34,9515$% 0.16
36,6973€% 0.2
44,1392£% -0.26
2.986,24%-0,66
2.658,49%-0,78
10.125,46%0,66
Erdal Öz’ün en ağır, en güç günlerde attığı ve hâlâ kanayan öykü taşına
Ağırlaşmış göz kapakları boşluğa açılıyor. Yelkovan aşağıya doğru bırakmış kendini. Kayıp gidiyor her şey. Acıyor, kanıyor içindekiler. Yapacakları yapılmayacak, yarım kalmışlık saracak ufkunu. Düşünmek istemiyor ancak aklına söz geçiremiyor.
Alışkanlık alçaklıkla bulanınca insan bahaneler uydurmaya başlıyor. Eskisi gibi değilim; çünkü… Gerekçeler ciltlenir, kitap olur, olur olmasına ya başta kendini ikna edemez. Aradadır hep, kimsenin erişemeyeceği yerde.
Önceleri farklıydı, sanki soluması bile böyle değilmiş gibi. Şimdi yaşanmışlıkların üzerinden bakınca değişik ayrıntıları seçebiliyor. Fakat uzun süreli değil, en önemli ayrıntıda siliniveriyor her şey, yoğunlaşmak olanaksız. Duvarlardan, kahrolası yalıtkanlıktan ölesiye korkuyor, korktuğunu kendinden bile gizleyemiyor. Üstelik zaman ilerliyor, yorgun yelkovan kendini atıveriyor sabaha.
Gözüm dalıyor ve aynı el yeniden boğazıma sarılıyor. Ayaklarım yerden kesilirken ağzımdan kendime yabancı hırıltılar çıkıyor. Aynı. İstemsiz ağlıyorum. “Ben sana ne yaptım Erkan abi” demek istiyorum, başaramıyorum. Lekelenmiş mavimsi duvara ayakkabılarımın taze izlerinden bırakıyorum, derken eller gevşiyor. Amcası yetişmese soluğum tükenecek. Tomruk gibi yere yuvarlanıyorum. Sesim bana yabancı.
Gülecek şeyler bulmanın sıkıntısı yanaklarını acıtıyor. Alfabenin tüm harflerinden hapishaneler… F? D? E? L? Gülmemek için zor tutuyor kendini. Beş harf, jokerli. Bir kelime, işlem yok!
“Yılan kokusu alıyorum” diyordu Erkan abi. Yılan ne arasın, kuş uçar, konmaz, kervanın yolu bile düşmez! Yedi sekiz metre koca duvar, jiletli, tel örgülü. Yatakların altına bakıyor sakına sakına. Dolapları çoktan dağıtmış. “Bile bile koydular buraya, amaçları…” Havalandırmaya atıyor kendini, bir gözü devamlı üzerimde.
Paketten bir sigara çekip yakıyor. Pencere ardına kadar açık, karşı apartmanın silueti zor seçiliyor. Herkes uykuda, rüzgâr dâhil. Pencerenin yanına bir sandalye çekip oturuyor, gözü dışarıda. Savurduğu duman havada asılı kalıyor.
“Daha yatmadın mı oğlum?” “Uyuyamadım.” Aslında uyku aklından bile geçmedi, üzerinde sabah giydiği pantolon gömlekle duruyor. “Sen yatsana anne.” “Sancı tuttu gene.” Ameliyatın üzerinden beş altı ay geçse de ağrıları dinmemişti. Fakat bu seferki ameliyatla filan ilgili değildi, sancısı oğluydu. Duruşma günü yaklaştıkça annesinin de düzeni kalmıyordu. “Çay yapayım mı?”
“Limon çekirdeği filizlenir mi hiç bununla?” Yanıtlasam mı acaba? Ben de tahmin edebiliyorum ama maksat çabalamak! “Bakalım…” Tepeden bana bakıyor, diğerleri yetmezmiş gibi Erkan abinin de durmadan gözetlemesi… Kül tablasına basıyorum sigarayı. “Niye söndürdün şimdi?” “Dibine gelmiş Erkan abi, plastiği eritiyordu.”
Ana kokusu… Ne zamandır unutmuş, oysa bu kokuyu nasıl özlerdi? Saçlarının arasında gezinen elleri ensesinden yanaklarına uzanıyor. “Dert etme evladım…” Nasıl bir cümle kuracağını kendi de bilemiyor, bodoslama gitmektense susmak en iyisi. Bilgiçlik taslayacak hâlde mi sanki? “Umursamıyorum anne. Bilsem ki sonunda ‘yat’ denecek, şimdi gider yatarım. Beni çıldırtan belirsizlik, eli kolu bağlı beklemek.” Durağanlığa ikisinin de tahammülü yok aslında. Parmakları yeniden saçlarına kayarken omuzları yüzüne değiyor. Ardı sıra öpücükler konuyor alnının orta yerine. “Deseler ki ‘sen gel oğlun kalsın’ koşa koşa giderim.” Sözler…
Ağaçlar kıpırtısız, suskun. Gecenin içine gömülmüş derin köpek sesleri ve bir hırıltı ciğerlerinde. Kimsenin bu düzeni bozmaya niyeti yok.
“Çay uzun sürer diye kahve yaptım.” Hangi ara gitti geldi? Yüzüne bakıyor, karşı çıkacak mı diye. “Sağ ol anne iyi düşünmüşsün.” Sessizlik uzayacak besbelli; ses can yakıyor; konuştukça kıyıya vurmaları kaçınılmaz, kıyıysa yanı başlarında. Eninde sonunda varacakları yer orası. Sessizlikse dayanılmaz.
Bir sigara daha, paketin içi gitgide boşalıyor. Çakmağın ateşi annesinin gözlerini açığa çıkarıyor. ‘Ağlama’ dese ağlayacağına emin.
“Kahveye süt katmışsın anne.”
“Bak Erkan abi fil çapraz gidiyor ve şahını tehdit ediyor. Şimdi şahını başka bir kareye sürmelisin.” “O çay posasında ot büyür mü hiç?” Ne yanıt vereceğimi bilemediğim anlardan biri. “Bakalım…” Yüzü gene korkunçlaştı mı? Amcası revire gideli de fazla olmadı ki. “Şahı diyordum…” Boğazım kupkuru. “Önceden hiç fidan diktin mi?” “Mersin’deyken bahçemiz vardı, baklalarım vardı.” Çayını özellikle mi böyle içiyor. Radyonun cızırdayışına damağının sesi karışınca ürperiyorum. “Erkan abi bırakalım mı, acayip başım dönüyor. Lütfen!” Ellerim masadan kayıyor, taşlar kucağıma ve yerlere saçılırken uzaktan yankıları geliyor. Dizlerimde damar mı var? Davul var. Koyun çıngırakları, patlayan silahlar. Yaklaşan gürültüler. Erkan abi nerdesin?
Sütlü ve şekerli ama sıcak. “Eline sağlık anne.” “Bir sigara da bana ver hadi, şöyle ana oğul karşılıklı…”
Gece yatağıma uzandığımda yorgunluktan bitkin bir hâldeydim. Sandalyeden düşünce başımı pencerenin kenarına vurmuşum. Arada hafif bir sızı yokluyor. Buradayım, bilincim de yerinde. Kendimden geçmişim ama uyuduğumu sanmıyorum. O kadar ayrıntılı ki rüya olamaz. Erkan abinin bahsettiği kokuyu aldım. Önce emin olamadım, saçmaladığımı düşündüm ama çok belirgindi. Değişik, kesif bir koku. Sonra ay ışığında gördüm onu. Gözleri, hatta dili bile parlaktı. Dolaptan yüzüme sarkmıştı. Çığlık mı attım, ne yaptım anımsamıyorum. Erkan abi ışığı açtığında gitmişti. Tuvalet deliğinden kaçtığına hükmedince su dolu kovayla deliği kapadık.
Hiçliğin kokusu yok kaç zamandır, oysa korkusu buralarda. Birdenbire çıkar gelir tam unutmuşken ve süreç yeniden işlemeye başlar. Göz kapağı dayanıksız…
“Erkan abi toprağımı neden dağıttın?” Çaresizliğimi bu denli hissedeceğimi bilmezdim. Sesim ağlamaklı çıkıyordu ama ısrarcıydım. “Benden ne istiyorsun Erkan abi, ben sana ne yaptım?” Yinele dur, dilersen yırt kendini; yanıt alamıyorsun. Çay posasıyla bulanan bir avuç toprak havalandırmaya dağılmış. Çekirdekler ortada yok, ayıklanmış. Diğer yoksunlukların acıtamayacağı kadar acıtıyor. Başardın Erkan abi, bitirdin beni!
“Anne buralarda limon olur mu?” diyor birdenbire. Kadın anlayamıyor, “Çok istersen olmaz mı oğlum?” demekle yetiniyor.
Aklında limon çekirdekleri… Yelkovan tırmanışını tamamlamış inmeye fırsat kolluyor.
Üzeyir Karahasanoğlu’nun ödüllü öyküleri: Geçmişi Beklemek
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.