36,1317$% 0.06
37,8423€% 0.71
45,3140£% 0.76
3.388,82%0,64
2.920,55%0,68
9.779,57%-1,04
Bir kadının başarısını, mücadelesini anlatmak bile içerisinde bir miktar yapamayacağına inanma, yapmasına şaşırma taşır ki bu fikirlerin yok olması için vur emrini vermiş biriyim. Yaşamın üzerinden aktığı kadınların karşısında saygıyla eğilerek uzatmadan konuya giriyorum.
Anne ve babasına ölesiye bağlı kahramanımız, onların oluruyla erken sayılabilecek bir yaşta evlenmiş, eşiyle ve onun ailesiyle rençberlik yaptığı köyde ilk çocuğuna hamile iken kerpiçten evini yapmak için çalışıyordu. Her kadın yaşamın devamlılığını sağlamak için yüklenmemiş miydi tüm yükleri, her emeği? Kahramanımız da işte böyle tırnaklarıyla yuvasını inşa ediyordu karnı burnunda iken.
Elleriyle inşa ettiği evinde beklenmedik bir gece dünyaya bir can hediye eder. Aylar, günler sonra ansızın çocuğu ateşlenir. Doktora götürmek ister… Köyde nereniz ağrırsa ağrısın, rahatsızlığınız ne olursa olsun soğuk almışsınızdır. Bir çorba içip üstüne de iyice ter atınca bir şeyin kalmaz! Kaynanasından da bu tedaviyi reçete edip tedaviye geçer ama çocuk iyice kötüler, çaresiz doktora götürülür. Doktor “yüksek ateş nedeniyle çocuğunuz havale geçirmiş. Zihinsel bir sorun olabilirdi, şanslıyız ki sadece gözlerinde soruna neden olmuş” -o şansı birde kahramanımıza sormak lazım-. Keşke en azından çocuğumu doktora götürebilecek maddi gücüm, karar verme özgürlüğüm olsaydı, diye düşünür günlerce.
Bir gün köydeki eğitim merkezinde kesim ve dikim kursu açılacağı haberini alır. Kendini bildi bileli temizliği, işçiliği ve dikişi öğrenmişti. Bu işlerden dikiş işini severek yapıyordu ve terzi olmak istiyordu. Gözyaşlarını avucunda toplayıp, çevresine kızmaktansa kaderini kendi çizmeye karar verdi. Konuyu ailesine açtı, hayallerini çevresiyle paylaştı. Sonunda yıllarca benzerlerini yaşayacağı, onu prangalamaya çalışan toplumsal bahanelerin mührüyle reddi yemişti. Fakat o bir nehirdi, akmak zorundaydı, çevresine hayat dağıtmak zorundaydı. İçindeki hayaller asla engel tanımıyordu.
Gece gözlerini tavana dikti dişlerini ve ellerini sıkarak. Bir karar vermeliydi. Bugün ya kadının verdiği savaşın bir neferi olacaktı ya da sesiz ve yasaklara, saçma ithamlara boyun eğen sıradan biri. Çocuğunu kucakladı ve ona bir söz verdi. “Kimsenin çizdiği, uygun bulduğu, ‘el âlem ne der’ hayatı yaşamayacağım, kendi aklım ve kalbimin dünyasında büyüteceğim seni”…
Gizli gizli kursa gitmeye başladı. Kurs bitmek üzereyken farkına varan ev ahalisi, hiçbir işin aksamadığını görüp, bir de güzel giysiler giymek hoşlarına gidince oluruna bırakmıştı. İlk cephe kapanmış, belgeyi almıştı. Gururlu, siyah beyaz fotoğraflı belgesi hayatın ona verdiği kocaman bir hediyeydi. Yetenekli ellerini yıllarca ailesi ve komşuları için kullandı. Geceleri diktiği giysileri bazen cüzi miktarlara, bazen teşekkür karşılığı sunuyordu sahiplerine. Üstünde gördüğünde yaşadığı paha biçilmez duygular ise en büyük birikimi, kazancıydı.
Rençberlik günleri son buluyordu birkaç yıl sonra, köyden şehir merkezine geliyordu. Köydeyken tarlada çalışmak, ev işleri, çocuk bakımı asli görevleri iken şimdi çalışıp para kazanmalıydı. Konfeksiyoncuda işe başladı. Dışarıdan çile gibi görünse de kahramanımız elektrikli dikiş makinasına, beş kiloluk ütüye yürüdüğü yolun yoldaşları gibi bakıyordu. Mutluydu, verdiği kararın doğruluğuyla gururluydu. Bir geliri, hayata karşı bir duruşu vardı. Kadının hayattaki rolü sınırsızdı. Genç ustamızın ise annelik ve emekçi bir çalışan olmak en önemsediği rollerinden ikisiydi. Sabah erken kalkıp, gece geç saatlere kadar çalışan kahramanımızın canını sıkan onlarca şey vardı ama bir tanesi içten içe sızlatıyordu bedenini. Elleri yanına düşüyor, gözleri doluyordu. Her şeyi onun için yaptığı yavrusu o çalışırken yanında kaldığı halasına “Anne” diyordu!
Yaşı küçüktü, kuzenlerinin hitabından etkileniyor, annesini uyanmadan işe gittiği, uyuyunca döndüğü için göremiyordu ve bu yüzden annelik rolünü halasına biçmişti. Annesineyse ise “hala” diyordu. Çocuk aklı işte! “Ben senin annenim” diyebilirdi ama o yine her zaman yaptığı şeyi yaptı. “Ben yanında değilken annesi yanında diye düşünüp mutlu oluyor” diye düşünerek devam ettirdi bu acımasız oyunu, kendi duygularını hiçe sayarak. Kadın aklı işte! Özverili, fedakâr, içten, zarif düşünceli… Yıllar geçti. Çocuğun aklı olgunlaştı her şeyi anlayabildi. Yaklaştı eltisinin yanına ve sanki bir ricada bulunur gibi, sanki hiç hakkı yok da “bu iyiliği bana yapar mısın” der gibi sordu:
– Artık söylesek olur mu?
– Olur güzel gözlüm, olur bir yanardağ gibi güçlü, yürekli kadın, olur olur…
Her şey yoluna giriyordu adım adım. Çocuk okula gidiyordu ve tüm aile (on kişi) yeni yaptıkları, briketleri yer yer görünen, çimento kokulu, kireçle boyanmış evde yaşamaya başlamışlardı. Kahramanımız, hayalindeki oyuncağı almak isteyen bir çocuk gibi büyük bir heyecanla yıllar boyunca para biriktirmiş ve sonunda bir terzi dükkânı açmıştı. On kişilik ailede çalışan dört kişiden biriydi. Hayallerini bir üst seviyeye taşımıştı artık: Ustaydı, çırakları vardı. Bir işyeri anahtarı vardı! Bize göre pek bir anlam ifade etmeyen bu anahtar onun için sadece işyerinin anahtarı değildi. Gücünü hissetmişti, neler yapabileceğini biliyordu. Mücadelesinin bir nişanesiydi göğsüne takılan. Sabah güneş doğmadan o anahtarla açılan kapı, onun için yapmak istediği iyiliklere, ailesine vereceği desteğe, direnerek aldığı hayatına açılan kapıydı. O bir kahramandı ve hikâyesi bitemezdi.
Bir gün geç saatte bir telefon geldi. Eşinin hastanede olduğu, gelmesi gerektiği söylendi. Apar topar ailenin yarısı hastaneye gitti. Eşi trafik kazası geçirmişti. Aylarca hastanede ve sonrasında aylarca evde yatmak zorunda kalacaktı. Tabi ki bu süreç kahramanımız için hastane koridorlarında sabahladıktan sonra işe gidip çalışmak ve evin yükünü neredeyse tamamen üstlenmek zorunda kalması anlamına da geliyordu. Evine giden karanlık sokaklarda yalnız başına ellerinde poşetlerle yürümek zorundaydı. Ne tuhaftır ki bu yürüyüş hayatını çok güzel tasvir ediyordu -İçinde bulunduğu psikolojik durumu anlatabileceğimi sanmıyorum, bir kadının iç dünyasını anlatmak çok ayrı bir yazın dünyasıdır bence-.
O günlerin birinde kaynanasının bakışını yakalıyor. Konuşmuyorlar ama gözlerinden anlıyor anlatmak istediğini. Şöyle diyor o gözler: “Özür dilerim! Bugün bizim ekmeğini yediğimiz eve bir kez bile boş gelmeyen o ellerin için. O gün bize uyup vazgeçmiş olsaydın bugün biz naçar olmuştuk”. Bir kez bile “Bak gördün mü, değil mi?” demedi, kimseye hissettirmedi, ezmedi, övünmedi. Karanlığın ardından güneş yine görünmeye başladı sonraki günlerde. Bu kez batmak bilmeyecekti. Hayatı gökyüzüne yönelmiş bir eğri gibi yükselecekti. İlköğretimi, liseyi dışardan bitirdi. Sonunda o gitmek için gizlice kaçtığı kursun hocası olmuştu. Öğretmen olmuştu!
Genç rençber, emekçi usta, öğretmen hanım…
Kahramanımız hayallerinin basamaklarını çıkmak için gecelerce uykusuz kalmış, yaralarını gece sarmış, gece ağlamış, kendini toparlamış, geceye bağırmış, gece yürümüş; güneş kaderin çizgisinde bir türlü doğmamıştı. Gecelerin hizmetine doğmuştu kahramanımız ama artık güneş üzerinde parlarken hayal dünyasına uyuyarak değil uyanarak giriyordu.
“Siz yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar” diyor Halil Cibran. Kahramanımız o oku kendinden olduğunca ileri fırlatabilmek için bütün hayatı boyunca tam bir kahraman gibi çabaladı. Ve o ileriye attığı okun, yani benim kalemimle bugün kendi hikâyesini yazdı.
Anneniz de olsa bir kadının hayatını anlatmak dışardan bakan bir göz için çok zor. Bir hikâye gibi anlatmaktan öteye gidemiyor kalemimiz. Hangi kadının hikâyesini dinlerseniz, şiiri yazılabilecek bir mücadele göreceksiniz. Onların, bizim bu mücadeleyi görüp onlara destek vermemize ihtiyaçları yok. Otobüslerde yer vermemize, ağır eşyalarını taşımamıza, önceliğe, kadın olduğu için yapmak zorunda hissettiğimiz hiçbir “inceliğe” ihtiyaçları yok. Onların istedikleri hayatı yaşamaya çalışırken bilerek engel olunmaması. Onlar birer nehir ve yaşam hep olduğu gibi onların çevrelerinde büyüyecek. Biz erkeklerin yardımına muhtaç değiller. Zulmümüzü, iftiralarımızı, yardıma muhtaç algılarımızı uzak tutmamız yeterli çağlamalarına!
Edebiyatın iyi içenleri nasıl içerdi?
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.