Bekâr bir arkadaşım, belki de bir çoğumuzun, en azından benim yapmayı çok istediğim birşeyi yaptı: Üç odalı apartman dairesinden çıkarak, bir pansiyona taşındı. Eşyalarını azaltmış, hattâ tamamına yakınını satmış, yeni odasına sadece küçük buzdolabını götürmüştü. Böylece, minimalizm denilen bir anlayışın, kiralık ev alanındaki karşılığını yaşamaya başladı. Artık evi sayılan bu odada, sadece yatağı, üzerinde bilgisayarı duran ufak bir masası, gardırobu, buzdolabı ve bir iskemlesi vardı.
Kaldığı yer, Fransız yazar Balzac’ın Goriot Baba romanındaki gibi, bu amaca göre inşâ edilmiş veya bu amaca estetik olarak çok uyan sevimli bir pansiyon olmasa da, anlattığına göre, işini gayet iyi gören bir binaydı. Sadece düzgün bir işi ve eğitimi olan erkekler kalıyordu. Misafir bile kabul edilmiyordu, belirli kuralları vardı. Sonradan pansiyona dönüştürülmüş bir binaydı. Oda haline getirilen bölmelerin arasında bildiğimiz taş duvarlar değil, ince alçı duvarlar vardı. Gene de duvar, duvardır sonuçta.
İşte, kendini bir tür inzivaya çekip, sessiz sakin insanların yaşadığı bu binadaki odasında kalan arkadaşım, çok gizemli bir olay yaşadı! Şimdi hemen onu anlatmaya başlıyorum.
Adı Fatih olan arkadaşımı, bir kafenin önünden geçerken, güzel ve genç bir kadınla gördüğüm zaman başladı bu esrarengiz olay.
Fatih, beni masaya davet etti, yanındaki güzel hanımla tanıştırdı. Bir internet alışveriş mağazasının, sipariş sorumlusu olarak çalışıyordu bu kız. Ticaretle uğraşan Fatih’in şu anki işi de, internetten, büyük oyuncak şirketlerinden oyuncaklar alıp, ufak kârlarla gene internette, başka yerlerde satmaktı. Depo olarak annesinin evini kullanıyordu. Yanındaki gibi genç bayanların çalıştığı sanal mağazalarla, telefon görüşmeleri ve internet yazışması şeklinde çok fazla ilişkisi oluyordu. Bu kadarını anlamıştım.
Fakat gene de şaşkındım. Çünkü yanındaki kadın, sahiden güzel ve zekiydi. Arkadaşım olacak hödüğü tanıyordum, böyle kadınları etkileyebilecek birisi değildi. Doğruya doğru şimdi! Kendisi de zaten kaba saba bir tip olduğunu genelde kabul eder. Oturduğumuz masada bile kadınla bağırarak, yüksek bir sesle ve dangıl dungul cümlelerle konuşuyordu.
Tanık olduğum bu ilişki, bir tuhaftı açıkçası. Genç kadın, şimdilik onunla beraberdi ve arkadaşı gibi görünüyordu, ama pek mutlu bir hali yoktu. Neredeyse her an bitecek gibiydi bu ilişki.
Fatih’i üç-dört gün sonra gördüğümde, öyle olduğunu öğrendim. Kadın, bir sebep göstermeden sona erdirmişti bu arkadaşlığı. Bir daha aramamıştı.
Neyse ki bizimki fazla yıkılmışa benzemiyordu. Çünkü başka birisiyle görüştüğünü söyledi. Bu da, farklı bir mağazanın internet bölümü sorumlusu olan bir kadınmış. Fotoğrafını gösterdi bana: Eh, ilki kadar değildi belki, ama bu da çok hoş bir genç kadındı!
Nasıl oluyordu, anlamıyordum. Adamın, kırk yaşında şansı açılmıştı! Kıskandığımı, hattâ imrendiğimi bile söyleyemem. Çünkü bir iş vardı bu işte. Pek doğal gözükmüyordu. Kendisine de soramadım elbet. “Bir gariplik yok mu sence?” diyemedim. Hem, onu böyle saçmasapan bir soruyla üzmek istemiyordum, hem de sahiden şansı açılmıştı belki, belli mi olur! Sipariş sorumlusu, müşteri temsilcisi filan olan bu kadınlarla, gerçekten iş için bir araya geliyor olabilirdiler. Ama öyle de gözükmüyordu, normal konulardan konuşuyordular.
Gizemli bir şekilde yine aynı şey oldu. Birbuçuk hafta kadar sonra, yani iki kere buluştuktan sonra bu kadınla da ayrıldılar. Fatih, bir süre sonra üçüncü bir arkadaşlık ilişkisine başladı. O kişi de tahmin edeceğiniz gibi, gene bir internet mağazasının satış bölümünde çalışıyordu. İskele önünde bu ikisine rastladığımda, Fatih beni yeni bayan arkadaşıyla tanıştırdı. Çok tatlı bir kızdı. Ancak istatistik bilimine inanıyorsak, bu ilişkinin de çok sürmeden biteceğini rahatça söyleyebilirdik. Fatih de, galiba biteceğini hissediyor, elinden gelen tek şey olarak yüksek sesle kaba saba esprilerini yapmaya devam ediyordu.
Benim elimdeki tek ipucu ise şuydu. İlk iki ilişkisinde rastladığım tuhaflık, bu sonuncuda da gözümden kaçmamıştı: Yanındaki kadın, mutsuz ve pişmandı. Bir hata yaptığını düşünüyor olmalıydı. Bir an önce bu randevunun bitmesini bekliyordu. Sonraki diye birşey olmayacaktı çünkü.
Üç gün sonra Fatih’i gördüğümde, artık çok şaşkın ve üzüntülüydü. Konuşmak için bir çay bahçesine oturduk. Bu ilginç meseleyi ikimiz de çözmek istiyorduk. Özel bir konu sayılırdı, gene de yardım etmeme hiç ses çıkarmadı.
Onun, bu kadar hoş kadınlarla kolayca arkadaş olup randevulara çıkması, benim için, hatta tüm erkekler için faydalı bilgiler içeriyor olabilirdi. Nasıl yapıyordu, püf noktası neydi? Tabii, tüm ilişkilerinin tek bir buluşmayla bittiğini unutmayalım!
“Anlamıyorum,” dedi, “Hepsi çok iyi başlamıştı. Çok tuhaf birşey yaptığımı düşünmüyorum. Kendim oldum! Beni görüyorsun işte: Ben buyum. Senin yanında da, onların yanında da aynıydım. Üstelik, vesikalık olsun, tam boy olsun, birçok fotoğrafımı gördü hepsi. Yani, tip meselesi de değil.”
Fatih, birden sessizleşti. Sonra kafasını kaldırıp yüzüme baktı:
“Senin yüzünden!” dedi, o boru gibi kalın sesiyle. “Üç ilişkimdeki kadını da seninle tanıştırdım, hatırlarsan. Sen uğursuz geldin lan galiba bana.”
Buna kızayım mı güleyim mi, şaşırdım bir an:
“Manyak mısın sen be? Böyle bir şeye inanmıyorsun gerçekten değil mi?!”
Hüzünlü bir şekilde denize bakarak:
“Neye inanacağımı bilmiyorum. Çok yıprandım,” dedi.
O akşam, kendisini teselli etmek için telefonla aradım.
Aslında bu saatte, hattâ gün içinde dahi, odasındayken telefonlarını açmıyor, gerekirse mesajlaşıyordu. Sürdürmeye çalıştığı kapalı ve minimal yaşam sebebiyle, internetteki iş görüşmeleri ve acil aramalar dışında, sadece sokakta telefon konuşması yapıyordu. Bu kez benim telefonumu açmıştı. Sesi, hüzünlü değildi. Galiba bu sonuncu aşk acısını da atlatmıştı. Gayet sakin, tatlı ve medeni bir dille konuşuyordu.
“Teşekkür ederim ilgilendiğin için. İyiyim ben, Metinciğim. Sağolasın.” En ufak bir telaş barındırmayan, kendine güvenen, çok hoş bir ses tonu vardı herifin!
Tamam, güzeldi ama, arkadaşım Fatih değildi bu. Çok afedersiniz, bir ayı gibi homurdanarak konuşan, çabuk öfkelenen, telaşından harfleri kelimeleri yutan, odun gibi bir adamdı genel hatlarıyla. Eğitimli birisi sayılırdı gerçi. Gene de insanın konuşması nasıl bu şekilde değişebilirdi? Hattın öteki ucundaki ses, karşısındakine güven ve huzur veren, sağlam karakterli, anlayışlı ve kibar bir erkeğin sesiydi:
“Bir ara konuşalım mı seninle?” diye sordu, “Özür dilemek istiyorum ben. O gün, sahildeki kaba davranışım için.”
İnsanın yüreğine işliyordu bu mırıltılı, duygulu ses tonu! Ayrıca, düzgün ve tane tane bir Türkçe ile, dikkatli ve güzel ayarlanmış bir tempoda konuşuyordu.
Bir erkek olarak beni bile rahatlatmıştı. Müthiş bir şefkat vardı sesinde, nefesinde… Birdenbire durumu kavrar gibi oldum!
Bir yerde buluştuk, ona anlattım. Lafı hiç uzatmadan, direkt söyledim:
“Sen, telefonda bile böyle konuşmazdın ki. Seninle odanda ilk kez telefondan görüştük. O, sen miydin sahiden?!”
Fatih de durumu kavrayacak gibi oldu, fakat tam çözemedi. Mesela o anda karşımda, benimle yine gürültülü ve kaba bir sesle konuşuyordu. Odadaki centilmen Fatih’ten çok farklıydı.
“Pansiyonda, yani odamda,” dedi, “Alçak sesle konuşuyorum, yan odalardaki komşuları rahatsız etmemek için. Herkes öyle yapıyor zaten! Etrafta sadece mırıltılar, tıkırtılar duyuyoruz en fazla. Hiçbir pansiyoner, diğerini televizyon açarak veya telefon görüşmeleriyle rahatsız etmiyor. Öyle tuhaf bir yer. Şu minimal yaşam hevesim yüzünden benim de hoşuma gitti bu! Hayatımda sadece eşyalar değil, gereksiz sesler ve konuşmalar da azalsın istedim belki. Her neyse, gün geçtikçe bunun inceliklerini de öğrendim: Tane tane ve ağır konuşmak, heceleri yutmadan dikkatlice tonlamak, yüksek sesle konuşmaya gerek kalmadan anlaşılmayı sağlıyor!”
“Bir de,” dedim, heyecanla araya girerek:
“Alçak sesle konuştuğundan karşı tarafca anlaşılmayacağını düşünerek, konuşmana yardımcı kelimeler ve ifadeler ekliyorsun. Bu da, detaylara önem veren, hassas birisi olduğun etkisini yaratıyor. İşte, kadınlar da erkeklerin bu tarz konuşmalarına bayılıyorlar!”
Fatih, buna inanmak istemedi. “Kadınlarla bütün tanışma ve sohbet konuşmalarını odanda mı yaptın?” diye sorduğumda ise, evet deyip onayladı.
Böylece mesele anlaşılmıştı. Kadınlar, genç bayanlar, Fatih’in bu şefkat dolu etkileyici konuşma biçiminden fecii etkilenmişler, o anda sıcak bir yakınlık oluşmuş ve hepsi buluşmayı kabul etmişlerdi.
Benim şaşkınlığım gene de sona ermemişti:
“Oğlum, niçin dışarıda da öyle konuşmadın peki!? Ayı gibi davranıyorsun kadınlara? Bağırarak, tükürükler içinde abuk subuk espriler yaparak?”
“Nerden bilebilirim yahu?” diyerek sızlandı. “Odamda, mecburen o şekilde konuşuyordum. Bir süre sonra mecburiyet hissi de kayboldu, otomatik hale geldi. Alıştım! Demek, odadan dışarıya, sokağa adımımı attığımda öbür Fatih oluyormuşum. Farkında bile değilim! İnsan, sokağa çıkarken ayakkabısını giyer. Ama bunu düşünür, planlar mı? Ben de oda sesimi içeride bırakıp, öyle çıkıyormuşum dışarı işte.”
Ona sormadan, kendi içimde, “Bunu bir daha, plânlı bir şekilde denesek, bir sahtekarlık olur mu acaba” diye düşündüm. Olmaz gibi geldi. Çünkü, “alıştım, içimden geliyor” demişti zaten. Fatih’in, ikisi de içinden gelen, iki konuşma sesi vardı artık. Yapılacak şey, centilmen oda sesinin, bir kadınla buluştuğunda dışarıda da kullanılmasını sağlamaktı.
Hiç nazlanmadı. Öyle de yaptı. En güzeli ise, bunun için dördüncü bir kızla tanışmayı beklemesine gerek kalmadı. Daha evvelkiler arasında en beğendiği olan, son buluştuğu genç kadın, onu aradı! Daha önce arayamadığı için özür dilemiş ve Fatih’e neden o gün birdenbire başkalaştığını, kabalaştığını sormuş. Fatih de -bu konuşmayı yaparken sokakta yürüdüğü halde- derinden gelen şefkatli ve tatlı bir dille, durumu yarı gerçek yarı uydurarak izah etmiş.
Tekrar randevulaşmışlar hemen. Fatih, bir daha sesini yükseltmemiş. Tabii, belli bir zamana kadar:
Bunlar, işi uzatmayarak evlendiler sevgili okurlar! İki kızları dünyaya geldiğinde, Fatih’in gizemli minimal yaşamı da sona ermişti. Dört odalı, geniş balkonlu, kocaman bir daireye taşındılar. Kalın taş duvarlı, eski ve sağlam bir bina. Komşulara ses gidecek diye çekinmeden, karı-koca birbirlerine rahatça bağırıyorlar artık.
Öykü, Metin Fidan’ın Kara Karga Yayınları’ndan çıkan “Jüpiter Kaç Lira?” kitabından alınmıştır.
0 Yorum