DOLAR

36,2388$% 0.35

EURO

38,0197% 0.32

STERLİN

45,6053£% 0.35

GRAM ALTIN

3.360,93%-1,10

ONS

2.885,16%-1,46

BİST100

9.877,59%-0,37

İmsak Vakti a 02:00
İstanbul ORTA ŞİDDETLİ YAĞMUR
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a

Metin Fidan’dan bir öykü: Mağaza canavarı

ad826x90
ad826x90
ad826x90

   Birazdan sizlere bahsedeceğim olay hiç yaşanmamış bile olsaydı, ben gene de yaşanmış gibi göstererek, bu konu hakkında mutlaka birşeyler yazardım! Çünkü, en büyük korkularımdan biridir sayın okurlar! İster yaşanmış, ister kurmaca olsun, yeri ve zamanı gelmişse eğer mutlaka bu konudan bahsetmeyi isterim. 

ad826x90

   Aynı hayallerinde canlandırdığım şekilde, bu korkum birdenbire gerçek oldu. Alışveriş merkezindeki güvenlik alanından geçip, onbeş yirmi metre ilerlediğimde, o dehşet diyarına adımlarımı attığımı hissetmiştim bile. 

   İlk başta, ayağımın dibinde, şaka olduğunu sandığım küçük kan damlacıkları gördüm. Alışveriş merkezlerini bilirsiniz; palyaçolar gelir, piyano keman çalınır, etrafta balonlar uçar, yerlere fosforlu boyayla resimler çizilir, her çeşit tuhaf etkinlik ortamı. O yüzden, kana benzeyen bu lekeleri de birer süs olarak düşünmeye çalıştım önce. Fakat çok sahiciydi, gerçek kan rengi ve kan damlası biçimindeydi. 

   Yürüyen merdivenlerin önüne doğru geldiğimde, zemine sıçramış koyu kırmızı damlacıkların sayısı, dehşet verici olayın merkezini işaret edercesine, birdenbire bu noktada çoğaldı. Kafamı korkuyla ileriye kaldırdığımda, merdivenlerin başında, basamaklara çömelmiş bir insan kümesi gördüm. İçlerinde bir tanesi, sağlık görevlisi bir genç kadına  benziyordu. Ötekiler de kurtarma görevlisi olduklarını sandığım iki adamdı, bir tanesi şu fosforlu parlak yeleklerden giymişti. Ve merdivenler sevgili okurlar. Kan içerisindeydi! 

ad826x90

   Birkaç adım daha attığımda arkamdan bazı bağırışlar duyar gibi oldum. Belki de ağlamalar ve korku dolu feryatlardı işittiklerim. Karşımda beliren manzara ise dehşet vericiydi. Haber videolarında ve resimlerde ürkütücü görüntüleri flu hâle getirerek, bir ölçüde kapatırlar. Ben de kelimelerimin üzerini gazete kağıdıyla örtmeye çalışacağım. Aslına bakılırsa, böyle lafı uzatmak daha üzücü ve sarsıcı oluyor, en iyisi ne gördüğümü aynen söylemek! 

ad826x90

   O kurtarma görevlilerinin, yürüyen merdivenin metal basamaklarının zeminle birleştiği aralıktan, yavaşça dışarıya çekerek, bir ceset çıkardıklarını gördüm. İnsan mıydı, artık bilemiyorum, tamamen ezilmiş ve parçalanmıştı. Hiçbir yere kımıldayamadan, en büyük korkumla yüz yüzeydim o saniyelerde: Yürüyen merdivenlerde sıkışarak ezilme korkumla! İşte, bir zavallının başına gelmişti bu korkunç olay. Olmaz denilen şey, olmuştu. Şu son şaşkınlık cümlelerini şimdi sizin karşınızda kuruyorum. Çünkü daha cesedi görür görmez yere yığılıp bayılmıştım ben… 

   …Limon kolonyasıydı. Çok severim sert limon kolonyasını! Çalışırken ellerime, boynuma ve alnıma sürerim. Bir gün beni ayıltmak için kullanacakları hiç aklıma gelmezdi. 

   Kolonyayı süren kız, geri çekildi (merdivenlerde gördüğüm hemşire kıza benziyordu) sonra bir adam durdu önümde. Bir heavy metal müzik grubunun kuru kafalı resmi bulunan renkli tişörtünü seçebiliyordum sadece. Ardından yavaşça yüzü de belirdi: Cengiz’di bu. 

   Bir dergide beraber çalışmıştık uzun süre. Sonra o kendi yoluna gitmiş, sinema aşkına engel olamayarak filmler çekmeye başlamıştı. Ufak bütçeli, fakat eğlenceli ve yaratıcılık dolu filmlerdi! Duka Film diye de küçük bir ajans kurmuştu. (Amatör kısa filmlerinin bir tanesi, adaşım ve meslektaşım rahmetli Metin Demirhan ile beraber senaryosunu yazdıkları ‘Manyak Savaşçı’ isimli filmdi. Filmde, Karaoğlan ile Conan karışımı yiğit bir karakter Büyükada plajında baltaların havada uçuştuğu kanlı bir macera yaşıyordu.) Cengiz, gülümsüyordu yüzüme bakarak:

ad826x90

   “Metin, n’aptın ağbi sen yaa? Hah haah.” 

   Yanındaki kız, asistanıydı galiba, o da gülümsüyordu dostça. Bir iki kişi daha şaşkınlıkla gülüyordu arkada. Kafamda yavaşça birşeyler şekillenmeye başlamıştı. 

   “Oğlum, aslında sevinçliyim şu an,” diye devam etti Cengiz, “Yani senin bayılmana sebep olduğumuz için üzüldüm ama, çok gerçekçi bir sahne hazırladığımız için de mutluyum! Ne yapıyorsun sen? Buralarda mı takılıyorsun?” 

   “Yukarıda, Acıbadem tarafında oturuyorum,” diye cevapladım, şaşkınlığım geçmemişti pek. “Ayçöreği almaya uğramıştım buradaki fırına.” 

   Asistan kız ve diğer ekip elemanları yanımızdan uzaklaşarak işlerine baktılar. Yürüyen merdivenin karanlık boşluğundaki, cesede benzetilen cansız mankenin makyajını tazelediler. O tarafa doğru gözümü çevirdim istemeden. Cengiz’in sonradan söylediklerini aktarıyorum: Alışveriş merkezindeki insanlara saldıran dünyadışı bir yaratığın ölüsüydü bu. Filmin baş karakteri, merdivenin mekanizmasını bozarak onu metal basamakların arasında sıkıştırıyordu. 

ad826x90

   “Allah iyiliğini versin yav! Oğlum, arkandan seslendi insanlar, duymadın mı!? Kilitlenmiş, zombi gibi merdivenlere yürüyordun lan. Tutamadık seni. Ah haah!” 

   “Film çekiminize zarar verdiysem özür diliyorum, Cengiz. Ama bilmiyorsun sen. Benim en büyük kâbusumdur, yürüyen merdivenlere sıkışmak! Ciddi diyorum, hiç abartmıyorum. Bazen rüyalarıma bile giren acayip bir fobidir bu. Oğlumla beraber bunlara bindiğimizde, çocuğun sıkıca elinden tutarım meselâ, basamaklarda şımarıp eğlenmesine, zıplamasına izin vermem.” 

   Cengiz, genç bir set elemanının getirdiği plastik bardaktaki kahvelerin bir tanesini bana uzattı. 

   “Valla Metinciğim, içimde karışık duygular var şu an. Dediğim gibi, bir yandan senin bu fobini deştiğimiz için üzüldüm sahiden. Bir yandan da, görsel olarak insanları çok etkileyen başarılı bir film çekebileceğiz diye seviniyorum.”

   “Sevineceksin tabii, hakkın! Çok iyi bir sanatçısın sen, Cengiz.” 

   “Eyvallah. Ha, sana şunu söyleyeyim: Çekimler öncesi internette araştırma yaptım. Yani, internet araştırmalarının doğruluğu şüphelidir ama, gene de şöyle birşeyi aktarayım: Yürüyen merdivenlerde daha evvel böyle bir ölümlü kazanın yaşanmadığını okudum. Tabii bolca ürkütücü resim var, ama ölüm yok deniyor. Kısacası, yürüyen merdivenleri çok güvenli yapıyorlar oğlum! Fobin için söylüyorum bunu. Öyle, bizim manken ‘Ceset Cafer’de olduğu gibi bedenin tamamen içeri girip ezilmesi mümkün değil. Galiba bir ağırlık veya basınç sensörü gibi birşey var, ciddi bir sıkışma anında mekanizma otomatik duruyor.”

   “Demiştim sana. Başarılı bir sanatçısın işte. Bak, araştırmanı bile yapmışsın.” 

   “Yav, bakma araştırma dediğime sen. Sen de biliyorsun bunu: Daha çok sanatçı vicdanımızı rahatlatmak için alırız bu uyduruk önlemleri; konu hakkında çeşitli bilgiler filan ediniriz ama aslında gönlümüzce saçmalayabilmeyi, doğaçlayabilmeyi isteriz. Hem, fantastik bir film çekiyoruz burada, oğlum! Bu gördüğün nedir ki? Daha neler olacak, hah hah! Bıyıklı palyaçolar, dev dekorasyon bitkilerinin yapraklarına tutunarak restoran katına tırmanacak, yemek yiyen insanlara saldıracaklar! Tuvaletten, herkesi önünde koşturarak, kocaman tül kanatlı bir yaratık fırlayacak! İnsanların üzerine sarı, yapışkan bir sıvı püskürtecek gözlerinden! Konu absürd de olsa, sinematografi ve görsel kalite olarak acayip iddialıyız. Senin üzerinde de test edildi işte!”

   “Edildi!” dedim, gülerek, biraz da kızarıp bozararak. 

   Eski ve yaratıcı bir dostun karşısında rahatlamıştım sevgili okurlar! İsterseniz en trajik bir olayı yaşamış olun, sonrasındaki zeki ve sevecen bir arkadaşın sizi dostça saran sözleri ve samimi ikramları gibisi yoktur! Bir kahve daha içtim. Bir de küçük kek yedim. Sokakta gördüğüm film setlerinde verilen molalarda yemek yiyenlere, nedense hep özenirdim! İnsanoğlu işte, özenecek bir halt illâ buluyor. Bir de küçük, salamlı domatesli sandviç yedim. Cengiz, bana birşeyler yazmamı teklif etti. Bu türden, bazı kısa hikayelerimi okumuş, sevmiş. Ekleriz filme, dedi. Ben de ona, bir kitapla uğraştığımı, buna vaktimin ve enerjimin olmadığını söyledim nezaketli bir şekilde. Sandviçimin son lokmasını yutarken, daha tuhaf bir teklif yaptı. 

   “Oğlum, oynasana lan filmde? Küçük bir rol verelim sana!”

   “Dalga mı geçiyorsun?” 

   “Hayır, ciddiyim. Tipine baktım da şimdi. Değişik bir tipin var. Sinemacı refleksi bu. Hiçbir ilginç yüzü veya ifadeyi kaçırmak istemeyiz, filmin bir yerinde mutlaka ondan faydalanmayı düşünürüz. Metin, figüran bulmak o kadar zor ki ülkede! (kulağıma eğildi Cengiz) şurada oynayanların yarısı kütük. Odun gibi duruyorlar öyle, en ufak bir jest-mimik yok. N’apalım, çoğu sahnede idare ediyoruz işte.”

   “Ben de kütük gibiyim,” dedim, “Beden dilim çok zayıftır yani.” 

   Fakat Cengiz, kendimi sürekli küçümseyen bu ifadelerimi hiç beğenmedi. Alçakgönüllük şovu yaptığımı iddia etti, ve beni Mağaza Canavarından kaçacak olan dört-beş kişilik grubun arasına ekledi.

   Mağaza Canavarı, mobilya mağazasındaki mobilyalarla besleniyordu. Dev ve ıslak vücudunun her tarafından dışarıya uzanan çekmeceleri, bu çekmecelerin içinden etrafa zıplayan ıslak kurbağaları ve sülükleri vardı. Canavar daha sonra büyük ölçüde bilgisayarda hazırlanacaktı, biz şimdilik bir canavardan kaçıyormuşuz gibi yapacaktık. Cengiz’e, çekim uzun sürer mi diye sormuş, bir saat içinde oğlumu okuldan almam gerektiğini söylemiştim. “Şimdi başlıyoruz!” dedi. “Aşağıya, lobi katına kadar koşacaksınız bir zahmet. Sen ordan gidersin, bir daha çıkma merdivenleri geri.” 

   Canavardan kaçacak grubun arasında yerimi aldım. Yüzümü hangi ürkmüş ifadeyle büzüştüreceğime tam karar veremeden arkadaşım Cengiz’in “Motor!” sesi duyuldu, merdivenlerden aşağıya bağırarak koşmaya başladık. İki katı bu şekilde indim, lobiye vardım, Cengiz “Kestik!” diye bağırdıktan sonra yönetmen sandalyesinden kalktı, yukarıdan bana el salladı, koşuşumu yavaşlatmayarak alışveriş merkezinin ana kapısından çıktım, caddenin karşısına geçtim, bir minibüse atlayıp Bostancı ilköğretim okuluna doğru yol aldım.

  Öykü, Metin Fidan’ın Kara Karga Yayınları’ndan çıkan “Jüpiter Kaç Lira?” kitabından alınmıştır.

ad826x90
ad826x90
YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

Sıradaki haber:

Sahi bize kim gül bahçesi vadetti?

HIZLI YORUM YAP

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.