34,1110$% 0.13
37,9063€% -0.06
45,0903£% -0.07
2.800,75%-0,06
2.553,45%-0,20
9.774,49%0,17
Köy meydanı; asırlardır baharda havaların ısınmaya başlamasıyla yapacak işleri olmayanlar ve yaşlılar için sırtlarını yasladıkları taş duvarların ceketlerinin omuzlarını aşındırdığı toplanma merkezi olma özelliğini koruyordu. Köyde konuşulan konular diğer tüm köylerde olduğu gibi dedikodudan ileri gitmiyordu. Ya beslediği hayvanların diğerlerinin hayvanlardan daha semirdiğinden ya da filancanın oğlunun gece karda bıraktığı ayak izlerinden filancanın kızıyla gizli, gizli buluştuğu türündendi.
Çocukken kırılan bir bacağı yanlış kaynadığı için ömrünün geri kalanını topallayarak geçiren köyün tek sakatı Muhibbi amcaya saygıyla yer vermek için ayağa kalkan daha genç birine söylediği “Otur oğul otur, ben bu ayağa her ne kadar canım yansa da ceza veriyorum. Çünkü vakti zamanında bu ayak yüzünden çok çektim” deyişini duymuştun çocuk kulaklarınla.
Ekonomik sebeplerden dolayı çocukluğunu geçirdiğin köyden büyük şehre taşınmış, ortaokuldan başlayarak hemen her türlü işte çalışmış, bir yandan da eğitimine devam etmiştin. Aradan geçen zamanın sana kattıkları ile senden aldıkları doğru orantılı değildi, şekere dadanan karınca sürüsü gibi her giden dakika bir şeyler götürüyordu senden.
Muktedir olamadığın her an ukdedir.
Aslında yaşantındaki dönüm noktası, doksanlı yıllarda dünyanın parasını vererek aldığın bilgisayarla başladı, gerçi “dönüm noktası” deyimini gereksiz ve abartılı buluyordun. “Köprüden önce son çıkış” misali, kaçırırsan köprüden sonraki ilk çıkıştan geri dönersin. Yapılmış olan her şey dönüm noktasıdır, yapılmayanı sonra yaparsın bu kadar basit.
Söküp takmaya olan merakın sebebiyle yeni aldığın bilgisayarı defalarca bozmuş, tamirine ödediğin paralar senin akşamları iş çıkışı bir bilgisayarcının yanında ek iş yapmana neden olmuştu. Yaklaşık iki yıl çalıştıktan sonra önce akrabalarının, daha sonra da komşularının bilgisayarlarını onarmaya başladın. Çevreden gelen talepler üzerine kendini bilişim sektörünün içinde buluverdin.
O güne kadar yaptığın tüm işleri kusursuz yapma ilkenden dolayı, bilgisayarlarla ilgili çeşitli kurslara gitmiş ve kendini oldukça geliştirmiştin. Artık hem alaylı hem de mektepliydin. Bilgine her gün yeni bir şeyler katarken, kendine ve evine ayırdığın dakikaların azalıyordu.
Yaşam kalitesine bakınca kendine yaptıkların ayağına eziyet eden Muhibbi amcanın ayağından intikam almasını aşmış, adeta kendini cezalandırma boyutunu almıştı. Sabah erkenden kalkıyor, yedi gün boyunca gece yarılarına kadar dur durak demeden çalışıyor, iyi de kazanıyordun ve fakat doğru düzgün dinlenemiyor, üstüne üstlük bir de alkol alıyordun. Günde yarım paket kadar sigara içiyor olsan da içki olunca sigaraya “duman attırıyordun”.
Çevrende yanlış yolda olduğunu söyleyenlere aldırış etmiyor Godot’u bekleyen Vladimir le Estragon gibi sanki sen de, seni bu koşuşturmadan kurtaracak birilerini bekliyordun.
Zaman; her zaman olduğu gibi ışık hızında akmış, on yıl göz açıp kapayıncaya kadar geçmişti. Gelen tüm müşteriler için çözüm üreten konuma gelmiş, işleri büyütmüş, yanında onlarca eleman çalıştırmaya başlamıştın. Artık bilgisayara, makinelere, otomobillere yol haritaları, yazılımlar, programlar hazırlıyor, büyük firmaların serverlarını sağlıyordun, ama kendine yeni bir rota çizmeyi beceremiyordun.
O gün atölye bölümünde işlere dalmış durumdayken telefonla sizinle görüşmek isteyen birinin olduğunu söylediler, ofise almalarını istedin. Üzerinde çalıştığın işi kaydedip üst kata çıktın. Odanda altmışlı yaşlarda kısa boylu gözlüklü kır saçlı takım elbiseli biriydi bekleyen.
– Ben nöroloji uzmanı Profesör Saffet Tüfekçi.
Kartvizitini uzatıp projeleri olduğundan bahsetti.
– Sizi bulabilmek için çok uğraştık. Web siteniz de olmasa ulaşamayacaktık. Bize yardımcı olmanızı istemeye geldim.
– Bize derken?
– Ben ve ortağım Serhat Koç.
– Size ne gibi bir yardımda bulunabilirim?
Çantasını sehpanın üzerine koyup içinden çıkardığı bir taslağı uzatıp incelemeni istedi. İnsanların hayatlarını değiştirebileceğimiz, sonunda çok büyük kazanç elde edilebileceğimiz bir iş için burada olduğunu söyledi.
Araya girip nezaketen ne içmek istediğini sordun, kahve dedi, iki kahve söyledin.
– Şirketinizden teknik destek almak istiyoruz. Sizin ve ekibinizin hazırlayacağı bir programa ihtiyacımız var.
– Konu nedir, biraz açarsanız ona göre size yardımcı olup, olamayacağımı söyleyebilirim.
Gelen kahveden bir fırt alıp anlatmaya başladı.
– Sizin anlayacağınız dille konuşayım, bilgisayar diliyle… Ortağımla birlikte üzerinde çalıştığımız, çok gizli tuttuğumuz bir proje geliştirdik. Yaklaşık beş senedir bunun için çalışıyoruz. Kısaca anlatayım; Nörolojik hastalara çeşitli işlemler uyguladığımız özel bir laboratuarımız var, laboratuardaki cihazların en önemlileri Elektromyografi ve Elektroansefalografidir. Bunlara ilaveler yapıp birkaç biyomedikal cihazı bir araya getirdik. Amacımız dünyada milyonlarca zekâ özürlü insanın, ki ben buna yazılım özürlü diyorum, sorunlarına çare bulmak. Normal diye nitelendirdiğimiz insanların beyinlerini kopyalayıp, engelli olanlara yükleyeceğiz. İskoçya’da kopyalanan koyun Dolly gibi biz de beyin kopyalamayı gerçekleştirmeyi hedefliyoruz. Yalnız bir farkla biz insanın bedenini değil, yazılımını kopyalayacağız. Kısaca yazılım transferi diyebilirsiniz.
Gülmekten elindeki kahveyi dökecektin.
– Hocam siz Matrix filminin etkisinde kalmışsınız. Dediklerinizin yapılması imkânsız. Hem beni ne zannettiniz?
– İmkânsız diye bir şey yoktur, imkânsızın henüz zamanı gelmemiştir, o sebepten imkânsız gibi görünür. Matrix bir filmdi, bizim yapacaklarımız gerçek olacak. Stephan Hawking’in beyin dalgalarının sese dönüştürüldüğü, beyin sinyalleriyle bilgisayarını fare, klavye kullanmadan komuta ettiği çağdayız. Hazırlıklarımızın sonuna geldik, artık uygulamaya koyma sırası geldi.
– Nasıl olacak peki?
– Elektroensefalografi, Elektromyografi ile beyin dalgalarını alabiliyorsak aynı yöntemle fontanel alandan, yani bıngıldak olarak bilinen bölgeden beyne yükleme de yapabiliriz. Siz yazılımı dönüştürün, gerisi bize kalmış. İş bittikten sonra adımız tarihe altın harflerle yazılacak.
– Bu iş için milyar dolarlık sermaye gerekir. İntel’in, Microsoft‘un uzay üssü gibi bir atölye, laboratuar lazım, böyle bir yer mi sizin yeriniz?
– Her şey ayarlandı, siz sadece size gerekli olanların listesini çıkartın, maddi konuları kafanıza takmayın. Finansal destekleyici ortağımız Hayati Bey bu yatırıma yüklü bir sermaye ayırdı.
– Öncelikle teklifiniz için teşekkür ederim, fakat bu konu beni aşar. Size yardımcı olamayacağım için üzgünüm, diyerek ayağa kalktın.
– Hemen kestirip atmayın, yarın bu saatlerde tekrar geleceğim, sizden ricam yarına kadar düşünmeniz. Yaşam denen şey aslında önceden yazılan şablona külli kadere sonradan yapılanların cüz-i kaderin üzerine oturtulmasıdır. Biz hiçbir şeyi değiştirmeyeceğiz, asıl şablona dokunmayacağız, o bizi şimdilik aşar, bizden sonrakilere de iş bırakalım değil mi?
– Bunun düşünecek bir tarafı yok, farklı frekanslardayız. Mevcut olmayanı nasıl kopyalayacaksınız? Soyut şeylerden bahsediyorsunuz, böylesine zorlu bir şeyi başaramazsınız.
– Başaramazsak ne kaybederiz, bir de aksini düşünün, başarırsak kazanacaklarımızı.
Yapılacak onlarca işin vardı, bir an önce kurtulmak amacıyla “Olur, düşünürüm” deyip başından savsakladın.
Günlerden cumaydı, akşama kadar anlattıkları aklına takılıp durdu. Olmayanı ortaya çıkartmak, ruh kopyalanır mı, insanın yazılımı mı olur, adam kadere yazılım diyor. Değişik biri…
Akşam iş çıkışı hafta sonları sürekli gittiğin, her köşesine mezarlar kazıp içindekileri gömdüğün, çoğu zaman canlı fasılların yapıldığı mekâna uğramış, bir yandan içiyor, diğer yandan da yeni cenazeler kaldırıyordun, merasimsiz…
Gelen hesapla mekânın kapanmak üzere olduğunu anlayıp kalktın, gece geç saatte evine döndün.
Ev ahalisinin uyumuş olması yeni kavgaların yapılmayacağı anlamına geliyordu. Buzdolabından eksik etmediğin rakını açtıktan sonra peynir ve maydanozu meze yaparak kaldığın yerden içmeye devam ettin.
İki kadehten sonra sabah yapılacak işlerin aklına geldi gülümsedin, (alkol tebessümlerin anasıdır asıl) bu kadar yeter diyip yatmak için soyunmaya başladın, Usulca yatak odasına geçip kıvrılıp yattın.
Sabah çalan telefon sesine uyandın, işyerinden arıyorlardı. Saffet beyin geldiğini, sizinle görüşmek istediğini söylediler, “Yarım saat sonra ancak gelebilirim” dedin. Başın çatlayacak derecede ağrıyordu.
Kalkıp isteksizce giyindin, kahvaltı masasından iki lokma atıştırdıktan sonra iş yerine geldin. Bir gün önce beklediği koltukta oturuyordu, önünde çay bardağı boşu duruyordu.
“Hoş geldiniz” deyip tokalaştınız, masana geçip oturdun, kısa süreli karşılıklı hal hatır sormalardan sonra, konuşmasına fırsat vermeden direkt konuya girdin.
– Bakın Saffet bey, konuyu uzun uzadıya düşündüm. Benden istediğiniz şey ampulün icadından, atomun parçalanmasından katbekat zor. CERN deneyi ile Tanrı parçacığını arayan fizikçiler bu işi gerçekleştirebilirler belki ama bizim böyle bir olasılığımız yok. Ben yapamam, başka birilerini bulun. Hangi altyapıyla böyle bir işi gerçeğe dönüştürebilirim ki? Konuyla ilgili akademik bilgim isteklerinizi karşılamaz, ekibimde de benden iyi seviyede kimse yok. Böylesine büyük bir işe soyunamam, bu benim için zaman kaybı olur. Zaten zamanım olsa üç, beş günlüğüne alıp başımı bir yerlere giderim, hem de teknolojik hiçbir cihazı yanıma almadan.
– Sizi anlıyorum, sizin de beni anlamanızı istiyorum. Uzun zamandır sizi araştırdık takip ettik, çevrenizdeki en yakınlarınızdan bilgiler aldık. Güvenilirliğiniz ve bugüne kadar yaptıklarınız ortada, bu gün sizi ortağımla tanıştıracağımı umuyorum. Kaybedeceğiniz zamanı önemsemeyin, sonrasına odaklanın. Size sonsuzluğu vaat ediyorum.
Sözün tükendiği yerdeydin.
– Başım çok ağrıyor siz de kahve içer misiniz, diye emrivaki soru yönelttin.
Kahvenin yanında gelen suyla içmek için masanın çekmecesinden ilaç çıkarttın
– O işinize yaramaz, akşam aldığınız alkolü vücudunuz henüz atmamıştır,
Ceketinin iç cebinden ilaç kutusunu çıkartıp birini sana uzattı
– Alın bunu için. Yedi size uygun mu? İsterseniz akşam sizin müdavimi olduğunuz yerde buluşalım veya mahsuru yoksa Beykoz’a gelin Boğaz’da rakı balık eşliğinde konuşalım. Şimdi izninizle ortağımı arayıp geleceğinizi haber vermek istiyorum.
– Rakı balık olunca akan sular durur, olur gelirim.
– O halde bana müsaade, yemeğin ardından laboratuvara da uğrayıp çalışacağımız yeri gezdiririz size.
– Pekâlâ, akşam yedide görüşmek üzere…
– Hoşça kalın.
Kapıya kadar eşlik ettin. Tonlarca işin vardı, başının ağrısı geçmiş ama yorgunluğun üst sınırdaydı, yardımcına yapılacakları anlatıp, evin yolunu tuttun. Uyku böyle durumlarda en iyi rahatlatıcıdır.
Uyandığında akşam olmak üzereydi, tıraş olup kartvizitteki numaradan Saffet beyi aradın, yola çıkmak üzere olduğunu belirtip konum istedin. Yol süresince önyargılı olmamak için aklına hiçbir şey getirmedin, ”Gider görürüm, en azından sağlık sektörü ile alakalı yeni birtakım şeyler öğrenirim” diye düşünerek ayarlı radyo kanallarından birine dokunup müzik açtın, on beş dakika sonra Beykoz’da konum atılan yere ulaştın.
İçeri girdiğini gören Saffet Bey karşılamak için sana doğru yürüdü. Kırk yıldan beri görüşmeyen iki dostmuşsunuz gibi sarılıp, oturdukları masaya götürdü Serhat beyle tanıştırdı. Altmış beş yaşlarında, oldukça bakımlı, şık giyinmiş biriydi.
– Demek bilgisayarların nörologu da sizsiniz hah hah ha…
– Sayılır.
Garsona siparişler verildi, masanız donatıldı, rakılar tazelendi, ülke gündeminden konuşuldu, gidişata dair tespitler yapıldı, Serhat bey projenin gerekçelerini kısaca anlattı, hesabın ödenmesinden sonra laboratuvara gitmek için yola çıktınız.
Alemdağ ormanlarının içinde, etrafı yüksek demir parmaklıklarla, dikenli tellerle çevrili, giriş kapısında kameralar, güvenlik görevlilerinin bulunduğu büyük bir araziye girdiniz. Birkaç kilometre gittikten sonra iki katlı hastane görünümlü binanın önünde durdunuz. Binadan içeri girince, Serhat bey anlatmaya, laboratuvarı tanıtmaya başladı.
– Burası Elektroensefalografi EEG laboratuarı, burası Elektromyografi EMG, bu oda tomografi, bu mr, bu oda kan sayım odası, bu oda da anestezi odası, burası da ameliyathanelerimiz…
Gelelim sizin odanıza, ultrason ve doppler cihazlarının da bulunduğu özel olarak konfigüre edilmiş, yüksek kapasiteli bilişim odanız. Siz burada çalışacaksınız. Buyurun üst kata çıkalım, bakın burada onlarca dinlenme odalarımız var, bodrum katta ise transferleri gerçekleştireceğimiz odalar. İsterseniz konuşmamıza kahve içerek ofiste devam edelim.
Ofisin duvarları çeşitli üniversitelerin sertifikaları, diplomalar, ödüllerle doluydu. İçinden gelen bir ses bu projede olman gerektiğini söylüyordu.
Onlar uygulamaya koyacağınız proje hakkında bilgiler verirken kahveler geldi, sense aklına takılan soruları unutmamak için notlar alıyordun. Bilgilendirme bittikten sonra söz isteyip sorularını sordun, Serhat bey tümünü teker teker yanıtladı.
Her şeyin en ince ayrıntısına kadar tasarlandığını, yasal izinlerin mevcut olduğunu, deneklerin ailelerinden muvafakatnamelerinin alındığını, yapacağınız işin karşılığı olarak da aylık yüz bin dolar ücreti uygun gördüklerini belirtti.
– Yazılıma dönüştürülüp, veri transferinin hatasız gerçekleşmesi halinde beş yüz bin dolar, hasta başına da elli bin dolar alacaksınız ve ayrıca yüzde on oranında şirkete ortak olacaksınız, karar sizin.
– Açık konuşmak gerekirse beni konuşturmamak için elinizden geleni yapmışsınız.
– Harcamalarınız için ilk olarak beş yüz bin dolar ödeneğiniz var. Hepimiz için hayırlı uğurlu olsun. Yarın Saffet Bey sözleşmeyi getirir, karşılıklı imzalar, pazartesi gününden itibaren çalışmalara başlarız. Saffet bey siz de başlangıç için deneklerden beş kişi tespit edip hafta içi hazırlayın.
– Peki, Serhat bey, Burak beyi de getirelim mi?
– Hayır, onun için henüz erken. Söyleyeceklerim şimdilik bu kadar, başka sorunuz yoksa geç olmadan ayrılabilirsiniz.
Saffet bey “Size zahmet olmayacaksa ben Çekmeköy’de oturuyorum beni de bırakabilir misiniz?” diye sordu, ne demek, elbette dedin.
Arabada Serhat bey’e “Burak beyi de getirelim mi dediniz? Burak Bey de bu projenin içinde mi?” diye sordun, yanıtladı.
– Dolaylı olarak içinde.
– Nasıl dolaylı?
– Anlatayım, Burak Bey projemizin finansal destekçisi Hayati Bey’in oğlu. Yirmi yaşında fiziksel olarak normal ama zekâ olarak anormal biri. Yaklaşık on beş yıldır tedavisiyle uğraşıyoruz fakat bir adım yol alamadık. Hani bir söz vardır bilmem bilir misiniz, insan beyni değirmen taşı gibidir, ne koyarsan onu öğütür, boş bırakırsan kendini öğütür. Burak’ın beyni de aynen özlü sözdeki gibi sürekli unutmakta, belleğinde tek bir kelime bir saatten fazla kalmamakta. Dünyanın en önde gelen üniversiteleri en önemli meslektaşlarımızla seferber olduk çözüm bulamadık. Beş yıl önce böyle bir şeyin olabileceği varsayımıyla yola çıktık. Aylarca araştırdıktan sonra da sizi bulduk, bizi hedefe götürecek sizsiniz.
– Umarım sizleri yanıltmam. Hazır yeri gelmişken sorayım, Hayati bey kimdir ne iş yapar?
– Hayati bey ülkemizin ilk yüzde olan zenginlerindendir.
Bir süre sustunuz, beynin nasıl bir işe girdiğinin analizini yapıyordu.
Sessizliği Saffet Bey bozdu. “Sağdaki sapaktan girersek bu yol bizi benim eve kadar götürür” dedi. Yeni yapılan lüks villaların olduğu sitenin önünde durmanı istedi. Kahve içme davetini kibarca geri çevirip evine döndün.
Evde sular durulmak bilmiyordu. Eşin evinde geçirdiğin sürenin azlığının rahatsızlığındaydı, eskiden tek sorun parayken yeni levelda zamandı. İkisinin koşut olduğu durum maalesef mümkün değildi. Anlatmayı denesen kelime aralarını okuyup söylediğini değil, söylemek istediğinin tartışmasını başlatabileceğini düşünerek sustun.
Susmak zehrin vücuda yayılışını hissetmekle birebir aynıydı.
Kızına okulda gününün nasıl geçtiğini sordun, günlerden cumartesi olduğu uyarısıyla yüzüne gözüne bulaştırdın, sığ olan itibarını da yerlere yeksan ettin. Durumu kurtarmak için “Yarın kahvaltıya gidelim mi ailecek, öğlene doğru da işyerinde olmam gerekiyor, parası bol yeni bir iş aldım.” dedirn.
– O kazandıklarınla kaybettiklerini satın alabileceğini sanmıyorum.
– Şu işi sonuçlandırayım, bundan sonra iş miş yok. Alacağım para bize ömür boyu yeter, ben yatıyorum size iyi geceler.
Sabah uyanır uyanmaz eşini ve kızını kaldırıp baş başa Yakacık Ayazma’da Adalar manzaralı kahvaltıya götürdün, atmosfer çok güzeldi, Hafta sonu ekleriyle en az bir kilo gelen gazeteleri okudunuz. Çaylar, kahveler içildi, tam da kalkmak üzereydiniz ki Saffet bey aradı, yarım saat sonra iş yerinde buluşmak için sözleştiniz.
Anlaşmayı imzalayıp beş yüz bin dolarlık harcama çekini ve otomobil giriş kartını teslim aldın, Saffet beyi uğurladıktan sonra dört yıldır birlikte çalıştığın yardımcın Sinan’ı arayıp işyerine çağırdın. Yeni bir projeye başladığını, buraya fazla zaman ayıramayacağını ama akşamları uğrayıp gerekli kontrolleri yapacağını, bulunmadığın zamanlarda da yerine kendisinin bakacağını, kısaca terfi ettirdiğini söyledin.
Sinan’ı da yolcu ettikten sonra bilgisayarındaki çevirici, dönüştürücü ve gerekli olabilecek ne kadar program varsa, tümünü dizüstü bilgisayarına, harici belleğe kopyalayıp laboratuvara hareket ettin. Yeni çalışma yerinde bulunması gerekenleri kontrol ettin, eksikliklerin listesini yaptın. Çoğaltıcılar, aktarıcılar, ayıklayıcılar…
Pazartesi günü yeni işyerinde çalışmaya başladın, eksik listesinin siparişini verdin Saffet bey ve Serhat bey’den biyomedikal cihazların nasıl çalıştığını, denekler üzerinde kullanılışını defalarca görerek bilgiler aldın. İlk günü notlar alarak, çizimler yaparak, gelen malzemeleri cihazlara irtibatlayarak geçirdin.
İkinci ve üçüncü günlerde de doppler cihazının ve ultrasonun çalışma mantığı hakkında çeşitli tespitler yaptın. Biyomedikal cihazların ithalatçı firmalarını arayıp elektronik arızaları olduğunu belirttin, acil olarak servis elemanı istedin. Ertesi günü gelen elemanı daha yakından tanımak için sohbet ederken çeşitli sorular sordun. Memleketinden, oturduğu semtten, tuttuğu takımdan, eğitiminden, kaç seneden beri bu işi yaptığından, aldığı maaştan, gördüğü kurslara kadar her şeyi öğrendin. Canla, başla çalışan, saygıda kusur etmeyen kendi halinde biriydi Erkan. Personeli, Erkan ustanın çayını kahvesini ihmal etmemeleri hususunda uyardın.
Öğlen yemeğini beraber yediniz. Yemekte cihazların elde ettiği verilerin ekrana aktarılmadan önce dönüşümün yapıldığı işlemci ve mikroçiplere neler yüklendiğini gösteren test cihazından edinmek istediğini, ücretinin hiç önemli olmadığını söyledin, “Siz merak etmeyin efendim, yarın ilk işim aynısından temin etmek” deyişi hoşuna gitti.
Ellerinde yedek işlemci bulunup, bulunmadığını sordun, varmış. Gelişmeler beklentilerinden daha iyi seviyede seyrediyordu. Yanında çalışması karşılığında aldığı ücretin iki katını teklif ettin, tereddütsüz kabul etti.
– Şirkete gidip ayrılmak için mazeret beyan etmem gerek, pazartesi günü ancak işe başlayabilirim.
– Ama öncesinde test cihazını, işlemciyi ve işimize yarayacak bilumum yedek parçayı getirmeyi unutma?
– Peki efendim.
Gelen yedek parçaları cihazlara monte ettin, hazırlamış olduğun test yazılımı yükleyip cihazlardan gelen sinyalleri algılayıcıları denedin, sensör sayısını arttırdın, bir hafta boyunca gece yarılarına kadar didinip durdunuz.
İkinci ve üçüncü haftalarda hazırlıklar son sürat devam etti, cihazların bağlı olduğu bilgisayarları kendi yapılandırdığın en yüksek özelliklere sahip ana bilgisayara bağlamak için ağ oluşturdun ve ilk verileri almaya başladın. Her şey güzel gidiyordu ama aldığın verilerin dönüştürücüler vasıtasıyla çevrimini bir türlü yapamıyordun, garip bir kodlama mantığı vardı.
Günler önüne geçilmez bir hızda tükeniyordu. Evine ve işine ayırdığın zaman telefonla görüşmelere inmişti. İkinci ve üçüncü aylarda bir sonuç elde edemedin. Bir akşamüstü Saffet bey ve Serhat bey telaş içerisinde Hayati beyin geleceğini, toplantı salonunda hazır olmanızı söyledi.
Babacan, Hulusi Kentmen kıvamında biriydi. Önce Saffet Bey açıklamalarda bulundu, ardından Serhat bey bilgiler verdi. Yolu yarılamak üzereyiz efendimle konuşmasını bitirdi. Söz sırası sana gelince yanına teknisyenini ve dil bilen birini alıp bir haftalığına medikal cihazların üretildiği Japonya‘ya gitmen gerektiğini söyledin.
– Özgürsünüz, dilediğinizi yapabilirsiniz, hiçbir konuda kısıtlama getirmiyorum. Arkadaşlar bu iş bittikten sonrasını düşlemenizi istiyorum, Hitlerin üstün ırkı oluşturma hayalini biz gerçekleştireceğiz, hem de savaşsız, ölümsüz, göreyim sizi.
Bir hafta sonra yanına yardımcın Erkan usta ve tercümanı da alarak, Japonya’ya gidip istediğin özelliklerde makine üreten firmaları araştırmaya başladınız. İki gün sonra aradığınız firmayı buldunuz. Laboratuvarınızdaki cihazların tümünün tek bir merkezde komuta edilmesini sağlayacak, aynı zamanda gelen verileri bilgisayar diline çevirecek ve kendi hazırlamış olduğun yazılımla çalışacak bir aygıt istediğini söyledin. Ne kadar sürede yapabilirsiniz ve maliyetinin ne olacağını sordun.
Tercümanın çok kısa sürede, siz müşterek çalışmasını istediğiniz cihazların isimlerini ve miktarlarını verirseniz on gün içerisinde komuta merkezini hazırlayabiliriz dediğini çevirdi. Talep ettiğin komuta merkezinin autocat programında çizimini yaptın. Bütün işlemcilerin buna bağlı olacağını tekrar hatırlatma gereğini duydun. Tercümanının çevirdiği biz oturduğumuz yerden uzay gemilerini, uyduları komuta edecek teknolojiye sahibiz, sizin istediğiniz bizim için çok kolay, merak etmeyin sözü üzerine rahatladın. Maliyeti biraz fazla gibiydi ama özel üretim olduğu için pek dert etmedin.
On gün boyunca her türlü yeni nesil ürünlerin üretim yerlerini satış merkezlerini gezdiniz, işinize yarayabilecek olanları satın aldınız, geceleri uzak doğunun egzotik güzelliklerini yaşadınız. Aygıtın teslim edileceği gün erkenden firmaya gidip, teslim almadan önce son kontrollerini yaptınız, her şey istediğin gibiydi. Yurda döndünüz.
Laboratuvara gidince Serhat beyle görüşüp uzun zamandır evinin, işyerinin yolunu unuttuğunu söyleyerek cihazlar gelene kadar dinlenmek istediğini söyledin. Erkan ustaya da iki gün izin verip evine döndün.
Evdekilerle iletişim aynı ağda birbirlerini görmeyen bilgisayarlar gibiydi.
Beş gün sonra Saffet Bey aradı, gümrükteki cihazların yarın teslim alınacağı haberini verdi. Sabah heyecan içinde laboratuvara gittin. Gelen aygıtı kurup diğer cihazlarla bağlantılarını sağladınız, sistem çalışıyordu.
Saffet bey ve Serhat bey sevinç içerisindeydiler, memnuniyetlerini, belirtmek için dağarcıklarında sözcük kalmadı. Vakit geçirmeden deneklerden birini hazırlayıp cihaza bağladılar. Beynin her iki lobundan gelen sinyallerinin önce görüntüye ardından da yazılıma dönüşmesi kusursuzdu. Elde edilen verileri cihazların işlemcilerine bağlanıp yeni yaptırdığın aygıtta topluyordun, Bundan sonrası Saffet bey ve Serhat beye kalıyordu.
Gece tüm personel gidince deneklerden biri anestezi odasında uyuşturuldu. Ardından ameliyathaneye alınıp kafatasının bıngıldak denen bölgesine sağ ve sol loba gelecek şekilde iki küçük delik açıldı ve elektrotlar bu deliklere yerleştirildi, bir önceki denekten aldığın yazılımın yüklemesi gerçekleştirildi. Deneğin uyanması beklendi, ameliyat masasına sabitlenmiş hastaya diğer denekten aldığınız yazılımın yüklemesi hatasız yapılmıştı. Dakika, dakika, saat, saat izlemeye aldığınız hastanın birkaç gün sonra çift kişilikli olduğunu tespit ettini. Kendi zekâ özründen kaynaklanan sorun devam ederken, bir de diğer hastanın özellikleri yüklenmişti, kısaca sorun iki katına çıkmıştı.
Sorun varsa çözümde vardır sözü, sorunu bilen içindir, bilmeyen için sorun, sonsuz kere sorundur.
Toplantı odasında nerede hata yaptık acabadan öteye gidemiyordunuz. Bilgisayarlara format atmadan önce belleği biçimlendirmek gerektiğini hatırlattın, beyine de böyle bir işlem yapılabilir mi diye fikrini söyledin. Hastada mevcut olan yazılımı silmek gerektiğine karar verildi.
Bir hafta gece gündüz demeden çalışıp hazırlığını tamamladın, yeni bir hasta daha alıp önce beynin biçimlendirilmesini sağladın, ardından aynı transfer işlemlerini tekrarladınız. İşlem başarılmış, beyin transferi gerçekleşmişti. Artık aynı denekten iki kişiydiler.
Bir ay boyunca çeşitli testler yaptınız sonuçlar iki hastada birebir aynıydı. Başarmıştınız, asıl transferden önce onlarca deneme yaptınız, tümünde transfer mükemmeldi.
Başarınızı kutlamak için İstanbul’un en lüks mekânını kapatan Hayati Bey hepinizi tek tek kutladı ve hesaplarınıza gönderdiği astronomik rakamları kontrol etmenizi istedi.
Gece yarısı evdeydin. Ev ahalisine sonsuza dek yetecek bol sıfırlı hesabı gösterdiğinde kendinle gurur duyuyordun.
Sabah erkenden arandın. Asıl transferin gerçekleşeceğini söylediler, heyecanla laboratuara geçtin. Hayati bey dâhil herkes ordaydı, hazırlıklarını bitirdin. Burak beyin getirilmesini beklemeye başladın.
Uyandığında cihaza bağlı ameliyat masasındaydın, Burak Bey bağlandığın cihazda kontrollerini yapıyordu.
YİN & YANG
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.