34,9739$% 0.16
36,7420€% 0.28
44,1241£% -0.32
2.974,72%-1,04
2.647,78%-1,18
10.125,46%0,66
Sene 1989. İzmir’de 9 Eylül Üniversitesi’nde Grafik Bölümü 1. sınıf öğrencisiyim. Okul iyi güzel de… Ben zamanın efsane dergisi Gırgır’a girmeyi aklına düşürmüş genç bir çizer adayıyım.
Neden böyle bir inanca kapılır ki insan? Binlerce çizerin kapısını aşındırdığı bu dergide sadece bir karikatürüm yayınlanmış henüz. Ama 18 yaş… Hayal kurmak bedava 🙂
Okul kapanır kapanmaz çizdiğim birkaç karikatürü ve tek mal varlığım wolkmenimi alıp İstanbul’un yolunu tutuyorum. Hâlâ var mı bilmiyorum? İzmir-Bandırma arasında tren seferleri var o zamanlar. Bandırma’dan da gemiyle istanbul. Benim en sevdiğim İstanbul’a gitme şekli… 🙂 Wolkmende Rainbow dinliyorum. Rockçıyız sonuçta.
Gemi Sarayburnu’na yanaşıyor. Yani 3 adım ötesi Babıali.
Heyecanla Günaydın Gazetesinin binasındaki Gırgır’a gidiyorum.
Günlerden Çarşamba. Dergide bir kalabalık var. Çizerler odalarda çalışıyolar, koridorlarda bir koşturmaca. Ben Oğuz Aral’ın odasının kapısının önünde demirliyorum. Arada gelip geçen çizerleri de tanımaya çalışıyorum, dergide kendilerini çizdiklerinden yola çıkarak. Aradan yarım saat geçiyor. Ne ben kimseye birşey soruyorum, ne de kimse bana. Hedef Oğuz Aral. Net.
Oğuz Aral’ın kapısı açılıyor. İşte o ince uzun dev karşımda.
“Ovuz Abi Merhaba” diyorum utangaçca. “Merhaba” diyor ve yanımdan geçip gidiyor. Kulağımla gittiği yeri takip ediyorum sesinden. Teknik odadan kağıt vs alıyor belli. Dönüyor… ve yine ben 🙂 “Ovuz Abi…” demeye çalışırken “Sen kimsin? Ne bekliyorsun burada?” diye soruyor. Ama cevabını beklemeden kapıyı yüzüme vurup odasına dalıyor 🙁
Bir yarım saat daha. Başkaca işim yok… Beklerim 🙂
Kapı yine açılıyor. Bu kez sanki ben orda değilmişim gibi önümden geçip gidiyor. Olsun… Yine gelir. Bu dönüşünde önünü kesiyorum.
– Oğuz Abi çizgi getirdim ben.
– Git, pazartesi gel
“Abi ben İzmir’den geliyorum. Pazartesini bilmiyordum” diyorum.
Dikkatle bana bakıyor. “Tarık… Sen misin?” diyor. Düşünsenize… Sadece bir karikatürü yayınlanmış bir sümüklü ergeni tanıyor şıppadanak büyük usta.
Oğuz Aral anılarına dönmeyecek merak etmeyin. Galip Tekin burada giriyor işte benim hayatıma. Oğuz Abi beni odasına alıyor. Ve içeri bağırıyor. “Galiiipppp” Birazdan zaten çizgilerinden hayli tanıdığım ve hayranı olduğum Galip Tekin içeri giriyor. Sakin ve muhlis biri olarak.
Oğuz Abi Galip’e “Bu çocuğu al yanına” diyor. “Al bu çocuğu yetiştir.”
Galip Abi… Tam bir abi işte. Kendi odasına götürüyor beni; Serhat Gürpınar ve Orhan Alev ile tanıştırıyor. Ve diyor ki gururla… İşte benim yeni çırağım 🙂
Ben bu iletişim dilini henüz çözümleyebilmiş değilim. Oturtulduğum bir masada bir şeyler çiziyormuş gibi yapıyorum. 🙁 Akşam oluyor. Galip Abi giderken “Yine gel” diyor bana. Bu kadar mı? Yani ben dergiye alındım mı şimdi? Bilemiyorum ki!
Küçükçekmece’de teyzemler var. Onlarda kalacağım. Alındım herhalde dergiye yav… Yok ya, sadece “yine gel” dedi o kadar. Sonrasındaki bir hafta boyunca geceli gündüzlü çiziyorum. Ortaya iki sayfalık bir çizgi öykü ve birkaç karikatür çıkıyor. Ortada ne stil var ne bir şey. Olsun, çizmeye niyetliyiz.
Cebimdeki üç beş kuruş para çoktan bitmiş. Teyzemden istesem verir tabii, ama ergen utangaçlığı… İsteyemem. Çizdiklerimi alıyorum yanıma. O zamanlar biliyorum ki banliyö trenlerine kaçak binilebiliyor. Kondüktöre denk gelmezsen yırttın. 🙂
Yağmurlu bir gün. Ayakkabılarım da su mu alıyor ne? Stresli bir tren yolculuğu ardından Cankurtaran’da iniyorum. Türk filmi tadında sokaklardan gecerek Gırgır’a varıyorum. Evet… Günlerden pazartesi. Artık amatörlerin toplantı gününü de biliyoruz. Gerçi ben dergi calışanıyım. Amatör sayılmam.. mı acaba?
Dergide amatör çizerlerin toplandığı oda Oğuz Aral’ın odası. 12-13 metrekare bir yer. Ama o gün bu odadaki insan sayısı Türkiye ortalamasının katbekat üzerinde kesinlikle 🙂
Galip giriyor içeriye… Bu hafta Oğuz Abi yok… Ben bakıcam işlerinize diyor. Meraklı yüz adet göz Galip’e kilitlenmiş. O da kalabalığı şöyle bir süzerken kenardaki beni görüyor.
– Tarık… Nerdesin sen yahu?
– Burdayım geldim abi…
Yarım ağızla mırıldanıyor…
– Biz adamı dergiye alıyoruz, o ortalıkta yok… Cık cık cık… Ver bakiyim neler çizmişsin?
Elimdeki iki sayfalık çizgi öyküyü ve karikatürleri uzatıyorum. Çizgi öyküye bakarak…
– Bunu hangi cesaretle çizdin ki? diye soruyor. Bu dergide bir karikatür yayınlatmak bile mucizedir… diyor
Ortamda mutlak bir sessizlik. Benim cevabım beklenmekte…
– Ben de çizgi romancı olmak istiyorum abi…
– Hımmm… Öykü güzelmiş yahu… Bunu ben çizeyim.
– Olmaz!
– Ne demek olmaz yahu! Ben almazsam ne yapıcaksın bunu?
Bu atışma küçücük odadaki elli kişinin meraklı bakışları altında devam etmekte. “Evimin duvarına asarım, n’apıyım” diyorum. Biraz posta koyuyorum ama sesim de titremekte.
Cevap hoşuna gidiyor belli. 🙂 “Tamam” diyor… Sen çiz. Kaç para istersin ki şimdi sen buna? O zamanlar amatör karikatürcülere telif bedeli olarak 10 ila 25 lira arası bir para ödenmekte. Ama ben öykü çizmişim, meblağ büyük olmalı 🙂 Bir tezahürattır gidiyor… Bağıran bağırana… 70 lira iste… 80 iste… 100 diyenler var. Ben ortalığın sessizleştiği bir anda mırıldanarak “200” diyorum.
“200 mü? Ulen sen değil misin tren bileti alacak parası olmayan? Bu ne cüret?” :))
Top Galip’te. Diyor ki “Mmmm çok istedin yahu!” Kıvırma sırası bende… Taktiksel olarak alttan almaca…
– Eeee… Benim icin yayınlanması daha önemli tabii…
Galip “Yok yok ben sana 250 yazıcam” diyor. O ne yahu, adam tersten pazarlık yapıyor. “Olur” diyorum. Tabii ki olur 🙂
– Yok beğenmedim. 300 yapalım şunu. Hadi 400 olsun. Olur mu?
– Oluuurr! 🙂
Odada korkunç bir uğultu… Vay anasını nidaları… Galip tek taraflı pazarlığını 50-50 artırarak 600 lira ile tamamlıyor (O zamanlar binli rakamlar kullanılıyordu sanırım, 600 bin TL idi bu) ve sarı teksir kağıdına 600 TL yazıyor altını imzalıyor.
Bu teksir kağıdını elinde tutan çizer hemen alt katta Mevhibe Abla’ya koşar. İmza devlet tahvili kadar güvenilirdir Gırgır zamanında. Kağıdı uzatır, paranı alırsın. Tahsilat bu kadar sorunsuzdur yani. Mutlu mesut ayrılırsın dergiden.
Neyse efendim… Ben üzerinde 600 TL yazan kağıdı alarak Mevhibe Abla’ya uzattım gururla. Mevhibe Ablamız… Ona da buradan selamlar. Kağıdı gördü ve “Bu bir rekor” dedi. Rekor tabii ne sandıydınız. Rekorumu şöyle anlatayım sizlere… Tam 6 deste para. Bir deste o cebe… Biri diğer cebe… Sığmıyorrrr… Ne para, ne para… Dergiden ayrılırken merdivenlerde yine karşılaştım Galip abiyle…
– Bu sefer gel ama ha… dedi ve geçti gitti yanımdan.
İlk iş… Su gecirmeyen bot almak oldu kendime Beyazıt’tan. En pahalısından. 27 lira. Artık inadına yağmur birikintilerine basa basa yürümekteyim. Yüzümde aptal bi gülümseme.
Bu hikayeyi burda noktalar iken… Bir son sürprizini yazmadan geçemeyeceğim Galip ustamın. Dergiye başladıktan sonra bana ne dese… “Oğlum cok ucuza gittin. Oğuz Abi 2 milyona kadar kredi açmıştı sana.“ Sonrasındaki iki senem Galip abi’nin himayesinde çizerlik dünyasına girişimdir.
İşte böyle arkadaşlar. Yakın çevre haricinde kimseyle paylaşılmamıştı ama bugün burası yeridir sanırım. Binlerce yıldır bu topraklarda toplumun hafızası ve birikimi böyle aktarıldı kuşaktan kuşağa. Ustalık-çıraklık kültürünün son tanıkları da da bizler olduk sanırım.
Nur içinde yatasınız ustalarım.
Tarık Tolunay
Ey Türk Gençliği!
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.