34,9739$% 0.16
36,7420€% 0.28
44,1241£% -0.32
2.976,47%-0,98
2.647,78%-1,18
10.125,46%0,66
1999 yılında Göle’ye tayin olduğumda tanıdım. 70 yaşlarında, 1.90 boyunda, takım elbiseli kravatlı,,traşlı yakışıklı biriydi, ziyaretime gelmişti. Kayınpederimin babasının, köy kavgasında ölen birinin “Senin yaşın küçük az ceza alırsın” diye üzerine yıktığı suçtan 9 sene ceza alıp, hapiste yatarken tanıştığı biriymiş gelen, Bektaş Daş…
Çay söyledim, içtik. Giderken, boynumdan tutup kepimi geriye doğru ittirip kafamı yukarı kaldırarak iki gözümden öptü “Sen Suphi kardaşımın emanetisin bana” diyerek vedalaştı.
Sürekli aradı, bir ihtiyacım, bir sıkıntım olup olmadığını sordu. Lojmanlara süt, kaymak, peynir, yağ, yumurta göndermeye başladı. Kayınpederimden hakkında edindiğim bilgiler ilgimi çekti, onu daha yakından tanımak için sık sık görüşmeye başladık. O, Göle tarihinin gelmiş geçmiş en azılı soyguncusu, kaçak Ali‘nin oğluymuş. Eskimiş albümünden gösterdiği fotoğraflarda, evinde; Kürt İdris, Dündar Kılıç, Alaattin Çakıcı gibi isimleri ağırlayıp kuzu çevirmeler yapmış. “Bak bu da Kenan Evren!”
Bektaş amca kahveye girdiğinde oyun oynayanlar oyunlarını bırakır, sırtlarını duvara dönüp kendilerini güvenceye alırdı. Korkularından onu görecek şekilde oturduklarını farkettim. Kahvede başından geçenleri anlatırken, diğerleri sanki kaldığı yeri soracak öğretmeni dinler gibi, pür dikkat kesilerek, çıt çıkarmadan dinlerlerdi. “Bir gün Ankara’da Ağar kardaşıma dedim ki ben eyi değilim o kadar. Beni hastaneye yatırıp iki ay boyunca beş kuruş verdirmeden safra kesesi, mide ameliyatı, anjiyo ettirip tüm çürük dişlerimin kaplamalarını yaptırdı.” Herkesin çekindiği ve fakat aynı zamanda saygı duyduğu biriydi, Göle belediye başkanları, “Hakkımda konuşma yeter” diyerek elektrik ve su parasını kendi ceplerinden ödüyorlarmış.
Seksenli yıllarda Dünya Bankası‘ndan askeri araziyi kadastrodaki memuru bağlayıp, elde ettiği tapuyla kendisine aitmiş gibi gösterip teşvik almış. Birkaç yıl sonra tapu memuru ölünce de elindeki tapuyu işleme koydurup, arazinin sahibi olmuş. Yirmi yıl sonra TSK‘yı mahkemeye vermiş, benim tapulu arazimi kullanıyorlar diye, hem Dünya Bankası‘nı hem de MSB‘yi dolandırmış.
Bir hafta sonu telefon etti “Komutan, araba gönderiyorum pikniğe gidiyoruz. Yarım saate orda olur, ona göre ayarlayın kendinizi” dedi. Eşim, 2 yaşındaki kızım ve piknik malzemeleriyle nizamiyeye indik, gözlerime inanamadım, lojmanlara oğlunun sürdüğü at arabasını göndermiş, bindik…
Piknik yerine geldiğimizde, eşleri, çocukları ve kendinden on yaş küçük kayınpederi arı gibi çalışıyor, o ise evden getirttiği varaklı koltuğunda, ağacın gölgesinde oturmuş çayını yudumluyordu. İki eşi vardı, sayısını kızları ayrı tutarak söylediği çocukları, “ayrımcılık sana yakışmıyor” uyarıma “o zaman da çocuk sayısı fazla gözüküyor” diyerek espri yapardı.
Bir gün Balıkesir‘den evlenmeye gelen yaşlı biriyle kahvede sohbet ederken, adamın vereceği parayla evlenecek kimseyi bulamayacağını ama iki katını verirse, köyün birinde dul bir kadıncağız olduğunu söylüyor. Parayı alıp küçük karısını getirip yaşlı adamla otobüse bindiriyor, ilk mola yerinde karşı yönden gelen otobüsle geri dönüyor eşi. “Emeğini ödeyemem karımın“ diye övünürdü hep.
Yine bir gün telefon etti “Komutan, heyvan pazarındayım sana iki kuzu aldım, iki üç ay bakar büyütürüm keser yersin. Oğlanı gönderiyorum para gönder” dedi, gönderdim.
Hafta sonu eşimi ve kızımı alıp kuzuları sevsinler diye kışla tel örgüleriyle sınır olan evlerine gittik, Ortada dolaşan enik kadar iki kuzuyu görünce “Bektaş amca sen bunları mı aldın o paraya” diye sordum. Küplere bindi, çocuklarına demediğini bırakmadı “Komşunun hayvanları karışmış, götürün bunları“ diye bağırıp çağırdı, 20 dakika sonra daha büyükleri geldi. Bahçesinde 50‘ye yakın kümes hayvanı vardı, “Bunlar çok masraflı, acımasam hepsini keserim” sözüne İstanbul‘da büyümüş eşim üzülünce “Kışlanın ekmek artıklarını göndersem işini görür mü” diye sordum. Çok sevindi. Kantinden büyük siyah çöp poşetlerinden 10 paket alıp yemekhaneci askere verdim, ekmek artıklarını tel örgülerin kenarına bırak diyerek yapacağı işi tarif ettim. Aradan bir kaç ay geçti, kışla komutanı Albay telefon edip beni odasına çağırdı.
“Levent’çiğim senin iyilik yapıp verdiğin ekmek atıklarını başka birilerinin aldığını öğrenen Bektaş Daş denen şahıs, dokuz oğluyla adamın evini basmışlar. Sonuçta barıştırmışlar ama ekmeklere dadanan adam “Bir Levent Komutan sizin mi var, bizim Levent komutan da bize ekmek kırıklarını bırakiyer” diye dayılanıyormuş karakolda Bektaş Daş’a.“
Güneşin üşüdüğü şehirde
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.