DOLAR

33,9008$% 0.03

EURO

37,6352% -0.04

STERLİN

44,6724£% -0.16

GRAM ALTIN

2.809,88%0,81

ONS

2.577,74%0,76

BİST100

9.685,49%1,73

İkindi Vakti a 16:38
İstanbul AÇIK 27°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
Levent Küçük

Levent Küçük

23 Mart 2024 Cumartesi

Ayten

Ayten
2

BEĞENDİM

ABONE OL

Öğretmen olan babamın tayini Ardahan'dan Pendik'in mahallesi Taşlıbayır'a çıkmış, taşınmışız. Okulla mahalle arasında günler geçerken karşımızdaki üç katlı binanın çatısı sökülüp tuğlalarla duvarlar örüldü, şimdinin bir artı bir'i kadar bir ev yapılıp çatısı yeniden kapatıldı. Birkaç hafta sonra mahallemizin jönü çok sevdiğim Mustafa abi, ailesinin karşı çıkmasına rağmen Ayten isimli birini kaçırıp evi kiraladı. İş yerinden arkadaşıymış. On sekiz yaşında Türkan Şoray güzelliğinde bir kızdı. Çocuktum, Ayten'i ilk gördüğümde aşık olmuştum. Mahalledeki herkes aynı fikirdeydi.

"Allah istediğinde böyle güzelleri de yaratabiliyormuş."

Boş arsada top oynarken çağırır veresiye defterini verir, Cevriye bakkaldan ekmek, sigara almamı isterdi. Sokağa çıktığımda gözüm, kulağım Ayten'de olurdu. Bir pazar günü Ayten'in evinin yanındaki, kardeşlerin anlaşamadığı için yıllarca çivi çakılmayan beş katlı inşaatta oynarken Mustafa'yla sevişmelerini izledim. Ayten inşaata bakınca göz göze geldik, dondum kaldım. Kocaman memeleriyle bana bakıyordu, göz kırpıp perdeyi çekip gitti. Ertesi pazar tüm günümü inşaatta geçirdim, perdeler açıktı, yine seviştiler, yine göz göze geldik, yine göz kırptı, gitti. Aylarca sürdü bu. Bir gece sokaktan gelen seslere uyandım, pencereden baktım birileri kavga ediyordu. Sokağa çıktığımda karanlıkta Mustafa'nın elindeki ekmek bıçağının parıltısını ve birkaç kez birine saplanışını gördüm. Kaç dediler, Mustafa kaçtı. Sabaha kadar adamın cesedi dışarıda kaldı, üzerine gazete kağıdı kapattılar, kenarlarına taşlar koyarak. Öğleden sonra savcı geldi.

Mustafa'nın işyerinden arkadaşıymış, daha önceden Ayten'in sevgilisiymiş, alkolün etkisiyle cesaretlenip Ayten'e sarkıntılık edince Mustafa bıçağı alıp kaçan arkadaşının peşinden sokağa inip yakalamış.

Mustafa'nın birkaç kez gece evine geldiğini duyduk, son gelişinde yakalandı, 25 yıl ceza aldı. Ayten'in evden çıkmasını isteyen ev sahibi, doğum yapana kadar müsade etti. Hamileliği döneminde borçlarını ödeyemediği için Cevriye bakkal veresiyeyi kesti, mahalleli Ayten'e yardım etti, alış verişini yaptı, yemeğini götürdü. Doğum yaptığı gün Mustafa'nın cezaevinde öldürüldüğünü duyduk, çocuğa Mustafa ismini verdi. Aylar sonra ailesi geldi, alıp götürdü Ayten'i.

Bir daha da görmedim, sadece kötü yola düştüğünü duydum. Yıllar sonra eşimle dershane açtık, temizlikçi arıyorduk, duymuş çıkıp geldi. Tanr'ının bir tek gücünün yetmediği gözlerinden tanıdım. Eşimle odasında görüştüler, yapacağı işi, alacağı maaşı söylemiş filan. Akşam evde TV izlerken eşim Ayten'in öyküsünün Taşlıbayır'dan sonraki bölümlerini anlattı, sanki ondan öncesini bildiğimi biliyormuş gibi.

"İlk kocası hapiste ölmüş, oğlu Mustafa bakımsızlıktan hastalanıp ölmüş, biriyle evlenmiş, adamdan iki oğlu olmuş, kocası trafik kazasında ölünce gecekonduyu müteahhite vermiş, yaşlı biriyle evlenmiş, Kurtköy'den ev alıp taşınmış. İki yıl sonra yaşlı kocası da kalp krizinden ölmüş, kadın gün yüzü görmemiş, ölümler çevresinden eksik olmamış." 

Çalıştığı beş yıl süresince tanıdığımı hiç belli etmedim. Emekliye ayrıp giderken, "Biliyor musun Mustafa abin seni çok severdi" dedi. "Ben de onu çok severdim" diyemedim, gitti.

Devamını Oku

Anılar… Anılar…

Anılar… Anılar…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İngilizce

1990, Erzincan… İngilizce kursuna kayıt olan ev arkadaşlarım İrfan ve Ersin haber verdiler, ben de gidip kaydımı yaptırdım. Hafta sonları sabah erkenden çıkıyorduk. Öğrenci gibi ders görüyorduk, öğleden sonra da dersimiz bitiyordu. Cumartesi 5 ders, pazar 5 ders…

Deli gibi İngilizce öğreniyor, birbirimizle evde kimi zaman İngilizce konuşuyorduk. Yaklaşık bir yıl kursa gittik. Kursa gittiğimizi, iyi şeyler yaptığımızı öğrenen yaklaşık yirmi astsubay da kursa yazıldılar. Hoca çok iyi biriydi. Sınıfımız on altı kişiydi, kız ve erkek sayısı yarı yarıyaydı. Ortam çok güzeldi, sevgili yapmalar, doğum günleri kutlamalar, birbirimize kantinden pastalar börekler çörekler ikram etmeler filan.

Bir yıl sonra seviye belirleme ve kur sınavı zamanı geldi. Kuru geçen sertifika alacak, devlet memuru olanlar bir sonraki kuru da geçerlerse dil tazminatı hak edecekler.

O dönem Erzincanlı bir kızla çıkıyorum ama sıkıntılarımız var. Gece sabaha kadar içmişim, sabah zar zor uyanıp kursa gittik. Soru kitapçıkları dağıtıldı, hoca alt kata indi, olduğum yerden kalkıp hocanın masasının üstündeki “Cevap Anahtarı” şablonu yazan şeffaf asetatı alıp hiç bakmadan optik forma aktardım, şablonu yerine koydum.

Benim yaptığımı gören arkadaş da benden kopya çekti. Sınavdan çıktım, benden sonra herkes birbirinden kopya çekmiş. Toplu kopyadan sınav iptal edilmiş, hepimiz kaldık. Aradan zaman geçti, yolda karşılaştığımız herkes ve ev arkadaşlarım ”Pis herif hep senin yüzünden bunlar başımıza geldi” der gibi baktılar bana ya da ben öyle hissettim.

Hakemlik

1991, Erzincan… Hakem olmak isteyenlere kurs açılmış. Ev arkadaşlarım kayıtlarını yaptırmış, beni de ikna ettiler. Tüm maçlara bedava gireceğiz, haftada bir kez maç yöneteceğiz. İlk birkaç ay yan hakem olarak ama orta hakem olunca deli para kazanacağız. Üçüncü Lig, 2. Lig klasman hakemliğine yükselince her şey çok güzel olacak filan…

Üç ay boyunca kşamları mesaiden sonra 2’şer saat, hafta sonları da yarım gün statta ve spor salonunda hakemlik eğitimlerine katıldık. Eski hakemlerden, hocalardan işin püf noktalarını, puştluklarını öğrendik, anılarını dinledik. Sınava girdik, üç arkadaş da kazandık. Kazandıktan sonra iş bitmiyor, haftada bir antrenmanlara gidiliyor, performansa göre maç alınıyordu. Cumartesi günü ev arkadaşımıza amatör kümede yan hakem olarak maç verdiler, biz de izlemeye gittik filan…

Maçın sonlarına doğru ortalık bir karıştı, orta hakemi kovalamaya başladılar. Biz ev arkadaşımızı kolumuzu uzatıp tribünlere çekip kurtardık. Ortamı asker polis yatıştırdı, ama orta hakemi bayağı hırpalamışlar. O gün karar verdim hakemlik yaparsam m.ksinler diye…

Yıllarca hakem kimliğiyle maçlara girdim ama maç yönetmedim.

Devamını Oku

Kardelen

Kardelen
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Sivas 98… Eşimin hamilelik dönemi, ayda bir doktora  gidiyoruz, 15 günde bir de kontrole. Hamileliğin beşinci ayında erkek olduğunu öğrendik. Eşimin gol atan siyahi futbolcunun ters perende atması gibiydi sevinci. Aynı evde benden bir tane daha olduğunda başıma gelecekleri düşünüp hiç sevinmemiştim erkek olmasına, kız olsa daha mutlu olacaktım.

15 gün sonra kontrole gittiğimizde işin rengi değişti, maviler pembeye döndü kız oluverdi. Kordon sebebiyleymiş, pipi gibi durmuş. Bu kez benim içim içime sığmıyordu, perende sırası bende, çaktırmadan. Çok mutlu olmuştum belli etmemeye çalışarak.

Altıncı ayda eşim amipli dizanteri'ye yakalandı. Sivas'ın kanalizasyon şebekesi birkaç yerde Kızılırmak nehrine karışıyormuş. Amasya'dan gelen sebze meyveler Kızılırmak'ın suyuyla sulanıyor ve dışardan gelenler için büyük risk taşıyormuş. Hele hamilelere büsbüyük risk, Sivaslılar taşıyıcı olduğundan onlara bir şey olmuyor.

68 kiloyken dizanteri olan eşim, kilo kaybetmeye başladı. Askeri hastaneye gittik, doktor ilaç tedavisi önerdi, faydasını görmedik. 5 gün sonra yeniden hastaneye gittik, Cumhuriyet Üniversitesi hastanesine sevk edildik. Yine ilaç tedavisi… Eşimin sürekli midesi bulanıyordu, kusuyordu ve ishali de vardı. Bebeğimiz için zorla da olsa yemek, beslenmek zorundaydı. 

Ben ise sabah kahvaltısını verdikten sonra, evle kışla arasındaki yoldan karşıya geçip işe gidiyordum. Öğlenleri ise koştur koştur gelip yemek yapıyor, ayrıca patates haşlıyor, posalı yiyecekler hazırlayıp tekrar işe gidiyordum. Akşam yine aynı şekilde döngü devam ediyordu, her gün alışveriş yapıyordum, kasa kasa hem de…

Altıncı ayın sonunda eşim 61 kiloya indi. Durumu İstanbul'daki ailelerimize iletiğimizde birdenbire hepsinin işi gücü çıkıverdi. Annem hariç, o da taburcu olduktan sonra geldi.

Hastalığın bu şekilde gitmeyeceğini, her geçen gün daha kötüleşeceğini düşünerek bir gece Cumhuriyet Üniversitesi Hastanesi aciline gittik. Hemen yatırma işlemi yapıldı, sürekli ilaç serum kullanıldı. Gece yarısına kadar yanında kaldım, sabah kahvaltı istedi, eve döndüm. (Refakatçiye izin yok) Sabah erkenden kalkıp, kahvaltılık şeyler hazırlayıp termosa da çayı koyup eşimin yanına götürdüm. Öğlen ve akşam yemek yapıp hastaneye götürüyordum. 

Her gece eşimi alıp Doppler cihazında kontrol ediyorlar, çocuğumuzda kalp atışı var mı diye bakıyorlardı. On gün boyunca bir arpa boyu  yol alamamıştık. Eşim moral açısından çökmüştü, eliyle sürekli karnındaki bebeğimizi kontrol ediyordu, yaşamıyor mu diye tedirgin oluyordu.

Aklıma Erzincandaki bekar evi arkadaşım, can dostum, Ersin’i aramak geldi. GATA’da akciğerlerinden ameliyat olmuştu. Durumu aktardım, bir saat sonra profesör albay beni aradı. İlacın ismini verdi, "METRONİDAZOL 500 mg kullanacaklar, kullanmak istemezlerse rıza onam formu doldur, diretirlerse beni ara telefonu doktoruna ver." dedi.

Profesörün dediklerini doktorumuza ilettim "Çocuğunuzu kaybedebilirsiniz" dedi. Bu gidişle ikisini birden kaybedecektim. Formu doldurarak teslim ettim, bir hafta sonra eşim düzeldi, taburcu olduk.

Doğum zamanı geldi, hemşire kızımı kollarıma verdi, çok tatlı kartopu gibi bir bebeğimiz olmuştu. Topuğundan kan alan hemşire "Bir hafta içinde ararsak genetik bir hastalığı var demektir, aramazsak her şey normal" diyip gitti. Bir hafta sonra telefon çaldı açtım, test için arıyormuş, kendimi kaybedecekken "Yanlış aramışız, pardon" dedi.

İki zıt duyguyu otuz saniye içinde hayatımda yaşamamıştım.

Neden mi Kardelen? Anlattığım bunca şeyden sonra kızıma başka isim yakışmazdı.

Devamını Oku

Sen misin evlenen!

Sen misin evlenen!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

1995 İstanbul… Evlenmeye karar vermişiz. Dragos’da Adalar manzarası karşısında evlilik teklifi etmişim. Kız isteme faslını geçmiş, istihkakım olan tuzlu kahveyi içmişim, nişanlanmışız. 

Birkaç ay sonra evlilik hazırlıkları başladı. Altın, kolye, bilezik vs alımı için ertesi gün erkenden Kapalıçarşıya gidilecek. Gece arabam arıza yaptı. Kurtköy’ün ilk oto galerisi olan çocukluk arkadaşım Kıvırcık Memeti arayıp durumu anlattım, yarına araba lazım dedim. “Levo üç araba var, ikisini almaya gelecekler ama adamın biri Sultanbeylide imamım deyip çalıntı arabayı bize kitledi. 3 aydır getir götür için kullanıyoruz, o var” dedi. “Olur sıkıntı yok. Polis kontrollerinde askeri kimliği gösterince bakmıyorlar nasıl olsa” diyerek sabah arabayı aldım. Benim arabanın anahtarını da baktırmaları için galeriye bıraktım.

Nişanlımı, ablalarını kız kardeşimi alıp karşıya geçtik, küçük kız kardeşimi de Beyazıtta kaldığı yurttan aldık. Arabayı katlı otoparka bıraktım. Alışveriş saatlerce sürdü, öğlen yemeği, kahve molası filan akşam oldu, hava karardı, işimiz anca bitti. 

Otoparktan çıktık, Galata köprüsüne doğru giderken bizi sollayan arabalar korna çalıp işaretle bir şeyler anlatmaya çalışınca sağa çektim. Arabanın her yanından buharlar, dumanlar çıkıyordu. Sarayburnundan U dönüşü yapıp feribotla Harem’e gitmeyi planladım. Feribot beklerken, önümüzde kaynamış mısır satan adama radyatöre su koymak için su nerden bulabilirim dedim. Denizi gösterdi, “sudan bol ne var” diyerek sarı plastik kovasını verdi. Akıllıca…

Eğilip kovayı kenardan denize daldırdığım an yosunlar sebebiyle kayganlaşan zeminde, kundura olan ayakkabılarımın ikisi birden kaydı, denize düştüm. Cebimde paralar, databank… Kolumu kaldırınca rıhtımın zeminine yetişemiyordum, seslenince sesimi duyan sağa sola bakıp kimseyi göremeyince yoluna devam ediyordu. İleriden rıhtıma yanaşacak gemi geliyordu. Bana bir saat gelen beş dakikadan sonra “Aşağı bak” diye seslendiğim biri yukarı çekti.

Kovayı alıp radyatöre su koydum, birkaç kez de motora azar azar su döküp soğuttum. Arabanın arkasında  elbiselerimi çıkarıp yeni alınan eşofmanları giydim. Haremden Kıvırcık Memeti aradım, Galerideymiş, usta alıp geldi. Radyatör hortumu patlamış, onardılar.

Düğünden önce çeyiz serilecekmiş. Babama “Görevdeyim, öğleden sonra izin alır gelirim” dedim, Babam mahalleden bir minibüs ayarlamış, kadınları alıp Ataköy lojmanlarına sabahtan getirmiş, işe başlamışlar. Öğleden sonra ben de katıldım, tamir işlerini yaptım, yemek almaya gittim filan. Saat 17 gibi minibüsün şoförü babama “Belediyede çalışıyorum altıda görevde olmam lazım demiş, Babam da “İş bitmedi, anahtarı bırak Levent getirir” demiş. Bana da “Minibüsü sen sürebilirsin değil mi?” diye sordu, “Sürerim dedim. Şoför anahtarı bırakıp gitti. Saat 19 gibi iş bitti, herkes arabaya indi, en son ben dairenin kapısını kilitleyip indim. Park yerinde minibüs arıyorum yok. Seslendiler, baktım 36 kişilik otobüse doluşmuşlar.

Ben bunu süremem, ehliyetim B sınıfı dediysem de babamın ısrarı sonucu “Sahil yolundan yavaş yavaş sür, bişe olmaz” sözüne istinaden direksiyona geçtim. Kumkapı’ya geldiğimizde bize yeşil yandığı halde, kavşakta polis olduğu halde, U dönüşü yapılmaz trafik işaretine rağmen bir minübüs şak diye dönüverdi. Minibüse çarpmamak için direksiyonu sağa kırdım. Fren, korna, kaldırıma çıkıp trafik ışığı direğini altıma aldım.

Polis telsizle durumu bildirdi, bir sonraki ışıklarda minibüsü durdurmuşlar, Babam otobüsten inip koşmaya başladı, ben arkasından fırladım. Babam şoförü yere yatırıp vurup küfrediyordu, elinden zor aldık. Kadınları taksilerle eve gönderdik. Trafik polisi geldi, tutanak tuttular. Otobüsü otoparka çektim, gecenin bir yarısı eve döndüm.

Sonra evlendik.

Bu durumlar, eşimle kavga ettiğimizde, “Bizim evliliğimizi Tanrının bile istemediğini, bunu anlamamız için başımıza her türlü melanet getirdiğini ama aptal kafamızın anlamadığını söylemek haklı olan tarafın kullandığı bir klişeye dönüştü.

Devamını Oku

Roza

Roza
0

BEĞENDİM

ABONE OL

2018-2019… Cuma günleri Kurtköy'de kurulan pazardan sürekli alışveriş yaptığım pazarcı Digorlu İlimdar "Komutan, sizin dershane varmış, benim kızım da 8. sınıfa gidiyor. Kızımın arkadaşları sizin oraya kaydolmuş, o da gitmek istiyor. Ben haftanın yedi günü çalışıyorum, ilgilenemiyorum. Fiyat nedir, taksit oluyor mu?" diye sordu. Fiyatı, taksit yaptığımızı, söyledim. Yarın sabah kimliğiyle gelsin kayıt ederiz dedim.

Ertesi günü sabah geldi, kimliğini verdi kaydını yaptım. Okuldan önceki senelerin not ortalamasına baktım, orta seviyedeki öğrencilerin olduğu sabahçılar sınıfına kaydettim. Roza'nın bir ay sonra dersleri bittikten sonra eve gitmediğini farkettim. Uygulama sınıfında sürekli ders çalışıyor, bilgisayardan örnek deneme sınavları çıkartıp çözüyor, öğleden sonra gelen daha başarılı öğrencilerle teneffüslerde vakit geçiriyordu. Evine neden gitmediğini sorduğumda, "Hocam evde odam yok, bilgisayarım yok, ders çalışacak ortamım yok. Annem ev işleri yaptırıyor, bu yüzden gitmiyorum. Kalabilir miyim?" diye sordu. Olur kal, hatta anlamadığın konular olduğunda, öğleden sonraki sınıflarla derse de girebilirsin dedim.

Bir ay sonra deneme sınavlarımız başladı. Roza sınıf atladı, her deneme sınavında sınıf atlamaları devam etti. Okul birincilerinin olduğu en iyiler sınıfına dahil oldu. LGS'ye bir ay kala, deneme sınavlarından ful çıkartmaya başladı. Öğrencilerimiz LGS sınavına girdiler. Ertesi günü Roza işaretlediği cevapları getirdi. Dershanede kontrol ettik, sıfır hata, 500 tam puan alıyordu. Tebrik ettik, gurur duyduk dershanemizin ilk Türkiye birincisi filan…

Bir hafta sonra annesi ve babası son taksiti ödemek için dershaneye geldiler, çay ikram ettim. Roza nasıl, mutlu mu diye sordum, "Komutan başımıza iş çıkarttın, bildiğin gibi ben pazarcıyım, annesi merdiven siliyor. Roza, Atatürk Fen lisesini istiyor, nasıl olacak bilmiyorum."

Roza, mezun ettiğimiz öğrenciler whatsapp grubuna yazmış, Fen lisesinden sonra bu sene tıp fakültesine başlayacakmış.

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.