34,2756$% 0.3
37,5331€% -0.01
44,8411£% 0.02
2.931,16%1,46
2.657,40%1,06
8.876,22%-0,98
Her yılın 17 Ağustos günü binlerce insanın yaşadığı acıya tanıklık etmenin travmasını yaşar 21 yıl gerilere giderim. Göçük altında kalan insanların yardım çığlıkları hâlâ kulaklarımı tırmalar. Şans eseri sağ kalan insanların çaresiz bekleyişleri gözümün önünden gitmez. Nerede bir çocuğuna seslenen anne; nerede annesine seslenen bir çocuk sesi duysam, enkaz altından duyduğum sesler gelir aklıma. “Bu çocukların ve annelerin günahları ne?” diye sorarım kendi kendime. Sıradan bir doğa olayı olabilecek yer hareketlerinin felaket haline nasıl getirdiğimize şaşarım.
Uzmanlar, 17 ağustos 1999 Marmara Depreminin ekonomik ve sosyal sonuçları itibarı ile ülkemiz için son yüzyılın en etkili felaketi olduğunu söylüyor. Resmi rakamlara göre 20 bine yakın insanımızın yaşamını yitirdiği, 50 binden fazla insanın yaralandığı 300 bine yakın konut ve işyeri yıkıldığı söyleniyor. Aslında kayıp sayısının açıklanandan çok daha fazla olduğunu oralarda yaşayarak gördük. İnsanlar ilk günlerde tek tek; sonraki günlerde toplu olarak gömüldüler. Kimi insanlar da cenazelerini kendi imkânlarıyla köylerine götürüp orada dini inançlarına göre defnettiler.
Zonguldaklı madencileri olarak geleneksel kazı araçlarımızla birlikte (1564 maden işçisi ve 74 teknik personel) enkaz altından 32 canlı çıkartabildik. Deprem bölgesine daha çabuk ulaşabilseydik bu sayı çok daha fazla olacaktı. 17 Ağustos depreminden 3 ay sonra, 12 Kasım Düzce depremini yaşadık. Düzce depreminde Marmara depremine nazaran daha organize ve seri hareket yeteneğimiz oldu. Bu kez deprem bölgesine ulaşımımız, kurumun araçları ile değil de daha hızlı hareket yeteneği olan yolcu otobüsleri ile yapıldı. Gittiğimiz yerdeki kriz masası erkenden oluşturulmuş, kurtarma ekipleri ulaşana değin ilk müdahaleler yapılmıştı. Biz onların giremedikleri enkazın içine girdik. Geri döndüğümüzde kurtarma ekiplerinin daha organize olması için yeni araç ve gereçler alındığını gördük. Kurtarma ekipleri konunun uzmanı birimler tarafından tahkimat, gazlı ortamlarda çalışma ve ilk yardım konusunda eğitime tabi tutuldular. 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 depremlerinden sonra deprem ve diğer doğal Afetlerde kurtarma çalışmaları için Acil Durum Ekipleri oluşturuldu.
Bilim insanlarının bize gösterdiği tedbirlere kulak asmayınca bu tür büyük felaketleri bir kez daha yaşayarak görmüş olduk. Oysa 1999 Marmara Depremini Kuzey Anadolu Fayı’nın hapşırması olarak değerlendirip bundan sonra olabilecek yer hareketleri için daha az yıkım ve daha az can kaybı anlamında bir çıkarım yaparak ona göre tedbir alabilirdik. Ama maalesef bunca felaketi bir ulus olarak yaşamamış gibi hareket edip tüm tedbirleri kulak ardı etmişiz.
Konusunun uzmanı bilim insanları olabilecek İstanbul depreminin yakınlaştığını ve can kaybının 1999 depreminin 10 katı olabileceğini söylüyorlar. Yani iki yüz bin canımızın kaybını şimdiden telaffuz edilmesi insanı dehşete düşürüyor. Birçok insan gibi ben de olabilecek bir İstanbul Depremi için oldukça endişeliyim. İnsanlara ulaşabilmek ve onları bulundukları göçükten almak için teknolojik olanaklar gelişti. Ama İstanbul ve çevresi 21 yıl önceki nüfusun çok üzerinde ve hatırı sayılır sayıda bir insan nüfusu darbeli yapılarda barınıyor. İnsanlar başlarına gelecek felaketi bilerek çaresizlikten makyajlı yapılarda oturmak zorunda kalıyor. Deprem sonrası toplanma alanları oldukça kısıtlı. Deprem sonrası orada yaşayanların tümü mağdur durumda olacağı için enkaz altında kalan insanlara yardım edebilecek çok az sayıda gönüllü olacaktır. Çünkü bu gibi durumlarda oldukça deneyimli asker, polis, itfaiyeci, sağlık personeli ve diğer resmi kurumların eğitimli elemanları da kendi canları ile uğraşacaktır. Deprem sonrası oluşabilecek doğalgaz yangınlarının olasılığını düşünmek bile korkunç. Normal zamanlarda İstanbul trafiğinin hali herkesçe malumken, olabilecek bir felakette İstanbul’un bir mahallesinden diğer bir mahalleye veya semte ulaşımın olmayacağını düşünmek kehanet olmasa gerek. Böyle bir durumda en kolay ulaşım hava ve deniz yoluyla yapılmak zorundadır. Çünkü karayolu ile başka illerden yardıma gelecek olan ekipleri ilk karşılayacak enkazzedeler tarafından kendi yıkıntılarına doğru yönlendirileceklerdir. Yerelden ve kendiliğinden oluşacak mahalli gruplar resmi kurumlardan önce organize olup kurtarma çalışmalarında öncülük etme olasılığı kuvvetlidir.
Bunca kötü senaryolara karşı deprem öncesi yapılabilecek kuşkusuz çok şey var. İlkin oturduğumuz yapının depreme dayanıklı olup olmadığını anlamak için yapı testi yaptırmamız gerekir. Deprem anında yapabiliyorsak doğalgaz vanasını kapatmaya çalışmalıyız. Kitaplık, gardırop gibi yıkılma olasılığı olan eşyaları duvara monte edip sallantıda üzerimize yıkılmasına engellemeliyiz. Buzdolabı, çamaşır makinası veya yatak, döşek gibi eşyaların yanında yaşam üçgeni oluşturup anne karnındaki cenin vaziyetinde oturarak sallantının geçmesini beklemeliyiz. Okunmuş eski kitap kolileri yaşam üçgeni için en uygun olanıdır. Kurtarma çalışmaları esnasında bazı kazazedeleri yerde uzanır durumda ayaklarından kısılıp kaldıklarını gördük. Oysa hedef küçültüp dertop durumda bulunsalardı birçoğu kurtulabilirdi.
“Deprem öldürmez ihmal öldürür” sözünden yola çıkarak, ihmal edilen devletin sosyal yapısının harekete geçmesi gerekir. Tüm yapıların deprem yönetmeliğine uygun denetimleri yapılıp zayıf binaların güçlendirilerek depreme hazır olmaları sağlanmalıdır. Yaşam hakkı en insani bir haktır ve anayasa ile güvence altına alınmıştır. İnsan yaşamını tehdit eden yapılar yıkılıp içinde yaşayanlar devlet güvencesinde başka yapılarda barındırılmalıdır. Bunu yaparken konusunda uzman meslek ve sivil toplum örgütleri, üniversiteler ve bilim insanları ile işbirliği yapılmalıdır. Depreme hazırlıklı olmak, onun korkunç uğultusuna karşı durabilmek için bilim insanlarının sesine kulak vermeliyiz.
Sahi bize kim gül bahçesi vadetti?
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.