DOLAR

34,2339$% -0.07

EURO

37,3189% -0.24

STERLİN

44,8053£% 0.02

GRAM ALTIN

2.931,65%0,50

ONS

2.663,66%0,57

BİST100

8.860,30%1,85

İmsak Vakti a 05:44
İstanbul AÇIK 18°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a

ANDROPOZ

ad826x90
ad826x90
ad826x90

Hikâye bir sahil kasabasında geçiyor. Ortamın bir “sahil kasabası” olduğu dizinin çeşitli yerlerinde birkaç kez vurgulanıyor ama yılın neredeyse altı ayında nüfusu orta halli bir Avrupa şehrini geçen bir kasaba, bence büyük şehirlerin beyaz yakalı plaza çalışanlarının bir gün kaçarak yerleşmeyi hayal ettiği sahil kasabalarına pek benzemiyor. Burası bildiğin ya da bilmediğin Marmaris. Resmi nüfusu zaten yüz bin civarında, yaz kalabalığını varın siz düşünün. 

ad826x90

Marmaris’te yaşayan Yusuf’un o saf ve düşünceli halleri, vurgulanmak istenen kasaba esnafı saflığıyla örtüşmüyor. Saflığı kasabalılıktan değil de kendiliğinden. Öyle bakınca karakter daha inandırıcı geliyor ama Engin Günaydın’ın canlandırdığı tipler genelde hep böyle. Bir farklılık arıyorsunuz, bulamıyorsunuz.   

“Deniz kasabasında yaşıyoruz, denizi görmüyoruz. Adalet mi bu?” diyor Yusuf. “E deniz iki adım, bakarsanız görürsünüz.” demek geliyor insanın içinden. “Otuz yıl İstanbul’da yaşayıp deniz kenarına inemeyen, deniz havası soluyamayanlar ne yapsın?” isyanı yükseliyor zihinlerde. “Asıl adaletsizlik bu değil mi?” diye sormak istiyorsunuz da kime soracaksınız? Bu nedenle Yusuf’la Meryem’in boylarını çok aşan deniz kenarındaki ev hayali de hikâyeye tam oturmuyor. 

İlk sahnede Yusuf saçlarını boyuyor. Ellili yaşlarına ulaşmış, değişmek istiyormuş, hayatı böyle mi geçecekmiş? Doktor buna “andropoz” denildiğini söylüyor. Yusuf nasılsa bu sözcüğü hayatında ilk kez duyuyor ve pek şaşırıyor. Tamam, sorular da çok tanıdık, orta yaşa ulaşmışlarımızın hep aklında döndürdüğü şeyler. Fakat Yusuf farklı hiçbir soru sormuyor ve aynı cevapları veriyor. Bu da olabilir de izleyici başka sorulara başka cevaplar arayışına giriyor. Artık dijital platformlarda daha cesur didiklemeler beklediğimden midir nedir, ben girdim.

ad826x90

İşe saçlarını boyayarak başlayan Yusuf sürekli çok değiştiğini söylüyor. Ama önceki hallerini bilmediğimiz için bu değişim de havada kalıyor. Parmak arası terlik giymeye başlaması Marmaris’te yaşayan bir tuhafiyeci için ne derece büyük bir değişim olabilir ki? Şort tişörtü de yeni giymeye başladıysa yok artık!

ad826x90

Yusuf’un kıçında kıl dönmesi var ama yakınları konuyu yanlış anlayıp onu kanser sanıyorlar. Bölümlerce bunu izliyoruz ama gerçek anlaşıldığında hikâye aniden bitiveriyor. Kıl dönmeli kıç fotoğraflarını gördüğümüzle kalıyoruz. 

Ergen çocuklar fazla abartılmış, hatta karikatürize edilmiş. Özellikle mi öyle yapıldı yoksa senaryoyu yazan Engin Günaydın bütün ergenleri öyle mi sanıyor, bilemeyeceğim ama güzelim çocuklara yazık olmuş. Ergenler öyle değiller ya da o kadar değiller. 

Karısı Meryem’de Derya Karadaş’ın oyunculuğu ya da karaktere can vermesi yine çok tanıdık. İzleyiciye “Ben bu kadını daha önce de gördüm yahu!” duygusu yaşatıyor. Bir sahnede kocasına “sensiz ben bir hiçim” diyor. Oysa becerikli, sakin, sevgi dolu bir kadın. Asıl kocası onsuz bir hiç. Neden aslında güçlü olan bir kadın karaktere zayıf diyaloglar yazılır ki? 

Tamer Karadağlı yine hırt bir karakter olmuş. İçiyor, sıçıyor, kadın dövüyor. Çok tutan bir dizide canlandırdığı taş fırın erkeği imajıyla, bana göre bu topraklarda erkek algısının içini boşaltmış bir zat kendisi. Sağa sola bağıran, kendini öyle ifade eden erkekler “adam” sanılıyor. Bu dizide de gözlerini belerte belerte bağırıp duruyor. Yine çok tanıdık.

ad826x90

Karısı Fadime’ye çok kaba davranıyor. Daha önce de dövmüş ama kadının karnındaki bebeğin sevgilisinden olduğunu öğrenince hastanelik ediyor. Burada bende zurna zırt diyor. Dayağa hafiften bir meşruiyet kazandırma çabası kokusu geliyor burnuma. “Ne yani, aldatıyor diye dövülmeli mi?” diyerek hafiften dikleniyorum. Engin Günaydın belki de o niyetle yazmamıştır o sahneyi. Olabilir mi? Bilemeyeceğim. 

Tamer, çok pişman oluyor. O kadar pişman oluyor ki inzivaya çekiliyor ve daha çok içiyor. Sonra bir aydınlanma yaşıyor ve arınmak için Hindistan’a gitmeye karar veriyor. Hindistan yollarında o şalvar pantolon, beyaz bol gömlek ve turuncu taşlı kolye inceden bir dalga geçmeyse eğer, yine olmamış. Yemiyoruz artık öyle kalın incelikleri. 

Rus metres Svetlana karakteri de çok klişe yazılmış. Türk erkeklerinin Rus kadınlara gitmeye bayıldığı vurgulanıyor. Bu bir şehir efsanesi değil.  Doğrudur. Bunu hepimiz biliyoruz ama böyle altı kalın kalın çizilince komik oluyor. Amaç komik olmaksa tamam ama insan bunun daha zekice anlatılmasını bekliyor. “Siz türkleğğ nası diyoğğ” diyor Svetlana, “rus kadınlarının muamelesi daha iyi!” Hep beraber gülüyoruz. Ya ne yapacaktık? 

“Erkek dizisi gibi algılanabilir ama daha çok kadın dünyasını anlatan bir dizi. Kadın karakterler daha güçlü.” demiş senarist Engin Günaydın. Tam da bu. Kadının o gücü iyi verilemiyor, aldatılan kadın Şahinde’nin eline okla yay vererek seyirci ikna edilemiyor (ben edilemedim) ve dizi erkek dizisine evriliyor. 

Netflix’te yayınlanan altı bölümlük dizinin yönetmenleri Durul ve Yağmur Taylan kardeşler.

ad826x90

Dizide kadın karakterler küfrediyorlar ve dibine kadar gidiyorlar. Durul Taylan: “Kadınlara küfür yakışmıyor gibi düşünceden nefret ediyoruz. Herkes küfredebilir. Belki dünyada en çok küfreden ama bunu en çok ayıplayan milletlerden biriyiz. Filmlerde, dizilerde bile bu iki yüzlü tepkiyi görebiliyoruz. İçinde küfür olan filmler çok iyi iş yapar ama bir yandan da ayıplanır.” demiş. Nihayet bir konuda aynı fikirdeyim. Kadınların da ayıplanmadan küfredebilmesi özgürlüğünü savunduğumdan mıdır nedir! 

Yağmur Taylan: “Değişimin çok zor olduğunu, kafamızda yaptığımız planların çoğu zaman hayatla örtüşmediğini ama asıl olanın her zaman bu değişim ihtiyacı olduğunu anlatmaya çalıştık. Kendimizle ilgili meselelere kulak vermemiz gerektiğini anlatan, gelecekle ilgili umutsuz olmayan bir hikâye.” demiş.

Umutsuz bir hikâye olmadığı doğru ama o değişim tadı bana geçmedi. İki, hadi bilemedin üç bölümde bitirilebilecek, zorlanırsa bir buçuk saatlik sinema filmine çevrilebilecek bir hikâye lastik gibi uzatılarak altı bölüm yapılmış.  Karakterler incelikten yoksun, sıradan, klişe ve yavan. Dramla mizahın hemhali bu değil, böyle kaba komik olmamalı. Seyirci daha ince işleri hak ediyor. 

Bilmem siz ne düşünürsünüz?

 

ad826x90
ad826x90
YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

Sıradaki haber:

DÜNYANIN EN KÖTÜ İNSANI VE ANNE TERLİĞİ

HIZLI YORUM YAP

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.