34,2939$% 0.07
37,7136€% 0.29
44,9191£% 0.18
2.906,39%-0,10
2.634,69%-0,29
9.002,42%-0,32
Norveç’in En İyi Uluslararası Film ve En İyi Orijinal Senaryo Oscar adayıymış. Başrol oyuncusu Renate Reinsve, Cannes Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü almış. Bunlar bir sinefil olma hayaliyle yaşayan bendenizi harekete geçiren unsurlar oldu. Bir de filmin adı The Worst Person In The World’ün nereden geldiğini merak ettim. Seyredeyim de dünyanın en kötü insanı kimmiş, bir göreyim dedim.
Lars von Trier, filmin yönetmeni Joachim Trier’in amcasıymış. Bilmiyordum. Seyrettikten sonra bunların arasında bir akrabalık var mıdır diye gugıllayıp öğrendim. Önceden bilseydim, filmi seyretme kararım daha da güçlenirdi. Lars von Trier yahu. Büyüyünce sinefil olmak istediğimi söylemiş miydim? Neyse, neticede filmi seyrettim.
Kızımızın adı Julie. Tıp okuyor. Sonra bir kafatasına bakarken asıl ilgilendiği şeyin insan bedeni değil de zihni olduğunu fark ediveriyor. Tıbbı bırakıp psikoloji okumaya karar veriyor. Annesi “tamam” diyor. Bakın, tıbbı bırakmasına karşı çıkmıyor. Girmek için bir tarafın yırtıldığı bu topraklarda tıbbın bırakılmasına karşı çıkmak bizim bünyeye ters tabii. Haliyle biraz şaşırıyoruz.
Psikoloji okurken ona amfide laf atan hocasıyla halvet oluyor. Bir süre sonra psikoloji biliminin de ona göre olmadığına karar verip fotoğrafçılık kursuna yazılıyor. İri burunlu makinesiyle çıt çıt fotoğraf çekmeye başlıyor. Annesi buna da “tamam” diyor. Burada hafiften yerimde kıpırdanmaya başladım.
Bu arada barda bir çizerle tanışıyor. Sevgilisini şıp diye bırakıp onunla takılmaya başlıyor. Hatta adamın evine taşınıyor. Aralarında on beş yaş fark var. Adam kızı çok seviyor. Kız da ona karşı boş değil ama güzel yüzünde hep bir memnuniyetsizlik hali. Terliğimi yavaş yavaş elime alıyorum.
Çizer sevgilisinin yeni çizgi romanının tanıtım kokteylinde sıkılıp Oslo sokaklarında dolaşmaya başlıyor. Yolda bir düğün partisi görüp içeri sızıyor. Kimseyi tanımıyor ama bir adamla tanışıyor. Adam da biriyle berabermiş. Bunlar “Biz kimseyi aldatmıyoruz, değil mi ama!” deyip çok değişik fantezilerin dibine vuruyorlar. Hayır, burada terliğim devreye girmiyor. Bana ne, herkesin fantezisi kendine. Ama kızım bir mutlu ol yahu! Hep bir sorgulama, bir yerlere varamama hali, hep bir dudak bükme.
Bir de bazı fanteziler gizli kalmalı sanki. Böyle uluorta burnumuza sokulunca insanda bir öflenme hali devreye giriyor.
Orta yaş krizinin göbeğindeki çizerimiz haliyle çocuk istiyor. Bize göre ohoo, geç bile kalmış. Kızımızın da yaşı 30’a ermiş bu arada ama çocuk konusu ona ters. Bu konuda da kararsız. Üstelik iyice tanımadan etmeden, düğünde tanıştığı adama meyletmiş. Dayanamayıp yatıyorlar. Ama Allah için dürüst kız, çizer sevgilisinden hemen ayrılıyor. Yeni sevgilinin evine taşınıyor. Zaten hep birilerinin yanına taşınıyor.
Tamam, artık bir mutlu ol, değil mi? Yine yok. Bu arada kaza eseri hamile kalıyor. Fosur fosur sigara içerek bu konuda ne yapacağını düşünüyor. Yeni sevgiliyi de “Sen hiç kitap okur muydun?” diyerek fena halde aşağılamaya başlıyor. İşte burada terlik değilse de elimin tersiyle kıza şöyle bir girişesim geliyor.
Hayır efendim, şiddet yanlısı zinhar değilim. Kadına şiddete iki kere karşıyım ama bu nedir kardeşim?
Ayrıldığı çizer sevgilisinin kanser olduğunu öğrendiğinde bunun kafa iyice karışıyor. Bir sağa koşuyor. Bir solda takılıyor. Çizer adam, hayatında kimseyi onu sevdiği kadar sevmediğini, onun dünyanın en iyi insanı olduğunu filan söylüyor. Adam daha ne yapsın da içimden bir “Hadi oradan!” çığlığı yükseliyor.
Sonlara doğru terliğimi kızın kıçına kıçına vurma isteğim fena halde artıyor. Babasıyla derdi var, olabilir. Ama ot içip hayallerinde kanlı tamponunu adamın yüzüne fırlatmak nedir arkadaş? Bu öfkenin altında ne yatıyor da senin derdin bizi geriyor?
Film, roman gibi. Şöyle; bir prolog, on iki bölüm ve bir epilogdan oluşuyor. İyi bir romandaki önsöz, bölümler ve sonsöz gibi tasarlanmış. Julie rolünde Renate Reinsve harikalar yaratıyor. Cannes ödül jürisinde olsaydım ona oy verirdim. Üstelik gençlik hallerini bildiğim ve çok sevdiğim bir arkadaşıma benziyor olması da kanımın ısınmasına bir başka sebeptir.
Fonda en panoramik halleriyle şahane Oslo var. Kurgu ve bölümler arasındaki geçişler çok iyi. Keza oyuncular da öyle. Hiç lafı uzatmayayım, sinematografik olarak çok iyi bir film ve ben hiç sevmedim. Sinefillik de bir yere kadar. Mış gibi yapamayacağım.
Türüne romantik komedi ve dram denmiş. Dram tamam da romantik komediyi pek bulamadım. Bu Nordiklilerin dertleri de tasaları da amma farklı yahu! Otuzlarına gelip hâlâ ne istediğini bilemeyen, ne aradığını bulamayan ve sağa sola bu kadar savrulan birini küt diye kıçının üzerine oturturlar bu topraklarda. Bunu hem aile hem de el âlem denilen gizli örgüt yapar. Anaya babaya öyle höt zöt diyemezsin. Ne arıyorsan iyi kötü bulacak ve bir baltaya sap olacaksındır. Yoksa başlarlar senin varoluş sancılarına.
Hepsini geçtim, buralar öncelikle hayatta ve ayakta kalma savaşının verildiği bir coğrafyadır. Memnuniyetsizlik lüks ve şımarıklıktır.
Buraların havasını solumuş, suyunu içmiş, ekmeğini yemiş bir izleyici olarak o mıyıl mıyıl kızcağıza anne terliğiyle girişme arzum umuyorum ki çok yadırganmamıştır.
Film iyi bir film ama “Seyredelim mi?” diye sorarsanız, “Vallahi ne bileyim!” derim.
ÖLMEK İÇİN ZAMAN YOK
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.