34,8012$% 0.33
36,9645€% 0.4
44,5512£% 0.43
2.955,31%0,72
2.635,21%0,16
10.079,73%1,45
Burhan Solukçu 10.06.1928 tarihinde Zonguldak’ta doğdu. Kozlu maden kuyularında elektrikçi olarak çalıştı. Hastalığı nedeniyle işinden ayrılmek zorunda kaldı. Tedavi için gittiği İstanbul’e yerleşti. Tabelacılık, gazete ressamlığı gibi işlerde çalıştı. Dolmuş, Karikatür, Akbaba, Taş-Karikatür, Amcabey dergilerinde çizdi. Birçok karma sergiye katıldı. 26 Mart 1978 tarihinde İstanbul’da hayatını kaybetti.
Ciğerlerine kadar dolan kömür tozu onu maden ocaklarındaki iş yaşamından koparmasaydı, Burhan Solukçu yine karikatürcü olur muydu? Ya da ciğerlerine kadar dolan kömür tozu, yaşamı ona bunca zorlaştırmasa, emeğin, emekçinin değerini bu denli iliklerinde duyumsar mıydı? Bu duyumsama ve bilinç olmasa Türk karikatüründe emekten, emekçiden yana tavrıyla bir Burhan Solukçu olur muydu?
Burhan Solukçu işte bu ağır soruların yanıtıdır. Onun çizgisi yaşadıklarıdır; yaşadıkları ise çizgisindedir.
Yaşamın ancak tırnaklarıyla kazınarak kazanıldığını, emeğinin en büyük gücü olduğunu daha çocuk yaşlarındayken keşfetti; başka da bir hayat bilmedi. Yaklaşık yirmi yıl süren çizgi yaşamı boyunca yoksulluğu, işsizliği, adaletsizliği, sömürüyü, geri kalmışlığı çizdi. Tarafını, hayattaki duruşunu çizgileriyle gösterdi. Türkiye’nin kabuğunu değiştirdiği belki de en kritik yıllarına çizgileriyle tanıklık etti. Bildiği, içinde yaşadığı sorunları zaman zaman incelikli humoruyla, zaman zaman groteske varan alaycılığıyla gözler önüne serdi. Çizgilerini yoksuların, umarsızların dili olmaya adadı; dergilerde kendisine ayrılan sayfaları bu uğurda kullandı. Toplumsal çelişkiler, sınıfsal çatışmalar gibi sosyo-politik olguları salt ak-kara mantığı içinde değil, eleştirel gözle ele aldı; mizahın gücüyle harmanladı ve olabilecek en net şekilde resmetti.
Burhan Solukçu kısa sanat yaşamında, Türk karikatürüne yapmacıksız, doğal, kendisi olan bir soluk verdi.
Yıl 1952. Bir gün bu koğuşa bir kucak kemik getirip bırakıverdiler. Zonguldak’ tan maden ocaklarından geliyordu. Eline üç beş kuruş verilerek ocaktan uzaklaştırılmıştı. Birkaç gün sonra bu kemik yığınının yatağın içinde kıpırdayıp bir şeyler yazmaya çalıştığını gördüm. Bir gün yanındaki arkadaşının kare kare çizip resmini büyüttüğünü görünce, resme yatkın olduğunu anlamıştım. Marko Paşa havasından henüz sıyrılamadığımız için, bir dergi çıkarırsam yazılarımı resimleyebilir mi diye düşündüm.
“Bir madenci resmi çizebilir misin?” dedim.
Elindeki kara kalemle tasıyla, feneriyle kendisi gibi cılız bir madenci çiziverdi hemen. Tas bir yana kaymıştı, pantalonu bir yana… Kıçında da kocaman bir yama vardı.
Yağ erimiş, et erimiş, kemik bile erimiş galiba… Bir hayal adamıdır karşınızdaki! Ama gözler, bu solgun yüzde iki ateş parçası… Işık dolu, zekâ dolu ve hüzün dolu. Ateş mahzun olur mu demeyin. Oluyor işte! (…) Gelir, gider… Bir gölge de insanı bu kadar sessiz ziyaret eder ancak! (…) Altmış beş kiloluk Burhan Solukçu, toprağın altından kırk altı kilo çıkmış! Orhan Veli’nin meşhur Süleyman efendisini bilirsiniz, hiçbir şeyden çekmemiştir nasırından çektiği kadar. Bizim Solukçu, Süleyman efendiyi bile kıskanıyor: Onun çektiği bir nasır… Burhan’ın çektiği mi?.. Üç nasır: Hastalık, parasızlık, kiracılık! (…) Çizgileri usta işi, tatlı çizgiler değildir. Ama onun çizgileridir, başka-sının da değil. Baktınız mı, hiç düşünmeden Solukçu’nun fırçasından çıktığını söylersiniz. (…) Kısık öksürüklerini duyunca, göğsüm acıyarak önüme bakar, düşünürdüm: Bizim Solukçu ne yiyor, ne içiyor, diye… Ekmek, hayır. Pilav, hayır. Börek, hayır. Tatlı, hayır… Böylesine zayıflamak için kendi kendisini mi yiyor acaba?
Babam Akbaba’da parça başına çalışır, haftada ortalama 7-8 karikatür çizerdi. Ben karikatürleri dergiye götürür, derginin çıkacağı günü heyecanla beklerdik. Çünkü ne kadar karikatürü basılırsa o kadar çok para kazanacaktık. Dergi çıktığı gün sabah erkenden almaya giderdim. Hemen bir köşede hızlı hızlı sayfaları çevirir, karikatürleri sayardım. Çok ise koşarak evin yolu tutar, babama müjdelerdim. Eğer basılan karikatürü az ise, o köşede sessizce ağlar, sonra yüzümü yıkar ona belli etmeden dergiyi verirdim. Eminim o da bu durumlarda en az benim kadar üzülürdü.
Ayşe Öğretmen sürekli cumhuriyetten söz ederdi. Tek partili bir dönemde seçim, demokrasi nasıl olur, meclis nasıl toplanır, cumhurbaşkanı nasıl seçilir, tüm bunları uygulamalarla anlatırdı bize. Sınıfta yapılan bu uygulama seçimlerinde ben hep cumhurbaşkanı, Burhan da başbakan seçilirdi.
Sağlıklı günlerinde öğle yemeğine birlikte çıkar, genelde Cağaloğlu Hamamı’nın bitişiğindeki Halk Lokantası’na giderdik. Çok kalabalık olurdu. Sakin bir masa bulamazsa garsona “Karakaş, temizle şu masayı. İki su ve iki bardak” derdi. Karakaş genç bir garsondu ve Burhan abiye özel ilgi gösterirdi. O da bilir Burhan abi iyi bahşiş bırakır ve hatır sorardı. Genelde kuru, pilav ve yoğurt yerdik. Herşeyi mütevazı ve yavaş idi.
1945’te 150 kuruş yevmiye ile “mecburi hizmete tabi” statüsünde maden elektrikçisi olarak göreve başladı. Burada her gün yarı beline kadar su içinde çalıştı. Kısa süre içinde verem oldu ve çalışamaz hale geldi. Henüz yirmi yaşındayken sanatoryumlarla tanıştı. Ömrünün sonuna kadar bu illet yakasını bırakmadı.
Zengin & Yoksul: Dürüm siparişi verirken…
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.