34,2968$% 0.34
37,5112€% -0.06
44,8400£% 0.01
2.927,77%1,34
2.658,22%1,09
8.876,22%-0,98
Tüfek icat olunca mertlik bozulmuş ya hani, sosyal medya icat olunca ortaya saçılan doğan görünümlü şahinlere ne demeli peki? Tüfeğin yerini klavyeler almış da gözler bağlı, sağa sola serseri kurşunlar atılıyor.
Herkes buralarda. Olmayanı dövüyorlar. Olanı daha fena dövüyorlar. “Oh ne güzel, ilkokul arkadaşlarımı buldum” kıvamından “her gece barda, gönlüm hovarda”ya geleli on yılı geçti ama sosyal medyanın zamanına göre sanki göz açıp kapandı, hop buradayız.
Sosyal medyada herkes “çok”. Bu kadar. Cümle burada bitti. Ben devam edeyim.
Çok bilgililer mesela. Öyle böyle değil ama. Konu ne olursa olsun çok bilen birileri mutlaka var. Bazıları gerçekten çok biliyorlardır. Şüphem yok, saygım sonsuz. Ama işte o bilgiyi nasıl ifade ettiğin, didaktik didaktik kimin kafasına vurduğun, o bilginin kibriyle ne kadar yoğrulduğun da önemli. Bir tuhaf iş. İyi ve yeterince bilen kibre hiç bulaşmıyor da az bilenle sonradan yarım yamalak öğrenenin burnu hep havada oluyor. Hele bir de aynı fikirde değilsen, olur ya, bilgisine karşı çıkıyorsan ya da yanlışlığını ispatlıyorsan, aman aman, işte o zaman yanlış bile olsa o bilgi kırıntısına ya da öznel fikrine iki eliyle sarılıyor da sarılıyor ve karşı çıktığın ya da sırf aynı fikirde olmadığın için sana daha çok saldırıyor. Bilgi güçtür evet ama yanlış veya eksik bilgi de zayıflıktır ve çok tehlikeli olabilmektedir. Sosyal medyada bilgi elden ele geçtikçe içi boşalabilmekte, fena halde kirlenebilmekte ve doğru bilgiye ulaşmak gittikçe zorlaşmaktadır. Bunun için bir bilene, kadim kitaplara, hekime, hatta çekene sormak daha doğru bir yöntemdir diyeceğim ama azıcık çekiniyorum. “Çok biliyorsun sen!” denmesinden korkuyorum.
Çok vatanseverler mesela. Herkes vatanını çok ama çok seviyor. Fakat bu nasıl bir sevgiyse, evin, bahçenin, şehrin veyahut ülkenin sınırlarında şak diye bitebiliyor. Bittiği yerde de inanılmaz bir öfke ve nefret başlıyor. Bu işte bir tuhaflık yok mu? Sevgi de nefret de birer tercihtir. Biri insanı inanılmaz yüceltirken öbürü yerin dibine batırabilmektedir. Her ikisini birden tercih etmek zorunlu değildir. Sevginin bittiği yerde hemen nefret boy veriyorsa o sevginin gerçekliği sorgulanmalıdır. Ayrıca sevgi evrenseldir ve sınırları olmamalıdır. Vatan börtüsüyle böceğiyle, ağacıyla çiçeğiyle, kadınıyla erkeğiyle, çoluğuyla çocuğuyla sevilmelidir. Sevmek öyle kuru kuruya olmaz. Sevilen şey korunmalıdır, gözetilmelidir, güzelleştirilmelidir. Diyeceğim ama “Çok biliyorsun sen!” denmesinden korkuyorum.
Çok acılılar mesela. Mutluluk meyve veren bir ağaç. Azıcık ifade etmeye kalktığında amanın, sağdan soldan taşlanıyorsun. Dünyada bunca acı varken sen nasıl mutlu olabilirsin ki? Olursun efendim bal gibi olursun, olmalısındır da. Mutlu olmaya çalışmak acılara sırtını döndüğün, üzülmediğin ya da bizzat senin de acı çekmediğin anlamına gelmez. Ayrıca acılar yarıştırılmaz. Ateş düştüğü yeri yakar. Mutlu olma çabası, hayatta kalma uğraşıdır. Garantisi yoktur. Bugün varsa yarın olmayabilir. Dünyanın geçmiş gelecek tüm acılarıyla yoğrulurken bir günbatımından keyif almak, onu fotoğraflayıp paylaşmak nefes alma adına yapılan bir eylemdir. Katıksız mutluluk yoktur. Dünyada öyle korkunç şeyler olmaktadır ki yakalanan buçuk mutluluklara iki elle sarılmalıdır. Sarılıp daha iyisi, güzeli için uğraşılmalıdır. Mutlulukların artık hep gölgeli olduğu zamanlarda durum budur. Mutlu olabilen bırakalım olsundur. Çok biliyorum, evet.
Ya da çok mutlular mesela. Mutluluğun gerçeği ne kadar şahaneyse sahtesi bir o kadar acıklı. Hele azı tanıdık çoğu tanımadık birilerine sunum yapılıyorsa daha da acıklı. Mutluluk içsel bir motivasyondur ve gerçek olmadığında ele, göze, yüze sızmaktadır. Olmayıp -muş gibi yapanlar komik duruma düşmektedir. Bizzat tanıdığım, hiç mutlu olmadıkları halde, hatta neredeyse sevmedikleri eşleriyle, sevgilileriyle baş başa poz veren kadınlar, erkekler var ortalıkta. Ya da nefret ettikleri işlerinde kitap kahve ofis kırıtması yapanlar. Yahu bırakın dağınık kalsın. Neyseniz o olun ya da daha iyisi için uğraşın. Uğraşalım. Olmayanı göstermeye çalışmak zaman kaybından başka bir şey değil. O zamanı oldurmaya çalışarak değerlendirmek daha akıllıca bence. E bence dedim ya!
Çok gençler mesela. Gençlik çok çabuk geçiyor ve hep bir rüya olarak kalıyor. O rüyadan uyanmak istemiyoruz. Yahu doğduğumuz anda yaşlanmaya başlıyoruz. Dehşet verici olan yaşlanmak değil de ihtiyarlamak. İşin güzel yani ihtiyarlamayı az da olsa nüfus kağıdından bağımsız kılabiliyoruz. Lütfen, az da olsa dedim ya! Dışımızı bir yere kadar kontrol edebiliyoruz ama içimizin ihtiyarlaması tamamen bizim elimizde, dilimizde. Zihnimizi ve kalbimizi rengarenk tutabilirsek ihtiyarlık denen o meretin dışımıza değil belki ama içimize gelmesini öteleyebiliyoruz. Yine de çok şey etmemek lazım. İçimizle de dışımızla da iyi geçiniyorsak “genç” gibi davranmamıza gerek kalmıyor. Neysek o oluyoruz ve tadından yenmiyor. Sosyal medyanın orasında burasında -mış gibi davranmayı hiç umursamıyoruz. Zorlamayalım yani. Bakın burada “biz” dili kullandım, ona göre. Konuya ben de dahilim. Hemen saldırmayın.
Çok öfkeliler mesela. Durup dinlemeden, hatta bazen bilip bilmeden sürekli bir şeylere kızıyorlar. Hatta ne kadar çok kızarlarsa o kadar çok vatansever, insansever, hayvansever olacaklarını sanıyorlar. Yahu siz daha öğrenemediniz mi? Öfke, zehri insanın kendisinin içip karşısındakinin ölmesini beklemek gibiymiş. Bu lafı da nasıl severim. Çok öfkelendiğimde aklımın köşesinden bulup buluşturur, devreye sokmaya çalışırım. Sonra beceremem de yine öfkelenirim. Ama şunu bilir, şunu yaşarım ki çok kızgın olup bunu dışarı bas bas bağırınca, ya da klavyelere basa basa yazınca daha haklı olmuyoruz. Olmadığımız gibi söz amacından başka yollara sapıyor. Klişe olacak ama haklıyken haksız duruma düşüyoruz. Aman diyeyim, sakin!
Çok paylaşımcılar mesela. Önüne geleni paylaşıyorlar. Doğru olduğundan zerre şüphe duymadan, şüphe duymadığı için de zerre araştırma yapmadan, son kullanma tarihine bakmadan sağa sola yayıyorlar. Ne kadar çok anonim şiir, toprağı bol olsun, Can Yücel’e atfedilmiştir. Ne çok yazı, sırf güzele benziyor diye, Nazım Hikmet, Dostoyevski, Bukowski zannedile zannedile elden ele geçmiştir. Ne çok üstadın kemiklerini sızlatıp duruyoruz. Yahu Allah aşkına, bak Allah’ın adını verdim, ne olur ama ya!
Çok hâkimler mesela. Yargıç manasına. Hani şu kürsüde oturup ellerinde tokmak tutan, dik yakalı, düğmesiz cüppelerinin içinde gerçeklerle vicdanları arasında denge kurmak gibi çok zor bir işin üstesinden gelmeye çalışanlar. Mahkemelerde yargıçlık ne kadar zorsa sosyal medyada bir o kadar kolay. Bazıları kendini kürsüde sanıp klavyesini tokmak niyetine kullanıyor, bilip bilmeden, durup dinlemeden o tokmağı küt küt indiriyor. Hatta hızını alamayıp kalem kıranlar bile oluyor. Başkalarını çok kolay “duyarsız, sevgisiz, hayvansevmez”, hatta daha ileri gidip “vatan haini, terörist” diye suçlayabiliyor. Suçlamakla kalmayıp “Böyle böyle yapanları arkadaşlıktan çıkarırım!”, hatta “Sen en iyisi bu vatanı terk et!” şeklinde hüküm verip kendince ceza kesiyor. Hükümdeki kibre bakar mısınız? Böyle diyenlere, çok affedersiniz “Amaaaan, çok da fifi!” demek geliyor içimden. “Önce o parmağı bir indir, sonra da git, sıkı bir hukuk eğitimi al, öyle gel” diyesim geliyor. Dolaylı olarak dediğim de oluyor. O zaman ne oluyor? Bu satırların yazarına arkalarını dönüyorlar. Amaaan, çok da fifi, çok affedersiniz.
Yani diyeceğim odur ki, en bilgilinin, en vatanseverin, en hayvanseverin, en insanseverin, en kitapseverin, en duyarlının, en genç ve güzelin, en her şey dahil beş yıldızlı otelde tatil yapanın, en gün batımında buğulu bardakta kokteyl içenin, en aman da aman ne hobileri olanın kim olduğu konusunun her an yeniden güncellendiği bir garip mecra bu sosyal medya. Hisseli harikalar kumpanyası. Şov bizınıs. Kim daha uzağa işeyecek oyunu. Her ne kadar kadınlar anatomik olarak buna müsait olmasalar da onların da on kaplan gücünde çeneleri ve gölgelerinden hızlı silah çekebilen zihinleri var. Kendimden biliyorum.
Tüm bunların altına, şuraya bir “bence” bırakayım da linçe uğramayayım. Ne olur ne olmaz! Ya da ilk taşı en günahsız olanınız atsın, hodri meydan.
Herkesin ipliğini gönül rızasıyla pazara çıkardığı bu sularda boğulmamak için çok da şey etmeyelim yani. Bunu demiş miydim? A demişim. E yeri yine geldi, manzara koydum. Olacak o kadar!
Hüznün ve tarihin perisi
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.