34,3665$% 0.38
37,0422€% -0.1
44,5723£% 0.13
2.975,59%0,00
2.693,98%-0,38
8.946,13%0,95
Çok sıkılmıştı evde. Ev değildi onu sıkan da, gördüğü insan azlığıydı. Tamamen evden çalışmaya başladıklarından beri günde maksimum iki kişi görüyordu Nehir, çok sıradışı bir şey olmazsa… Tabii sırf oyalanmak için internetten verdiği siparişleri getiren kuryeler ve anında gelsin, şipşak kapında olsun diyen marketlerin genç motosikletlileri hariç. İnsan en çok görüştüğü beş kişinin ortalamasıdır derlerdi, o yüzdendi yeni insanlar görme çabası. Umarım iyi bi fikirdir yapmaya çalıştığım şey diye düşündü.
Geniş cam kasenin içindeki kinoadan yaptığı kısırın üzerine bikaç maydanoz ekledi. Annesi hep misafirlik zeytinyağlıları böyle finalize ederdi. İnce kıyılmış maydanozlarla… Glutensiz karabuğdaylı atıştırmalık çubukları bir kayık tabağa koydu. Uzunca bir bardağın içine havuç ve salatalıkları dikti. Dil peyniri ve mozarellanın yanına ceviz koydu biraz. Kokteyl domatesleri, üzerinde “Eat less, chat more” yazan beyaz bir tabağa boşalttı. Gidip bi saçını başını da kontrol ederse, her şey yolunda gözüküyordu.
Uzayan perçemlerine baktı banyonun aynasında. Senelerden sonra ilk defa omzuna ulaştığını görüyordu. Her sabah evden giyinip kuşanıp çıkan biri değilsen, ayda bir kuaföre gitmek de saçma gözüküyordu gözüne. Her gün telekonferans yoluyla sayısız kişiyle görüşüyordu, hâlâ iyi görünmek zorundaydı ama şöyle bi döndürüveriyordu saçları ensesinde, hazır oluyordu. Alt tarafta ne olduğu da önemsiz. Sadece kapı çalarsa diye kolayda bir eşofman altı bulunduruyordu. Yirmi yıl işyerinde sosyalleşen insanlar için evden çalışmak inziva gibiydi. Çoluklu çocuklular da her toplantının on dakikasında şikayet ediyorlardı, yok her an yemek yapıyorlarmış, yok evdeki gürültüden işe yoğunlaşamıyorlarmış, iş konuşmak için tuvalete giren bile varmış, çocuklar elektronik aletlerin kuyusuna düşmüş, çıkaramıyorlarmış. Ya yalnızlar? Tek başına her şeyi sırtlananlar? Sen rahatsın, oh kafan rahat diyorlar bi de. Kime göre, neye göre? Hep çok bilirler. En çok kimin sıkıntı çektiğini, bunaldığını, daraldığını… Çok bilenler.
Omuzlarındaki saçlarını yine döndürüverdi. Bu sıcakta ensesi pişerdi, göze alamadı açık bırakmayı. Hep çalışan bir insan olduğu için hiç komşuluk yapmamıştı daha önce. Karşıdaki yeni anne Emel’in bütün gün gazlı bebesini susturmaya çalıştığını, bazen tahammülü kalmayıp bağırdığını bilmiyordu daha önce. Üst kattaki Belma’nın martılara ekmek koyduğunu, pervaza konamayan martıların tüm ekmekleri aşağı camlara düşürdüğünü gözüyle görmemişti. Alt çaprazdaki Elvan Hanım, eşini kaybetmişti geçen sene koronadan. Balkona çıkıp ağlıyordu, burnunu çekme sesi geliyordu bazen. Alttaki Sibel sürekli sevgilisiyle kavga ediyor, soluğu balkonda alıyordu. On numaradaki Damla, Sezen’i açıyor sonuna kadar eşlik ediyordu, elektrikli süpürgenin sesini bastırabilmek için bağrış çağrış. Öğleden sonra, Aslı’nın kapısından Müge Anlı bağırıyordu kızgın kızgın. Aslı’yla pandemiden önce asansörde karşılaşırlardı işe giderken. O da işten çıkartmalar serbest bırakılınca işsiz kalmış, Müge Anlı’yı dert ortağı yapmıştı kendine. Bütün apartmanın kadın sakinlerini, daha doğrusu çoğunun pek de sakin olmadığını evde çalışmaya başladıktan sonra keşfetmişti. Her daire, içindeki kadının etrafında sırlarla dolu duvarlar örüyordu. Duyulmayan çığlıkları, hıçkırıkları, bazen yalnız başına yaşanan neşeyi, telefon dedikodularını… Dinliyordu ister istemez. Evlere daire denmesi de ne ilginçti. İnsanların etrafına çizilen, hapseden bir çemberi çağrıştırıyordu.
Bir gün komşularını tanımak için, içinde çok büyük bir istek duyduğunu fark etti. Nasıl olacaktı ki? Komşuculuk oynamak mı? Nefret ederdi. Gün mü yapacaklardı bi de yok artık. Bi sabah gözlerini yepyeni bi fikirle açtı. Neden olmasın? Öykü yazmayı çok seviyordu Nehir. Yıllardır yazıyor, yazdığı öyküler de dergilerde yayınlanıyordu. Komşularla öykü atölyesi yapsak… Hepimiz dökeriz içimizden geçenleri oh. Yazıp yazıp rahatlarız. Öykülerden birbirimizi tanırız. Şifalanırız.
Masanın üzerine baktı misafirler gelmeden son bir kez, roze şarabın yanına kadehleri koydu. Kinoadan yaptığı kısırın çaprazına. Pozitive vibes yazılı peçeteleri yerleştirdi tabakların yanına. İngiltere’den yakın dostu Neşe aramıştı sabah. : “İlahi kızım, sen adına gün dememek için öykü falan demişsin de… Bence yiyip içip dedikodu yaparsınız, kalkıp giderler. Herkes öykü falan sever mi senin gibi.” demiş, moralini bozmuştu gerçi.
“Yok canım, ne günü… Biz edebi paylaşımlarda bulunacağız, hatta belki sonra iş kitap kulübüne de evrilir. Neden olmasın?”
“Neyse kuzum, senin bi açılıma ihtiyacın var demek ki. Nietzsche ne demiş -Kimi komşusuna kendisini aradığı için gider, kimi de kendini yitirmek istediğinden. -Hangisini istiyorsan o olsun.”
İlk zil çaldığında, pişman olur gibi oldu. Birer birer çıktı ayakkabılar, bazısı kapının dışında kaldı. “Ay lüften içeride çıkartın, olur mu öyle?” deyip dudağını ısırdı. Kendi evinin kapısının önünde ayakkabısını çıkartan kişiye söylenecek şey miydi öyle. Hepsi salonda kendilerini rahat hissedecekleri bir köşeye geçti. Biri koca deve tabanının yanındaki berjere, biri yerde duran büyük mindere, biri bacağını altına alıp L koltuğa, bir diğeri hemen onun yanına. Ayakta kalıp nereye oturacağını bilemedi biri. Acaba günün sonunda birbirlerinin ayakkabılarını giyip, empati kurabilecekler miydi?
“Bu kısır neli böyle?”
“Kinoadan yapıyorum ben Belma Hanım. Daha az kalorili, daha sağlıklı diye.”
“Hımmm.”
“Değişik.”
“Afiyet olsun.”
Belma, diğerlerinin gözünün içine baktı, cesaret bulamadı olumsuz bir şey söylemeye.
“Ay hiç fena değil ayol, gözünü sevdiğim orijinal kısırın tadı ayrı tabii de. Bu da bi hoş olmuş.” dedi Damla.
“Sütümü acılaştırır mı ki? Zaten bebek çok gazlı.”
“Yok canııım, ne alakası var ye gitsin.” dedi Damla ikinci tabağını alırken.
“Arkadaşlaaaar kimin şarabı bitti? Tazeleyeyim mi?” saat akşam üstünün derinliğini gösterirken, sohbet koyulaşmış, ilk başta şaraplı toplantılara alışkın olmayan apartman sakineleri, giderek açılmış, hafiften çarpılmaya başlamışlardı. Pek öykü konuşulmamıştı şu ana kadar ama olsundu, daha bunlar ısınma turlarıydı.
Saatler ilerleyip, evlilerin whatsapp’ları yanıp sönmeye başlayınca, hafif huzursuz kıpırdanmalar başladı. “Eh kalkalım artık, öykü de konuşamadık ama güzel oldu, güzel.”
“Ay bebeği anneme bırakmış olmasam daha kalırdım da, bekler kadın.” dedi Emel.
“Bizimkiyle aramız limoni, ben de kalkayım.” dedi Sibel.
“Yemeğim de yok zaten, gidelim.” dedi Belma.
“İstanbul İstanbul olalıııı hiç görmedi böyle sohbet” dedi Sezenkolik Damla.
“Öyküleri biriktirelim, Müge Anlı’da ne öyküler var ne öyküler…Bi sonrakine başlarız artık.” dedi Aslı.
Elvan Hanım’ı biraz durgun gördü Nehir. Hemen gözlerindeki bulutu dağıtmak istercesine atladı…
“Tabii canııım, günler torbaya mı girdi? Bi sonrakine kimdeyiz?
Mehmet Ali Çatal’dan bir öykü: Şimdi Olmayan Bir Zaman
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.