34,3122$% 0.21
37,2200€% -0.48
44,4322£% 0.46
3.017,79%-0,07
2.736,14%-0,26
8.885,00%0,24
Ümit abi bu şarkısında, sevgilinin yokluğuna alışmanın ne kadar zor olduğunu anlatıyor. Doğrudur, zordur. Gitmiş bitmiş bir sevgilinin yokluk acısını her er kişi, hatun kişi şanslıysa ömründe en az bir kez tadacaktır. Şansı az, yıldızı düşükse bu acı birden fazla olacak, o da buna alışmaya çalışarak hayatta kalmaya uğraşacaktır. Eli kalem tutuyorsa güfte yazarak, nota biliyorsa beste yaparak, sesi müsaitse ya da değilse, şarkı söyleyerek alışmanın ne kadar zor olduğunu dünya aleme haykıracaktır.
Oysa zor olan alışmak değil, sevmektir. Sevgi canlı bir organizma gibidir. Havasını ışığını yemini suyunu yerli yerinde vermek, akılla, kalple beslemek, nefes alamaz hale gelirse yakasını gevşetmek, düştüğünde omuz vermek, iyi günde kötü günde hiç pes etmemek gerekir. Sevgi nedir? Sevgi emektir. Bu sözcükler sadece film repliği değil, hiç unutmamamız ve hep yüzleşmemiz gereken gerçeklerdir. Emek vermek de öyle oturduğumuz yerden olmaz. Popomuzu yaydığımız yerden kalkıp yürümemiz, koşmamız, terlememiz, geceler gündüzler boyu kafa yormamız, uykusuz kalmayı göze almamız gerekir. Sonrası? Cennettir. Sevdiğimizde, hele bir de sevildiğimizde göğün yedi kat üzerine çıkarız. O derece cennettir.
Alışkanlıklar öyle mi ya? Alışmak bazen edilgendir, hiçbir şey yapmamıza gerek yoktur. Popomuzu yaya yaya bile alışırız. Sonra yayıldıkça büyüyen o popoya alışırız. Alışkanlıkların bir kısmında cüretli bir eylemsizlik vardır. O eylemsizliğe de alışırız. Neye alıştığımıza göre durum bir nebze olsa değişse de alışmanın rehavetine kapıldık mı işimiz zordur.
Bizim çocukluğumuzda, bize o zamanlar çok komik gelen, şimdiki Z kuşağının burun kıvırıp göz devireceği bir eğlencemiz vardı. Birine hediye vereceğimiz zaman, hediyemizin kutucuğunu, büyükten küçüğe sıralanan kutulara koyardık. Koca kutuyu hevesle açmaya başlayan kişi, gittikçe küçülen kutularda hayal kırıklığını saklamaya çalışır, nihayetinde hediyesine ulaştığında teşekkürü buruk olur, bizlerse bu sahneden tuhaf bir haz duyar, aynı hazzı hediyeyi alan kişinin de aldığı sanrısına kapılırdık. İşte önce popoyu yaymaya alışmak, sonra da yaydıkça büyüyen popoya alışmak, sonra o koca popodan şikâyet etmeye alışmak, büyükten küçüğe değil de küçükten büyüğe sırlanan boş kutulardan yayılan hayal kırıklığına alışmaya benziyor.
İnsan her şeye alışıyor. Bunu çok duyduk ve işi fenası duymaya alıştık. Alıştıkça kulak vermez olduk. Belki de hayatta kalmak veya hayata devam edebilmek adına alışmak gerekiyor. Yani alışmak bazı durumlarda can kurtarıcı olabiliyor. Tabii burada neye alıştığımız, hangi boşluğu neyle doldurmaya çalıştığımız önemli.
“Sigara, alkol, uyuşturucu alışkanlıkları kötüdür!” klişesini geçelim. Bunu çok duyarak çok dinleyerek, hatta belki deneyimleyerek öğrendik zaten. Alışkanlıkla bağımlılık arasındaki sınır öylesine incedir ki bazen bıçağın keskin tarafında yürür, izimizi belli etmeyiz. Bazı alışkanlıklar iyi ama bütün bağımlılıklar kötüdür. Herhangi bir şeye, olaya, duruma, kişiye bağımlıysak özgür irademiz nanik yaparak bizimle fena halde eğlenmektedir. İfrat tefrit dengesini de deneye yanıla, düşe kalka, güle ağlaya buluruz. Bazen de bulamayız. Kaybolup gideriz.
Alışmışın kudurmuştan beter olduğu söylenerek sanırım o dengede terazi kefesinin ifrat lehine aşağıda olması kastedilmektedir. Yani bu denge bozulduğu zaman insanın ayarı illaki bir tarafa yamulmaktadır.
Alışkanlık bir tercih olabilir ve bu tercih aklı devreye sokarak yapılıyorsa iyidir, hoştur. Ama işte akıl denen o dünyalara bedel şey herkese eşit dağıtılmamaktadır. Bu cümle kibirli gibi dursa da akıl kavramının göreceli ve öznel olduğunu ifade etmek amacıyla buraya konulmuştur. Akıllar tekrar dağıtılsa herkesin gidip yine kendi aklını alacağının rivayet edilmesi boşuna değildir.
Gonçarov, edebiyat aracılığıyla bizlere Oblomov gibi sıra dışı bir karakter hediye etmiştir. Oblomov son derece tembel ve atalet içinde bir beyefendidir. İşte bazı alışkanlıklar, bu çeşit bir tembelliğe ve atalete zemin hazırlamakta, edilgenliğin kolaycılığıyla Oblomovluğa çok çabuk bir geçiş sağlayabilmektedir.
Bazı şeylere alışmak çabuk olabilmektedir de o alışkanlıkları kırmak pek o kadar kolay değildir. Kırma eylemi ciddi bir çaba, emek, alın teri gerektirebilir. Alışkanlık bedenle zihnin içine ve dışına ne kadar yerleşmişse, onu kırmaya çalışmak da bir o kadar zor olacaktır. Ama bir kez kırılırsa da erişilen zafer duygusu, insana kendini zincirlerinden kurtulan Spartacus kadar özgür ve güçlü hissettirmektedir. Nereden mi biliyorum? Bu satırların yazarının tecrübesiyle sabittir de oradan biliyorum.
Amerikalı plastik cerrah Maxwell Maltz, 1950’li yıllarda hastaları arasında ortak bir döngü olduğunu fark etmiş. Örneğin burun ameliyatı gibi bir operasyon gerçekleştirdiğinde, hastanın yeni yüzünü görmeye alışmasının yaklaşık 21 gün sürdüğünü bulmuş. Benzer şekilde, kol veya bacağı kesildiğinde hasta yeni durumuna alışmadan önce, yaklaşık 21 gün boyunca kesilen uzvunu hayali olarak varmış gibi algılıyormuş. Max bu deneyimleri hakkında “Bu ve bunun gibi genel olarak gözlenen birçok olay, eski bir zihinsel görüntünün çözülmesinin ve yenisinin zihinde oluşması için yaklaşık en az 21 gün geçmesi gerektiğini göstermektedir.” demiş.
Plastik cerrah değilim ama bunca yıllık insanım. Yaşayarak gördüm ki eğer geçinmeye gönlünüz varsa bazı alışkanlıkları edinmek bir göz kırpma süresinde olmakta, bazılarına ulaşmak da bırakın 21 günü, haftalar hatta aylar sürebilmekte ama sonra da tadından yenmemektedir. Tabii bu tat, alışkanlığın türüne, niteliğine göre değişebilmekte, ağızda bir zehir rayihası bırakma riski de taşımaktadır.
Alışkanlıklar, tıpkı bünyelerine yerleştikleri biz insanlar gibi her renktir. Siyahı da vardır, beyazı da. Kırmızısı göz alır da mavisi dingindir. Yeşili ruhu okşar da moru tutkuludur. Renk skalasından hangisini tercih edeceğimiz bize bağlıdır. Öte yandan hayat bazen tercih şansı bırakmaz da mecbur bırakır. Önümüze küt diye bir alışkanlık düşer. Yola devam etmek için ona tahammül etmeye uğraşırız. Bazen başka şansımız yoktur. Başkalarının tercihleri bizi onunla yaşamaya zorlar. Sesimizi çıkaramadığımız için şişeriz ama “Ödem o ödem!” deriz.
Önce son yirmi yıla sonra da son iki yıla bakınız. Ne çok şeye alıştık. Bunun ne kadarı kendi rızamızla oldu? Ne kadarına mecbur kaldık? Ne kadarında başka çaremiz yoktu? Ne kadarına başkaları bizim adımıza karar verdi? Ne kadarı aslında bize bir şeyler anlatmak ve öğretmek için alışkanlık kılığına büründü? Biz ne kadar anladık ve öğrendik? Seçme şansımız olsaydı, hangilerine alışmayı tercih eder, hangilerini defederdik?
Alışmadan olmuyor ama biz yine de Ümit abiyi dinleyip kolaya kaçalım ve sevmeyi tercih edelim. Sevgili giderse de bir bardak soğuk su içer, “Kaderimse çekerim!” der ve yeni ufuklara yelken açarız. Ne olacak ki? Alışkanlıkların devingen olması gerekliliğini cebimize koymadığımız sürece bu döngüye de alışırız.
*Ümit Besen’in şarkısından
Düzen
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.