DOLAR

34,9563$% 0.16

EURO

36,7455% 0.29

STERLİN

44,1283£% -0.32

GRAM ALTIN

2.977,36%-0,95

ONS

2.648,95%-1,13

BİST100

10.125,46%0,66

İmsak Vakti a 06:41
İstanbul AÇIK
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a

Metin Fidan yazıyor: Ev sporu

ad826x90
ad826x90
ad826x90

    Ata sporumuz olan güreşin, faydalı bir spor olduğuna, güzel ter attırdığına hiç kimsenin şüphesi yok. Bu arada kendisini, yalnızca ata sporu olarak değil, günlük hayattaki sporumuz olarak tanımlayabiliriz. Hattâ bunun yanına, “farkında olmadan yaptığımız sporumuz” ifadesini de ekleyebiliriz. Plajda, denizde, zaten güreş yapmadan bir saniye durabilmemiz mümkün değil. En ufak bir çimenlik alanda, ilk etkinlik olarak hemen güreşe tutuşuruz. Esnafların kaldırımda, samimi gençlerin sokakta aralarında, birbirlerinin vücutlarını havaya kaldırarak  şakalaştığına sıklıkla şahit oluruz. Güreşe özgü hareketler öylesine içimize girmiş ve öylesine refleks haline gelmiştir ki, örneğin karşı karşıya gelen iki tanıdık erkeğin merhaba demek yerine, karşılıklı el-ense çekerek selamlaştıkları görülür. Ayrıca erkeklerimiz bazen, bayan arkadaşlarının ince boyunlarına uzanıp çekiştirerek, onlara sevgilerini bu şekilde gösterirler. 

ad826x90

   Sizlere anlatacağım küçük hikaye, şakalaşmadan ve sevgi gösterisinden biraz daha fazlasını, ciddi bir güreş bağımlılığını içeriyor. Dışarıdan bakınca fark edilemeyen, ama iki erkeğin bulunduğu birçok ailede mevcut olan bir tutku! 

   Çok sevdiğim, İbrahim isminde bir aile dostumuz vardı. Uzak akraba da diyebilirim. Uzak akraba ile samimi tanıdık arası birşey galiba. Herneyse canım, şeceresini tutmadım, öyle birşey işte. Herkeste olan, tam olarak kökeni bilinmeyen şu garip tanıdıklardan. Bu İbrahim ağbi, eşi Şafak abla, oğlu Ayhan ve adını unuttuğum kızı ile Pendik civarında oturuyorlardı. Bir gün beni ailecek yemeğe çağırdılar. Daha önce de çağırmışlardı, gidememiştim. Bu sefer, geliyorum dedim, gününü belirledik, sözleştik. 

   Süslendim püslendim, yeni botlarımı giydim o akşam. Taksitle bir marketten satın almıştım. Taksitle aldığım ikinci ayakkabımdı. Birincisi, taksitler bitmeden parçalanmıştı elbet. Eve yaklaştığımda, bir pastanede yarım kilo ıspanaklı börek ile yarım kilo tulumba tatlısı paket yaptırdım, kararlaştırılan saatte kapının zilini çaldım. 

ad826x90

   İbrahim ağbinin karısı Şafak abla ile liseye giden genç kızları karşıladı beni. İçeriden gürültüler geliyordu. Ne olduğunu anlamadım. Salona buyur edildiğimde, ortadaki büyük halının dağıldığını, bir ucundan kıvrıldığını gördüm. İbrahim ağbi ile oğlu da yere devrilmiş bir sehpayı ve abajuru düzeltiyorlardı. 

ad826x90

   Beni çok hoş karşıladılar hepsi. Garip, tatlı bir sıcaklık vardı ortamda. Bilemiyorum, belki de sadece, size yukarıda bahsettiğim, uzak akraba mı, yakın arkadaş mı, kim olduğu bilinmeyen o tanıdıkların evinde rastlanabilen bir sıcaklıktı bu. Ceketimi ve elimdeki pastane poşetini aldılar, televizyonu en iyi açıdan gören baş köşeye oturtular beni. Birazdan sevdikleri dizi başlayacaktı televizyonda. “Hem bakarız, hem yemeğimizi yeriz!” dedi, İbrahim ağbi. 

   Şaşırmıştım biraz. Günümüzde genellikle, bir ailede herkesin sevdiği televizyon dizileri çok farklı oluyordu. Kız, bir diziyi seviyor, oğlan başkasını. Anne şunu takip ediyor, baba ötekine meraklı. Tüm ailenin oturup beraberce aynı diziyi izlediğini duymamıştım hiç. 

   “Ben de sevmiyordum başta, ama sonra çok ilgimi çekti,” diyen İbrahim ağbi, bu dizide, duvarları seviyordu! Dizinin çekildiği semtteki evlerin bahçe duvarları çok güzel geliyormuş ona. Farklı biçimlerde taş duvarlar, yemyeşil çalılardan oluşan duvarlar ve modern teneke duvarlar varmış çok hoş. Şafak abla, çorbayı getirdiğinde veya masaya başka birşey bırakırken, “Acaba o şeytan kadın gene uğrayacak mı hastaneye?” deyip duruyordu. Evin genç kızı da, fırçayla boyanmış gibi çok düzgün sarı sakalları olan, takım elbiseli bir erkek karaktere tutulmuştu. Askerlik çağındaki Ayhan ise, dizideki arabayı çok beğendiğini söyledi. “Hangi araba?” diye sordum elimde olmadan. “Çıkınca gösteririm, dedi, “Manyak birşey! Masmavi, coupe bir araç. Gitmiyor, akıyor yolda sanki!” 

   Yemekler geldi, sofraya oturduk. Çok sevdiğim bir misafirlik kuralı olarak benim aldığım böreği de getirip ortaya koydular. Yine sevdiğim bir misafirlik hareketini uygulayıp, ben de kendi böreğimden bir parça aldım ve “Aa, bayat mı bu yoksa?” dedim. Onların, çok daha kaliteli ve pahalı börekleri hak ettiğini belirten bir nezaket ifadesi ile. Ama o börek, benim getirdiğim değilmiş. Şafak ablanın yaptığı börekmiş. Benim aldığım biraz ötede duruyordu. Yine de dürüst bir insan olduğum için durumu çabuk kurtardım, kendi böreğim için laf olsun diye bunu söylediğimi, aslında böreklerin kalitesinden veya tazeliğinden anlayacak yetenekte birisi olmadığımı belirttim. “Ha? Evet!” dedi, sonra tekrar televizyona döndü İbrahim ağbi. Dinleyen yoktu birbirini, herkes diziyi izliyordu. 

ad826x90

   İçinde bulunduğum ortam çok hoşuma gitmişti sevgili okurlar! Size de tavsiye ederim. Sizler de kendinize, böyle konuşmadan yemek yiyen uzak akrabalar veya tanıdıklar bulup onlarla yemek yiyiniz! Bu sayede, kendimi tamamen yemek yemeye verebildim. “Şimdi nerede çalışıyorsun, kardeşin evli miydi senin” gibisinden sorulara cevap yetiştirme telaşı yaşamadan çorbamı kaşıkladım, köftemi kestim. Döke saça bir güzel tıkındım. Dizi de gürültülü bir dizi olduğundan -silah sesleri, ağlayanlar, bağırışanlar- ağız şapırdatmam bile duyulmuyordu, çok rahattım. Ayhan, dirseğiyle kolumu dürttü: “İşte bu araç, Metin ağbi!” dedi, “Bende olacaktı var ya, asfaltı ağlatırdım bununla!” 

   Babası: “Sen önce askerliğini yap da gel, eşşek!” dedi. Avucunun içiyle, ense köküne sert bir şaplak patlattı. Delikanlı, paldır küldür kanepeden yere yuvarlandı. 

   Kızları, hiç konuşmuyordu. O düzgün sarı sakallının göründüğü sahnelerde, bu sessizliği iki katına çıkıyordu, heykel gibi kalıyordu öylece. Masada, neredeyse yemeği sindirecek kadar oturmuştuk. Sonra yavaşça kalkıldı, kanapelere ve koltuklara oturuldu.  

   “Ee, n’apıyorsun Metin?” dedi İbrahim ağbi, çayımızı kahvemizi yudumlarken. 

   “Aynı işteyim İbrahim ağbi” dedim.

ad826x90

   “Müdür oldun mu bari!?” dedi.

   Müdürlük bir işimin olmadığını belirttim.

   “Adam, yazarlık çizerlik yapıyor, moruk! Ne şefi, müdürü?” dedi, Ayhan. Babasına doğru eğilip, sert bir el-ense çekti, sırıtarak. İbrahim ağbi, iki büklüm oluverdi koltukta. Çıt diye beli kırılacaktı adamcağınızın neredeyse. 

   Bu arada, evin kadınları tabakları çanakları mutfağa götürmüşler, yemek masasını da kenara çekmişlerdi. Sehpayı, sandalyeleri de ortadan aldılar sonra. Ne oluyor acaba dememe fırsat kalmadan, Ayhan, uzanıp babasının beline yapıştı, havaya kaldırmaya çabaladı. Adamın pijaması dizlerine kadar sıyrıldı, kıllı bacakları ortaya çıktı. O da tüm gücüyle karşı koydu, oğlunun boynu üzerinden abanıp, sırtına yapıştı. 

   Aslına bakılırsa, evde yapılan bu baba-oğul güreşlerine alışkın sayılırdım. Çocukluğumda, misafirliğe gittiğim bir evin erkekleri de sürekli birbirleriyle kapışırdı böyle. Bu arada, duygusal okuyucularımız belki merak edebilir; ben kendi babamla yapamadım bu tepişme işini, çünkü altı yaşımdayken kaybetmiştim onu. İbrahim ağbi ve Ayhan, sahiden çok acayiptiler. Ortalık toz duman olmuştu! Ne eşyalarına, ne birbirlerine acımaları yoktu sanki. Anne-kız, birer köşesinden televizyonu tutuyorlardı devrilmesin diye. Ben de lambayı elime almıştım, kenarda, duvara yapışmış dikiliyordum. 

   Şafak abla, “Otur! Otur sen,” dedi, “Şimdi nefesleri tükenir, bırakırlar. Sen gelmeden önce de atmışlardı bir tur. Ay, bıktım vallahi! Günde iki defa.” Elma getirmişti bir sepette. Onları küçük tabaklara dağıttı. 

   Dışarıdan bakınca, kavga mı güreş mi yaptıkları pek iyi seçilmiyordu. Demek istediğim, her baba-oğul gibi, aralarında bir kuşak çatışması bulunduğunu gözlemlemiştim elbette. Belki de, ata sporumuz güreşi kullanarak, bu çatışmayı simgesel bir şekilde yumuşatıyorlardı. 

   Gerçekten kısa sürdü, dilleri dışarıda, nefes nefese ayağa kalktılar. Güreş, rakibini yıkarak sırtını yere getirme esasına dayanır. Fakat ev güreşlerinde böyle bir kesin kural yoktur. Tıkanma gibi, türlü şekillerde sonuçlanabilir. Kız, halıyı düzeltti. Şafak abla ile ben, kayan üçlü kanapeyi yerine iteledik. 

   Herkes yerlerine oturdu tekrar. Hiçbirşey olmamış gibi elmalar armutlar yenildi. Evin erkekleri daha bir acıkmıştı; sofradan kalan börekleri de yolladılar mideye. Bir süre daha lafladık. Sonra müsaade isteyip kalktım ben. Çok hoşuma gitmişti bu ziyaret. Kapıda uğurlarlarken, “Gene gel!” dedi Şafak abla. 

   Gene gittim sevgili okurlar. Üç ay kadar sonra. O samimi tavırlarını özlemiştim. Bu kez baklava aldım giderken. Kapıyı çaldım. Yine aynı nezaketle, ama biraz buruk bir şekilde karşılandım. İçeride, acaba bir ayıp mı ettim, erken saatte mi geldim diye düşünürken, sofraya oturduğumuzda sebebini öğrendim. Ayhan, askere gitmişti. Anası onu çok özlüyordu. “Acemi birliği geçti canım,” dedi İbrahim ağbi, “Bitti sayılır artık!” 

   Zaten evde bir sessizlik olmasından belliydi. Halı ve sehpa, bütün eşyalar da yerlerinde çok düzgün duruyorlardı. “Allah kavuştursun!” dedim İbrahim ağbi’ye. Gülümsedi, koluyla boynuma uzanıp, sertçe bir iki defa çekiştirdi. Aile, tüm neşesini kaybetmemişti. Şakalaşarak yedik, içtik. 

   Sofrayı kaldırmaya yardımda bulunmak için elime bir-iki tabak alıp mutfağa bıraktıktan sonra dönerken, koridorda İbrahim ağbi omuz attı bana. Sarsıldım, duvara yapışacaktım neredeyse. İlk başta yanlışlıkla çarptı sandım. Odaya döndüğümde koltuğuma oturmak üzereyken, tek bacağımdan tuttu birdenbire, “Haayt!” diyerek havaya kaldırdı.

   Şafak abla, “Bırak ayol adamı!” diyordu. Kız da kıs kıs gülüyordu ötede. 

   Oturduk sonra insan gibi. İbrahim ağbi’nin ne yapmaya çalıştığını nihayet anladım. Askere giden oğlunu, ve bunun da ötesinde, onunla yaptığı güreşleri özlemişti! 

   Doğrusunu söylemek gerekirse, ben de severim güreşi sevgili okurlar! Bu alt alta, üst üste tepişme duygusuna hiç yabancı değildim yani. Askerliğimi yaptığım bölükte, Ramazan isimli, Bulgaristan göçmeni bir çocuk vardı. Onunla bir gün gene itişip şakalaşırken, saniyeler içinde iş ciddiye binmiş, çevremize toplanan küçük kalabalığın ortasında dövüşmeye başlamıştık. Tıfıl bir oğlandı, ben de iri yapılı sayılırdım. Bunu şimdi tuttum mu savururum yere, diye düşünüyordum. İlk başta öyle de oldu. Aldım altıma, kıvırdım kolunu, “Pes mi” diye sormaya hazırlanıyorum. Nasıl oldu, ne yaptı bilmiyorum, altımda duran adam birdenbire üzerime çıkmasın mı!? Yerde kaplumbağa gibi debeleniyordum. “Pes mi?!” dedi. Baktım, kıpırdamam mümkün değil. Hakkını teslim ettim, pes dedim. Meğer bu herif, güreşin çok sevildiği Bulgaristan’da bir süre amatör güreş yapmış. Altımdan kaçarken kullandığı şey de ustaca bir güreş tekniğiymiş. 

   Meyve tabağımı almak için sehpaya uzandığımda, İbrahim ağbi kenardan yaklaşıp belime yapıştı! Kolum havada kalmıştı. Şafak abla uzanıp, nazikçe elimdeki çatalı aldı, bir kaza olmasın diye. Evin kadınları bu kez hazırlıksız yakalanmış, ortalığı pek toplayamamışlardı. İbrahim ağbi, askerde güreştiğim göçmen çocuktan daha iri yapılı, neredeyse kaslı maslı bir adamdı. Bir de tekniği varsa, beni pencereden sallar atardı. Ancak, dizim sehpaya çarpınca bayağı öfkelendim, ben de bir bacağından kapıp havaya kaldırdım. Adam tek ayağıyla sekerek dört beş adım kadar gidebildi o halde, sonra langırt diye ikimiz de gürültüyle halının üzerine yuvarlandık. Karısı bir çığlık kopardı. Kız, kıs kıs gülüyordu gene. 

   Peki bundan sonrasında ne oldu dersiniz? İbrahim ağbinin askerdeki oğlunu aratmamaya karar verdim sayın okurlar! Çünkü benimle güreşirken mutluydu. Hattâ kapıda uğurlarken, bir şükran duygusuyla sırtıma vurmuş, dolu dolu gözleriyle, “Sağol!” demişti. Ben de karşılığında, Ayhan askerden dönene dek, ayda bir-iki kez onlara yemeğe, daha doğrusu güreşe gittim! Ailenin hasretini dindirmesine bu şekilde yardımcı oldum. 

   Yalnız, bir tuhaflık var. Her yemek ziyaretimde, bu kez salonu hazırlayacaklar, eşyaları bir kenara çekecekler diyorum. Öyle olmuyor. Normal insanlar gibi, normal bir odada yemek yiyoruz, dizi izliyoruz. Sonra otururken, İbrahim ağbi birdenbire paçalarıma saldırıp bir bacağımı kapıyor. “Profösyonel güreş sevmiyorum. Hazırlıksız ev güreşini seviyorum,” diyor!

Öykü, Metin Fidan’ın Kara Karga Yayınları’ndan çıkan “Jüpiter Kaç Lira?” kitabından alınmıştır.

ad826x90
ad826x90
YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

Sıradaki haber:

Alper’den 5 adet coşkulu karikatür

HIZLI YORUM YAP

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.