34,0477$% -0.06
37,9329€% -0.13
45,1332£% -0.01
2.795,75%-0,24
2.556,39%-0,09
9.774,49%0,17
Alarmı bir defa ertelediğini hatırlıyordu. Gerisi yok. Kalkar kalkmaz saate baktı. Dokuzu çeyrek geçiyordu. Telaşla kalkıp giyinmeye başladı. Ayağı yerde yarısı dolu duran bira şişesine çarptı. Yere dökülmüştü akşamdan kalan yarım birası. Banyoya koştu. Yüzünü yıkadı. Bir taraftan dişlerini fırçalarken diğer taraftan iş yerindeki yakın arkadaşını arıyordu. Geç kaldığını, patronun gelip gelmediğini, geldiyse ve kendisini sorarsa bir bahane uydurmasını söyleyecekti. Açmıyordu arkadaşı telefonunu. Israrla birkaç kere daha aradı. Son aramasında telefon tamamen kapanmıştı. Başka bir arkadaşını aradı bu sefer. Onun da telefonu kapalıydı.
Hızla çıktı evden dışarıya. Sokak bomboştu. Tek tük insanlar vardı sadece. Onlar da telaşla bir yerlere koşturuyordu. Otobüs durağına geldi. Beklemeye başladı. Otobüs değil, doğru düzgün bir araba bile geçmemişti yoldan. Bir süre daha bekledi. Saatine baktı. Dokuz buçuktu. Hava yağmurluydu. Porş marka bir otomobil hızla önünden geçti. Yol kenarındaki suyu üzerine sıçratmıştı. “Orospu çocuğu” diye bağırdı arkasından. Normalde sakin bir yapısı olmasına rağmen böylesi stres altında kaldığı zamanlarda daha fevri ve düşüncesizce davranışlar sergileyebiliyordu. Hızla uzaklaşmasına güvendi adamın. Duymayacağından emindi. “Duyarsa da duysun” diye geçirdi içinden. “Ya bir güzel kırardı ağzını burnunu, ya da temiz bir dayak yer hastaneye giderdi. Belki bir rapor alıp, bu geç kalmış olmanın ıstırabını da sona erdirirdi.
Otobüsün geleceği yoktu. Yağmur hızlanmıştı. Yağan yağmura rağmen yürümeye karar verdi. Yeterince geç kalmıştı zaten. Yürüdüğü yol, yaşadığı kentin en işlek caddelerinden biri olmasına rağmen bomboştu. Dükkanlar kapalıydı ve talan edilmişlerdi. Saat 10'a geliyordu. Sanki şehirde ölümcül bir virüs salgını var gibiydi, ya da belki devasa bir meteor birazdan şehre düşecekmiş gibi. “Acaba” dedi, “Büyük bir protesto var da benim mi haberim yok.” Merakı inceden korkuya dönüşmeye başlamıştı.
İşyerine birkaç yüz metre kala telefonu çaldı. Arayan işyerinden o yakın arkadaşıydı.
“Günaydın” dedi. Sesi uykulu geliyordu. Belli ki yeni uyanmıştı.
“Günaydın. Sabah aradım ama açmadın telefonunu. Sen de mi uyuyup kaldın?”
“Yok be! Daha birkaç saat oldu yatalı. Tuvalete kalktım. Aradığını görünce bir arıyayım dedim. Eee, nasıl gidiyor zenginlik? Alışabildin mi bari?”
Arkadaşının neyden bahsettiğini anlayamamıştı. Hafta sonu loto oynayacağını ve bu sefer kesin kazanacağını söylemişti arkadaşına. Bunu ima ettiğini düşündü. Gülümsedi.
“Alışmaya çalışıyorum. Bak işe bile bu saatte geldim” dedi alaycı bir tavırla. “Hadi bırak şimdi saçma sapan konuşmayı da çık sen de bir an evvel. İkimizin birden kıçına tekmeyi koyacak yoksa patron.” Arkadaşı güldü bu sefer.
“Ben biraz daha yatıcam” dedi. Kapattı telefonu.
…
Ofise çıktı. Kapıyı çaldı. Bir süre bekledi. Kimse açmadı. Kapının hafif aralık olduğunu fark etti. Zaten açık olan kapının önünde yaklaşık üç dakika beklemişti. İçeri girdiğinde gördüklerine inanamadı. Ofis bomboştu. Saate baktı. Acaba öğle yemeğine mi çıktılar diye düşündü. Yemek vakti henüz gelmemişti. Koca ofiste kendisinden başka kimse yoktu. Patronunun kapısına geldi. Tıklatıp daldı içeri. Kimse yoktu orada da. Duvardaki takvime ilişti gözü. Acaba bugün günlerden pazardı da kendisi mi günleri karıştırmıştı. Hayır. Pazartesiydi günlerden. Boş ofiste bir müddet daha gezinip kimsenin olmadığından emin olduktan sonra tekrar girdi patronunun odasına. Büyük, dönen deri koltuğa oturdu. “Kıçının keyfini de biliyor” diye geçirdi içinden. Koltukta bir iki defa kendi kendine döndükten sonra telefonunu çıkarıp patron koltuğunda kendi fotoğraflarını çekti. Bunu farklı açılardan birkaç sefer tekrar etti.
Eğleniyordu. Ama bir taraftan da içini kemiren merakını ve kaygılarını da bir kenara bırakamıyordu. Az önce görüştüğü arkadaşını aradı tekrar. Uykulu bir sesle açmıştı yine telefonu.
“Sen hâlâ uyuyor musun?” dedi. Şaşkın ve kuşkulu bir ses tonuyla…
“Uyuyorum. Napayım?” dedi umursamaz bir tavırla arkadaşı.
“Ben ofise geldim. Kimse yok. Bilmediğim bir şey mi var?” diye sordu.
Arkadaşının o az önceki umursamaz tavrı bu kez şaşkınlığa dönüşmüştü.
“Sen cidden ofise mi geldin?” diye sordu.
“Evet” dedi. Merakı iyice tavana çıkmıştı. “Noluyor lan anlatsana bana da” dedi.
“Dün akşam haberleri seyretmedin mi?” diye sordu arkadaşı.
Seyretmemişti.
…
Bakanlar Kurulu ve Başkan’ın gece yarısı aniden almış olduğu karara göre tüm devlet hazinesi, yer altı kaynakları ve bankalardaki tüm paralar pazartesi sabah 4:30 da halk arasında paylaştırılacaktı. Kişi başına yaklaşık 10 milyon, eski parayla 10 trilyon düşüyordu. Ve o erkenden uyuyup kaldığı için bundan haberi olmamıştı.
“Madem kişi başına 10 milyon düşüyor benim payımı ne yaptınız lan?” diye sordu arkadaşına.
“Bekledik seni bir süre. Sen gelmeyince de paylaştık aramızda senin paranı” dedi arkadaşı.
Kabaca bir hesap yapınca kendi payı paylaşıldığında ülkedeki herkese 0,125 lira düşüyordu. Şimdi tüm ülkeyi dolaşıp da herkesten 0,125 lira istenmezdi. Arkadaşından bir miktarını istedi. Vermek istemedi arkadaşı. Herkesin payına düşen miktarın kendi üzerlerine zimmetli olduğunu, kendi parasının bir başkası üzerinde çıkarsa tüm varlığını kaybedebileceğini söyledi. Bunu zengin ve cimri bir insanın basit bir bahanesi olarak nitelendirdi kafasında. Daha düne kadar kendisi için her türlü fedakarlığı yapabileceği arkadaşı şimdi gözünde tam anlamıyla bir yavşağa evirilmişti. Hem de bir gecede…
Olanlara hala inanamıyordu. Ülkede kendisi dışında herkes zengin olmuştu. Eski evlerini, eski arabalarını bırakmışlar, yepyeni bir hayata başlamışlardı. Artık kimse çalışmıyordu. Tüm dükkanlar terk edilmişti. Para kazanmak için çalışabileceği bir iş yoktu. Karnı acıktığında yemek yiyebileceği bir lokanta, sigarası bitince sigara alabileceği bir market… Hiçbir şey yoktu.
Çaresiz ve şaşkın eve geri dönmeye karar verdi. Binebileceği bir taksi ya da otobüs olmadığı için mecbur yürüyecekti yine aynı yolu. Bir taraftan yürürken diğer taraftan akrabalarını aramaya başladı. Kimi açmıyor, kimi meşgule alıyordu telefonlarını. Açanlardan para istediğinde de arkadaşının az önce öne sürdüğü bahaneyi sunuyorlardı. Paranın insan karakteri üzerinde yarattığı bu değişimin bu denli hızlı cereyan etmesine çok şaşırmıştı.
Eve varmasına daha çok vardı. Beyni bulanıyordu. Ayakları yorgunluktan şişmiş, karnı da feci acıkmıştı. Önünden geçmekte olduğu lokantanın kapısının açık olduğunu fark etti. İçeriye girdi. Kimsenin olmadığını bilmesine rağmen alışkanlıktan olsa gerek “Kimse var mı?” diye seslendi. Mutfak tarafına doğru yürüdü. Yemek yapmak için alınmış bolca malzeme ve tencerelerde dünden kalan bolca yemek vardı. Ceplerini yokladı. Yeterli parası yoktu. Ama kendisi dışında kimsenin de zaten paraya ihtiyacı yoktu. Karnını iyice doyurduktan sonra yolun karşısındaki markete gitti. Kapısı kapalıydı. Yerde duran büyük taşı aldı ve camına doğru sertçe fırlattı. Cam, tuzla buz olmuştu. Küçük bir an tereddüt yaşadı ama sonra düşününce artık polisin de olmadığı geldi aklına. İçeri girdi. İki paket kısa vinstonla bir şişe votka alıp çıktı marketten.
…
Eski, dökük evinden taşındı geçen hafta. Daha iyi bir muhitte, terk edilmiş daha güzel bir eve yerleşti. Üstelik eşyalıydı ev. Karnı doyuyordu. İçki ve sigarası da vardı. Ne kadar yeteceğini bilmediğinden idareli kullanmaya çalışıyordu. Şu an tek bir eksiği vardı. Bir araba…
Sahibinden terk edilmiş temiz bir tane bulabilirse, ondan mutlusu olmayacaktı.
KAFATASI SOHBETLERİ 5
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.