34,1187$% 0.04
37,8573€% -0.2
45,1283£% -0.01
2.799,90%-0,09
2.554,60%-0,16
9.774,49%0,17
Baştan alıyoruz, lisede okurken hafta sonları Pendik pazarında hamallık yapıyordun. Pendik’ten üç-dört kilometre yukarda oturduğunuz mahalle olan Taşlıbayır’a hamallık yaptığın bilyeli arabayı yokuş yukarı çekmek zor olduğu için pazar toplandıktan sonra koyacak yer arıyordun. Cavit Paşa sokaktaki Foto Gürsel’in karşısında bulunan iki katlı metruk binanın kömürlüğüne ev sahibesi Selma Nine’den izin alarak cumartesi geceleri bırakıp, ertesi hafta cumartesi sabaha karşı alıyordun, doğru mu?
– Evet!
– Devam edin…
Selma Nine birkaç hafta sonra arabayı koyma karşılığında pazar günleri gelip bir haftalık yedi kova odun, kömür kırmamı ve kovaları eve taşımamı istedi, kabul ettim.
Pazar sabahları gelip birkaç saat çalışıp işimi bitirince gidiyordum. Birkaç ay böyle devam etti, ardından öğlen yemeklerine kalmamı söyledi. Bazen alışverişe gönderiyor, dönüşte para üstünü bana veriyordu. Beni sevmişti, öğrenci olduğumu öğrenince daha da hoşuna gitmişti.
Arabayı bıraktığım bir cumartesi gecesi “Ailene haber ver; yapılacak işlerin olduğunu, yardım etmemi istediğimi, haftaya gece kalacağını söyle” diyerek kalmamı istedi. “Nasıl olsa sabah geleceksin, bir daha git gel yapmamış olursun” dedi. Olur dedim.
Gündüz pazarda çalıştım, akşam arabayı bırakıp Selma Nine’nin evine çıktım, Yemek yedik. Gece boyunca konuştu, dinledim. Kimi kimsesi olmadığından, yıllardır kimseyle konuşmadığından bahsetti. Çay demledi, çayın yanına finger bisküvi, meyve çıkarttı, yattık.
İlk gece uyuyamadım. Gecenin bir yarısı odasının kapısı açıktı, çalışma masasında bir şeyler yazıyordu. Beni görünce altın sarısı dolma kalemini masaya bırakıp yanına çağırdı. Öyküler yazdığını söyledi. Yazdıklarını okudu, sonra bana okuttu. Kırmızı mürekkeple yazılmış öykülerdi bunlar. İlk kez küçükken annemin anlattığı masallardan farklı şeyler dinliyordum. Nutkum tutuldu, bir yazar tanımanın heyecanını yaşıyordum.
– Detay verir misiniz?
Haftalarca cumartesi geceleri Selma Nine’nin evinde kaldım; sürekli yazdıklarını okudum, dinledim. Bir gece uykudan uyandırıp kaleminden bahsetti. “Bu özel bir kalemdir, içine kanından bir damla damlatırsan aklından geçen her şeyi yazar. Bana bu kalemi doksanüç harbi denen Ruslarla yaptığımız savaşta Nahçıvan’dan gelen dedem hediye etti. Onun da babası Ermeni bir ustaya yaptırmış; yaşanan sıkıntılar unutulmasın, tarihin karanlıklarında kalmasın, soyumuzun belleği olsun diye… Ermeni usta iki kalem yapmış. Biri gözyaşıyla çalışan, diğeri de kanla… “Gözyaşı kurur, ama kan her daimdir diyerek kanla yapılanı almış” dedi. Denemek için parmağıma iğne batırıp mürekkep koyma yerine koydu, “al yaz” dedi.
Yazmaya başladım. Yazdıklarımı okuyunca çok beğendi, sarıldı “aferin” dedi. Üç ay kadar sonra “Bunları değerlendirmek lazım, önce sana bir isim bulalım” diyerek öyküleri Levent Küçük takma adıyla yazmamı önerdi. Ardından yazdıklarımı büyük sarı zarfa koyarak verdiği adrese postalamamı söyledi. Artık hafta sonlarını iple çekiyordum. Bir yıl kadar sonra “kaleme ihtiyacı kalmadığını söyledi, bundan böyle sen yazmalısın” diyerek kalemi bana hediye etti.
– İlginç… Ne yaptınız kalemi?
– İki üç sene gözüm gibi baktım çok güzel öyküler, şiirler yazdım, edebiyat dergilerine gönderdim, sonrasında kaybettim.
-Eee?
Aradan uzun yıllar geçti. Eski kitaplar dergiler satan bir pasajda gözüme ilişti, dünyalar benim oldu. Fiyatını sordum. Satıcı “Çalışmıyor, at bir şeyler” dedi, elli liraya satın aldım. Eve döndüm, temizliğini yaptım. Mürekkep koyma yerine bir damla kan damlattım, yazmaya başladım.
Eski sevgiliyle karşılaşmış gibiydim. Düşlediğim, aklıma gelen her şeyi yazabiliyordum. O kadar çok şey vardı ki anlatmak istediğim… Yazdığım öyküleri internet ortamında çeşitli edebiyat sitelerinde yayınlamaya başladım.
-Kalem sizde mi?
-Evet, düne kadar bendeydi.
-Şimdi kimde?
-Kırdım.
-Selma Nine’ye ne oldu?
Bir sabah kalktığımda kahvaltı hazırlıyordu. Beni fırına gönderdi. Yolda arkadaşıma rastladım, elinde yeni çıkan Teksas-Tommiks kitapları varmış, onları göstermek istedi. Bir süre sonra İsmet Paşa caddesindeki fırına gidip ekmek ve simit aldım. Döndüğümde ev darmadağınıktı. Seslendim cevap alamadım. Odasının kapısını vurup bekledim, açmayınca içeri girdim. Yatağında sırt üstü yatıyordu. Yüzüne yastık koymuştu. Hafifçe dokundum, sarstım, nefes almadığını fark ettim. Korkuyla evden çıkıp gittim. Aylarca bir daha da uğramadım. Evdekilerine bilyeli arabanın da çalındığını söyledim.
Bir ay kadar sonra fotoğraf çektirmek için Foto Gürsel’e gittim. Amacım Selma Nine ile ilgili bilgi almaktı. Yaşlı kadının evine hırsız girdiğini, kadını yastıkla boğduklarını söylediler. Hepsi bu…
-Bakın Levent Bey, yalan söylediğinizi, kalemi kırmadığınızı biliyorum. Ben o kalemin peşindeyim. İki kalemden gözyaşıyla yazanı bizimkiler almış. Babam yıllarca gözyaşıyla yazılmış romanlar, öyküler yazdı, ödüller aldı. Babamdan sonra ben yazmayı sürdürdüm. Ama artık yazamıyorum, kalem yazmıyor. Tamir için Ermenistan’a kadar gittim, sonuç elde edemedim. Selma Nine’den kalemi satın istedim, kabul etmedi.
– Öldürdünüz mü?
– Kaza oldu…
Bakın Levent Bey… O yıllarda yazdıklarınızı yakından takip ediyordum, çok da hoşuma gidiyordu. Yirmi yıl ara verdiniz, sonra tekrar yazmaya başlayınca size ulaşmak için uzunca bir süre araştırma yaptım. En sonunda buldum sizi. Kalemi bana satmanızı istiyorum.
Sizlere bu öyküyü Saint Tropez’den yazıyorum. Her ne kadar kalemimi satmam deseler de ben sattım arkadaş. Bakalım haftaya yazabilecek miyim?
(4 Eylül 2020, St. Tropez)
Ölü Dilde Bir Hayalperest
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.