34,2452$% 0.28
37,6376€% -0.37
45,0841£% 0
2.921,73%0,22
2.653,23%-0,08
9.109,34%2,37
Selamlar… Bu defa acaba kiminle ilgili anılarını yazacak diye yemeden içmeden kesildiğinizi biliyorum. Hemen söyleyeyim, o kişi Zafer Temoçin. Fakat ne yazacağımı da tam kestiremiyorum. Hayır, anıların az olduğundan falan değil, sebep başka. Örneğin Zafer’in gizemli biri, zor yanına yaklaşılır bir yanı olmadığından olabilir. Hem çok usta bir çizer, hem çok bilgili, hem çocukluk, askerlik arkadaşı gibi samimi biri… Lafı uzatmadan konuya gireyim, Behzat’ın “Saidoo yazı nerde kaldı?”mesajı whatsapptan her an gelebilir.
Kendisini ilk Oğuz Aral’ın odasında görmüştüm. 1980’lerin başı olmalı… O da benim ve diğer karikatüre hevesli gençler gibi karikatür getirmişti. Oğuz Aral çizdiklerine bakmak için karikatürünü eline aldığında, “Aaa, Zafer Temoçin bu muymuş?” diye içimden geçirdim. Yaşı ben yaşlarda, hatta belki de benden küçük. Halbuki çizgileri eski ustalar tarzında. Zaten Oğuz Aral da, “Ferruh Doğan gibi” falan diye bir şeyler demişti. Karikatürünün esprisi de, minaredeki imamın “Haydin okula” ya da “Haydin aşıya” diye bağırmasıydı. (Karikatür balonunu çok net hatırlamıyorum) Oğuz Aral, ezanın Türkçe okutulduğu zamanlardan bahsetmek için, “Sen o zamanları biliyor musun?” diye sordu. İmkanı mı var? Yirmi yaşında bile olmayan bir çocuk karşısındaki… Belki, “O zamanları bir yerlerden okudun herhalde”, demek istemişti. Dikkatimi çeken şey, bizi haşlar tarzda yaptığı eleştirilerini ona yapmaması olmuştu. Daha sevecendi ona karşı… Epey sonradan yine Oğuz Aral’ın odasında görmüştüm. Odaya doluşmuş bir sürü genç arkadaş… Odada Oğuz Aral o an yoktu. Zafer bana bakıp, burnunu eliyle kapatarak “Iyy burası balık koktu.” dedi. Belli ki benim balıkçılık yaptığımı çizdiğim karikatürlerden, yazdığım yazılardan biliyordu. Hiç tanışıklığım olmadığı halde, bana takılmasına sevinmiştim. Yani şimdinin “Vay, sıkı takipçilerim var” durumu.
Dergide beraber çalışmak da kısmet oldu. Dergideyken bir gün ustaların çizgilerini inceliyorduk. “Teknik çizgiyi herkes yapar, mühim olan duygulu çizmek. Onu herkes yapamaz demişti.” Yine dergideyken canımın çok sıkkın olduğu bir dergi sabahlamasında, sevinçle yanıma gelip, “Esprin kapak olmuş lan” diye müjdeli haberi verişini unutamam. (Sanki unuttuğum şey var da…) Sevincim nasıl yüzüme vurduysa, canımın sıkkınlığı birden yüzümden nasıl gittiyse, “Amma mutlu oldun ama dimi?” dedi. Kendisinin pek çok esprisi kapak olduğu için, bu sevincin nasıl bir şey olduğunu tabii ki iyi biliyordu. Bu dergi sabahlamalarından sonra eve dönüşler de bir acayip olurdu. İçinizde bir şeyler yapmanın mutluluğu ve uykusuzluğun verdiği hafif sarhoşluk yada sersemlik… Herkes işe giderken siz eve dönmektesiniz. Herkesin yaptığı işten farklı bir iş yaptığınızın farkına bir kez daha varırsınız o eve dönüşte. Ben görmedim ama Mehmet Coşkun’dan duymuştum; Zafer ile Mehmet dergi sabahlamasından sonra eve dönerlerken, belediye otobüslerine esas duruşta selam verirmiş. Sanırım otobüs içindeki yolculara, “Günaydın, hayırlı işler.” temennisinde bulunuyorlardı. Bunu başka ustaların da yaptığını öğrendim sonradan.
İstanbul’dan ayrılıp, ara sıra yine İstanbul’a geldiğim zamanlardan birinde Mühürdar’da karşılaşmıştık Zafer’le. Mühürdar’da bir sahaf dükkanı önünde kitaplara bakıyordum. Baktığım kitaplar da Don Martin’in, Aragones’in küçük boy basılmış albümleri. İçerden bana seslenildiğini duydum. Kafamı çevirdim, Zafer’e benzeyen ama Zafer olmayan biri bana doğru bakıyor. Tanımadığım biri… Acaba ben mi hatırlayamıyorum diye tereddütle içerdeki adama bakarken merdivenlerden kahkaha atarak Zafer indi. Meğer içerideki üst kattan bana seslenmiş. Ben üst kat olduğunu nerden bileyim, öyle bakıp duruyorum. Bu gülerek yanıma geldi. Meğer içerideki adam ağabeyiymiş. Benziyorlar da… “Nasıl tanıdın, sırtım dönüktü” dedim. Aragones’in, Don Martin’in kitaplarına baktığımı görmüş. Bunlara bakan bizden biridir deyip, dikkatlice bakınca beni tanımış.
Ayak üstü havadan sudan konuştuk. O ara Gürbüz Doğan Ekşioğlu dükkana girmiş, Zafer ile konuştular. Girmiş diyorum, çünkü gittikten epey sonra öğrendim o olduğunu. Keşke tanışsaydım dedim. “Dur çağırayım” diye espri yaptı. Gürbüz Hoca’nın gözden kaybolup gittiği sokaklara, “Gürbüz hocam, Gürbüz hocam” diye seslendiğini düşünüp gülüştük… Sonradan sahaf dükkanını Moda Sineması’nın olduğu iş hanına taşıdı, halen orada. Yani şimdi buradan ne anlıyoruz? Zafer’in iyi bir çizer olmasının yanında bu kadar zaman bu işi sürdürdüğü için iyi bir sahaf olduğunu da anlıyoruz. Çünkü kötü sahaflık diye bir şey olmaz. Ya batar, ya işi sahaflıktan başka bir şeye dönüştürdüğü için o iş de başka bir işe dönüşür.
Bir defasında, evi değme kütüphanelere taş çıkartacak kitapla dolu bir arkadaşın evinde bir kitap görmüştüm. O kitabı bulmaya çalışıyordum. Kitabın yazarı, çok yakından tanıdığım doktor arkadaşımın ağabeyi Uygur Kocabaşoğlu. Kitabın yazarını biliyordum, ama kitabın ismini unutmuştum. “Asılacaksan İngiliz sicimiyle asıl.” Kitaptan aklımda bu söz kalmış. Zafer’e bu lafı, yazarının adını ve kitapta Kürt sorunundan bahsedildiğini söylemiştim, Google gibi hemen cevap vermişti; “Haaa Majestelerinin Konsolosları adlı kitabı diyorsun. Biliyorum o kitabı ama bende yok.”
Zafer’in Moda’daki sahaf dükkanında, Ferhan Şensoy’un bir yazısı için vinyet olarak çizdiği çalışmasını görmüştüm. Bir vinyet için çok fazla emek harcanmış bir çalışma. O çalışmaya uzun uzun, bir resme bakar gibi bakmıştım. Belki de vinyet değil, oyun afişiydi ama benim aklımda vinyet kalmış. Çünkü Zafer, Dinozor dergisinin yöneticiliğini yaparken, Ferhan Şensoy da o dergiye yazılar yazıyordu. O yazılardan biri için çizilmiş vinyetti sanırım. Ben o çalışmaya bakarken, “Ne bakıp duruyorsun?” diye sordu. “Ben hayatımda böyle bir şey yaptım mı acaba?” diye düşünüyorum dedim. “Yapmışsındır.” dedi.
Onlar Dinozor’u çıkarırlarken ben Mudanya’daydım. Çok büyük emek ve özveri ile hazırlanan dergiydi Dinozor. Telefon edip, dergiyi çok beğendiğimi, tebrik etmek için aradığımı söylediğimde, teşekkür edip, “Ben de seni merak edip duruyordum, keşke daha önce arasaydın.” demişti. Çok geçmeden dergi kapandı.
Zaman zaman yanına uğrarım ya da telefonlaşırız. Sadece çizgi dünyasının değil, sanat, edebiyat dünyasının da gerçek bilirkişisidir. Bitirmeden söyleyeyim; geçen yıl Moda’daki sahaf dükkanına uğradığımda, orada Akdağ Saydut ve Necati Güngör ile geçen yıl karşılaşmıştık. E, tabii orada Sibel Can ile karşılaşacak değiliz ya… O fotoğrafı da aşağıya iliştirivereyim.
Metin Fidan’dan bir öykü: Yanlışlık fantezisi
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.