34,2830$% 0.11
37,7152€% 0.29
44,9358£% 0.22
2.908,99%-0,01
2.640,95%-0,05
9.074,49%0,47
Siz Kibar Feyzo'yu seyrettiniz mi? Orada bir maaş dağıtma sahnesi vardır. İşçiler, canlarını dişlerine takmış çalışıyorlar. Aybaşında kuyruğa girip maaşlarını alacaklar. Muhasebeci sırayla parayı uzatırken yüksek sesle de “300” diyor. Bütün işçilere 300, 300, 300 ödüyor, ta ki sıra Kemal Sunal’a gelene kadar. Ona “100” diyor ve 100 lira uzatıyor. Kemal Sunal, şaşırarak soruyor; “Hepsi bu kadar mı kurban? Benimki niye onlarınkinden eskik?” Muhasebeci, Kemal Sunal’ı tersleyerek “Onlar Sendikalı!” dediğinde Kemal Sunal da diyor ki: “Ben de Harranlıyam!”
İyi mi… şimdi size anlatırken bile gözümden yaş geldi gülmekten. Hep böyle oluyor; güledururken gülmem donuyor, yaşlar şelale! Ben de “Çaycumalıyım!” Sendikalı değilim! Hastanenin yemekhanesinde 10 yıllık kadrosuz işçiyim. Ne hikmetse, benden sonra girenler kadroya girdi, ben hani neredeyse kadrolu kadrosuz oldum.
Üç yıl önceydi, hastaneye sendika temsilcileri geldi. Hepsi erkekti. Biz o zaman, mutfakta kadın-erkek 60 işçi kadar vardık. Toplantıya hepimizi aldılar. Haklarımızı anlattılar. Yüzde doksanını ilk defa duydum ve çok heyecanlandım. Tek tek değil, hep birlikte mücadele ettiğimizde daha iyi koşullarda çalışabilir, daha iyi maaş alabilirdik. Bunun tek koşulu, nereli olursak olalım “Sendikalı” olmaktan geçiyordu. Sendika, işçilerin haklarını savunmak ve işçilerin arasında sosyal dayanışmayı sağlamak için bizim işyerimize girecekti. “Sorusu olan var mı?” dediler. Aklım, evde büyükanneme bırakıp geldiğim kızlarımda. Hemen atıldım; “Çocuklarımızın kreş hakkı var dediniz, ama burada kreş yok. Yani hakkımız var ama yok! Öyle mi?” dedim. Haklarımızı “söke söke” alacağımızı söylediler. “O nasıl oluyor?” dedim, “Biraz daha açar mısınız?” Kreş açılması için de mücadele edecektik. Erkek işçilerden uğultular yükseldi, “Onca sorunun ortasında bir kreşimiz eksikti. Yahu, öncelikli şey mi kreş?” dediler. Kadınlardan da yükseldi bir karşı uğultu. Beylerle hanımların hak öncelikleri haliyle farklı. Erkek sendikacılar, “Sorunun değil, çözümün parçası olacağız!” dediler de uğultu dindi. Hadi bakalım.
O gün karar verdim, “Sendikalı” olacaktım. Duyduk ki; sendika, işyeriyle de sözleşme imzalamış. Oh şöyle, bir rahatladık! “Şimdi sıra bizde!” derken, dediler ki “Durun bakalım!” Açtım gözlerimi, parladım; “Neden?” “İşyeri içinde işyeri var.” dediler. “Taşeronla Asıl aynı olur mu? Sen, taşeronun işçisisin.” Dedim, “Aynı işi yapmıyor muyuz?” Dediler; “Sizin taşeron firma, kabul etmedi sendikayı, sendikalı olmanızı. Çünkü bir taşeron şirket için işçinin değil, onların kazanması esastır.” Dedim, “Bütün şirketler için geçerli değil miydi bu?” Bir anlattılar, bir anlattılar; “Beterin beteri vardır” demekten başka bir laf gelmedi aklıma.
Aynı işyerinde, sendikalı arkadaşlarımın maaş günleri belli. Bizimki belirsiz. Bizim maaşlara yıllardır zam yok. Sanki, maaşları kendi cebinden veriyormuş gibi kasım kasım kasılan Muhasebeci Cemşit’in “Maaş aldığınıza şükredin!” dediğini bile duydu bu kulaklar. Gözlerimle gördüm: Sendikalı arkadaşlarımız mesai başına 90 lira alırken, biz 50 lira aldık. Ben susmam, “Niye?” dedim. “Onlar Sendikalı!” dedi. Onlar sendikalıysa… Ben de… Bi’ gülme geldi bana; gözümün önünde Kemal Sunal. Muhasebeci Cemşit’e “Ben de Çaycumalıyım! Baksaya sen benim gözümüy içiye!” diyemedim. Ama, öyle bir durup bakmışım ki, “Sizin 40 liranızı taşeron alıyor!” diye açıklama yapma zorunda hissetti kendini. Paramı aldım. Boyun eğecek değildim. Mutfağa gittim, bizim arkadaşları topladım. Dedim, siz Kibar Feyzo'yu seyrettiniz mi? Böyle böyle… Başladık gülmeye. “Taşeronun işçileri de işçidir” dedim, Taşeronun işçilerinin de hakları vardır, neden olmasın sendikaları? Bizim neyimiz eskik?
(Teşvikiye, 23 Şubat 2019)
Sanatın ölümsüzlük gibi bir ciheti var
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.