34,2452$% 0.28
37,6376€% -0.37
45,0841£% 0
2.921,73%0,22
2.653,23%-0,08
9.109,34%2,37
“Allah açlıkla sınamasın, verdiğine şükür” dediğinde mide fesadı geçirmek üzereydi. İstemsizce “Böearg” diye ses çıkardı. Dedemin bu tarz rutin davranışlarına ev ahalisi olarak alışıktık. Önceleri yaşlıların böyle ilginç sesler çıkarması bana komik gelse de sonradan beni rahatsız etmeye başlaması, dedeme dikkat kesildiğimde babamdan bana gelen tehdit dolu bakışlar ve yaşımın da kemale eriyor olması artık zihnimde kaygı filizlerinin yeşermesine sebep olmuştu:
Yaşlanınca ben de mi böyle olacaktım?
Sevgilim Sude ile 2 senelik zorlu bir flört etabı tamamlamış, evlilik öncesi son raund olan ‘Aile ile tanıştırma’ bölümüne gelmiştik. Sude bana göre oldukça anaç bir kadındı. Ben zaten anne olamazdım; ama O olabilirdi. Ailemin de beklentisi bu yöndeydi; ilişkimize onay vermişler, müstakbel gelinlerini bağırlarına basmak için beklemeye koyulmuşlardı. Dışarıdan bakıldığında Yeşilçam’daki “Gülen Gözler” filmi gibi sıcacık bir atmosfer vardı geniş aileli baba ocağımda. Parasız, sefil durumda bile kalsak Sude ile sığınacağımız bir baba evim vardı; en fazla sofraya bir tabak fazla konulurdu ve bunu bilmek de beni ayrıca rahatlatıyordu.
Peki her şey bu kadar yerli yerindeyken beni içten içe endişelendiren şey neydi?
Saplantılı bir gençlik dönemi geçirdiğimi hatırladım ve bu dönem hayatımın bundan sonraki tüm aşamalarına da sirayet edecek gibiydi. Saplantımın odak noktası ise yemek masasında insanların çıkardığı geğirme, ağız şapırdatma, çatal kaşık çınlaması vb seslerdi. Bir ara bu huyumun psikoloji camiasında “Misofoni” olarak adlandırıldığı ve tedavi olmak istersem uygun bir ücret karşılığında bana yardımcı olunabileceği bilgisini almıştım. Zamanında önemsemediğim bu durum, masaya her oturuşumda kendini daha da büyük gösteriyordu. Kulak tıkacı kullanmak ya da kulaklıkla müzik dinlemek bir yere kadar etkili olmuştu; ancak bu sefer soframıza evleneceğim kız da oturacak, çıplak kulağımla elimden gelen her türlü mücadeleyi vermek zorunda kalacaktım.
Dedem ve anneannemle birlikte ses konusunda aile kadrom şampiyonlar ligini aratmıyordu. Sude ile birlikte ölüm grubuna düştüğümüzü düşünüyordum; zira soframızda beni rahatsız eden her türlü sesi duymak mümkündü. Klasik tanışma ve hoş geldin faslını geçtikten sonra sofraya oturduk. Gergindim. Sude’nin de benimle benzer hassasiyete sahip olduğunu düşünüyordum. Çorba servisi başladı. Bir elim kaşıkta, diğeri cebime koyduğum kulak tıkacındaydı. Sude’nin elini tutacak boşta elim kalmamıştı. Sevgilim gülümsüyor ve mimikleriyle beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Ama bu misofonik halimden O’na bahsetmemiştim. İlk yudumu alınca “Allah, çok şükür yarabbi” diye anons yapan dedem başlangıç atışını yapmıştı. Biliyordum ki bundan sonrası çok daha gürültülü geçecekti. Babam ise önündeki çorbayı içmek yerine kase üzerinde dış mantolama yapıyor gibiydi. Kaşık sesi zihnimde kilise çanı etkisi yaratıyordu. Dişlerimi sıkarak “Baba yavaş” dedim. “Oğlum hızlı yiyen sensin, ne diyorsun?” dedi. Tabağıma baktım. Hakikaten de çorbanın dibine inmiştim ve gerginlikten hiçbir şey hatırlamıyordum. Sude sessizce “Canım niye heyecanlandın? Alt tarafı size gelin olacağım” dedi. Bana moral mi verdi, anlamamıştım. Anneannem ilk geğirmeyi gerçekleştirdi: “Böergh, estağfur..” dedi ve bu sesle birlikte dizimi masanın altına vurdum.Sude güler yüzle “Afiyet olsun efendim” dedi. Anladım ki O benim gibi değildi; “S.çtık” dedim (Hassasiyeti aynı olmayan çiftlerin evlilikleri hassas olur). Babam ana yemeğe geçmeden önce çorba kasesinin dibini 4 parmağı ile tuttuğu ekmekle sıyırırken orgazm olur gibi sesler çıkardı. Kendimden geçmek üzereydim. Sude babama, “Ay, amcacığım ben de çok severim çorba sıyırmayı” deyince direk Sude’ye baktım. “Ne oldu canım, yanlış bir şey mi dedim?” diye sordu. Bakışlarımla “Senin hayatını s.kerim Sude!” diyordum; ancak dışımdan “Bir şey yok canım” deyip yemeğe devam ettim. Babam da yanına kendi gibi birini bulmuş olmanın sevinciyle “Yahu, karışma gelinime… Hatta Hanım, sen kızıma pide ilave et!” diye sağa sola talimat yağdırdı. O gerginlikle ana yemekten de bir şey anlamadım. Dedem ve anneannem yılların birlikteliğinin sonucu olarak senkronize biçimde ağızlarını şapırdattılar. Biri bitirince diğeri başladı. Boğulmak üzereydim. Arada gözüm Sude’ye takılıyordu. Evleneceğim kadın önündeki yemeği sanırım çatal kullanmadan bitirmişti. Masanın bir ucundan diğer ucuna sürekli pide transferi oluyordu. Sude bu önemli akşam yemeğinde aileme uygun bir gelin imajını noktası ve virgülüne kadar çizmişti.
Annem “Herkes tatlı yer değil mi?” diye sordu. Dedem “Yok kızım, bende şeker var” deyince şekeri olan birinin neden bir buçuk tabak yemek yediğini sorguladım. Annem sofraya tatlı olarak tel kadayıf koyunca “Ben balkona çıkıyorum” diye ortamı terk ettim (Özellikle anneannem ve babam kadayıf yerken tellerini etrafa püskürtürlerdi). Sude de hemen arkamdan balkona geldi. Ellerim titriyordu, sigara yaktım. Sude “Hayatım, neyin var? İstemeden bir yanlışım mı oldu?” diye sordu. “Bir şey yok, boş ver, biraz tansiyonum düştü sanırım” dedim. Koluma girdi. Beni teselli etme konusunda iyiydi. “Canım benim, ailenin yanında hassas davranmaya çalıştım, normalde bu kadar kibar yemem.” dedi.
Bunu duymamla birlikte tansiyonum gerçekten düştü. Yere kapaklandım…
Laz Marksist Saptamalar
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.