyeler güzeldir, kim bilir.” Belki de ama nedense hikâyelerimizi tamamlamaya gayret ederiz hep. Yarımın güzelliğini atlayıp bütüne ulaşmaya çalışırız. Tamam olmaya çalışmak da insan olmanın zaaflarından biri sanırım.
“Özlemek değil alışmak iyileştiriyor hapiste yatanı.” Sadece hapiste yatanı değil, herkesi. Alışmak en temel hayatta kalma refleksi, her ne kadar bazen ölümden beter olsa da.
“Galiba, bir tek Barana gibi susanlara, konuşmayanlara, içine atanlara, konuşmaya takati kalmayanlara, sadece izleyenlere kulak vermeliydi dünya. Belki de bir tek susanların içinden geçenler doğruydu.” En çok da susanları görmezden gelmemiz ne acı. Onlar sustukça ne çok doğrudan mahrum kalıyoruz.
“Çünkü gerçek, her zaman kurgunun bir adım önündeydi.” Bazen kurguyla yarışsa da gerçeğin gücü tartışılmaz. Yeter ki o gerçeklerle yüzleşebilelim.
“Bir ağacın yasını tutan kimse kalmamıştı dünyada. Barana hariç.” Barana ve yas tutabilme çemberine ağaçları da katan herkese selam olsun.
“Kitaplar öyledir. Sessizce kitaplıkta dururlar. Ama bir gün açıp bir cümle okur ve yok yere o cümle veya yalana inanırsın.”Ve günün, gecen, hayatın, dünyan değişir. O sessizlikte ne çok gerçek, doğru, yalan, yol, yordam, aşk, meşk, şevk, akıl, fikir, şifa saklıdır.
“İnsanın kaderiyle mevsimler arasında sıkı bir bağ vardır.” Sadece coğrafya ve anatomi değil, doğduğun mevsim de kaderinmiş, demek, olur mu olur.
“Bu dünyada birtakım dümenler çevirip bunu kimseye anlatmamak için ya deli ya da veli olmak gerekiyordu. Zamparalar ve düzenbazlar, yaptıklarını birilerine anlatmazlarsa yaşadıkları her şey bir yalandan ibaret olurdu. Onların hikâyesi ancak böyle tamamlanırdı çünkü.” Pek dümen çevirdiğim söylenemez ama anlatmadan duramayacağıma göre demek benden çok deli de az veli de olmaz. Keşke dümensiz de olsa ikisin arasında gidip gelebilseydim. Nefes alabilmenin en güzel yolu bu olsa gerek.
“Her hikâyenin değilse de belki bazı hikâyelerin zor zamanlarda mutlu bitmesi gerektiğini düşündüm.” İsteyerek istemeyerek evlere kapandığımız bu salgın günlerinin oldukça zor zamanlar olduğunu göz önüne alırsak, Kara Sis’i okuyup dünyanın üzerine çöken sisi bir nebze olsun aralayabiliriz belki.
* Kitaptan alıntılar romanın ilerleyişine göre yapılmıştır.
Mahmutlar
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.