DOLAR

34,0490$% 0.2

EURO

37,6396% -0.1

STERLİN

44,5730£% -0.21

GRAM ALTIN

2.733,61%0,20

ONS

2.498,28%0,05

BİST100

9.798,88%0,28

İkindi Vakti a 16:43
İstanbul PARÇALI AZ BULUTLU 26°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a

Bir dil bir insan!

ad826x90
ad826x90
ad826x90

Ofansif argonun aramızda yoğun yaşandığı yıllardı… Dört ergen bir araya gelmiş, aramızda çöp kutusu fabrikasının kime girmesi gerektiğini tartışıyorduk. Uzun münazara sonucunda "Armut" lakaplı Serkan'ın bu proje için uygun olduğu sonucuna vardık. Serkan özünde çok iyi bir insan olmasına rağmen tavır ve davranışları yönünden yavşağın tekiydi. Ağzından küfür, elinden tespih ve kesici alet eksik olmazdı. Arkadaş grubumuzun açık ara en arızalı kişisiydi. Biz kendisini böyle tanımış, ona anatomik yapısından dolayı oy birliği ile "Armut" lakabı takmıştık (Saçları sarı, yanakları hafif şişkin ve kafatası dardı). Dışarıya karşı tehlike arz ederken bizi sever, buram buram cehalet akan ortamımızı hiç terk etmezdi. Aslında biz de içten içe severdik O'nu. Öyle bir mahalle düşünün ki sabah kan kardeşi olan arkadaşlar öğle saatlerinde kavga eder, ikindi namazını yine birlikte eda ederlerdi. İlişki sirkülasyonu çok hızlıydı. Serkan bu ritme ayak uydurmaz, günde beş vakit serserilik peşinde koşardı. Art arda mantıklı iki cümle kurabildiğini hatırlamam; ama üst üste üç kişiye meydan okuduğunu bilirim (İyi dövmüşlerdi bunu). 

ad826x90

Aramızdaki iletişim küfürleşmek, sürekli top oynamak, ergenliğin vücudumuzda yarattığı yenilikleri paylaşmak ve sağa sola sataşıp kavga çıkarmak üzerine kuruluydu. Mahallemizin büyükleri durumumuzdan şikayetçi değildiler; çünkü onlar da maldı (Bunu yıllar sonra anladım). Asgari kibarlık seviyesini tutturmak için ya bayramda kültürlü bir akraba ziyaretine gitmemiz ya da uyuyor olmamız gerekiyordu. Atmosferimiz bunun aksine izin vermiyordu. Birbirimizi gazlaya gazlaya serserilikte yarışır hale gelmiştik. Bir şeye kahkaha atarken bile "La ha ha hua amuğaooyumm laa!" gibisinden sesler çıkarıyorduk. 

Durum çığırından çıkmıştı. Acilen kibar ve normal bireylere dönüşmemiz gerekiyordu. Toplumun o günkü geleceği olan çocuklar bizlerdik (Kadroya bak)… 

Her temmuz ayında olduğu gibi o yaz da Almancı akını olmuştu mahallemize. Üstü bavul bağlı Mercedeslerle kavimler göçünü andıran bu heybetli transport, bünyemizde tarifsiz bir heyecan yaratırdı. Misafirlerle çılgınca kucaklaşan yerliler, ağzında sakız, üzerinde mini şort, ayağında orijinal Adidas olan Almancı ergenler, onların aynı bizimkiler gibi göbekli ve bıyıklı babaları, mahallede hayrına dağıtılan Kinder çikolatalar ve Haribolar… Tablo hiç değişmezdi. Ben ve arkadaşlarımın ise ne tesadüf ki hiç Almancı akrabamız yoktu. Diğerlerine imrenerek bakar, Almancısızlıktan elimizi kemirirdik. Lazımdı Almancı. Ekmek gibi, su gibi, yazın karpuz gibi Almancıya ihtiyacımız vardı. Bu eziklikle daha fazla yaşayamazdık. Toplanıp bir karar vermeliydik; ya Almanya'ya savaş açacak ya da kendimize sıfır paket bir Almancı yaratacaktık! 

ad826x90

Aklımıza tek bir isim geldi… 

ad826x90

Yan mahallede Tolga adında, ayda yılda bir gördüğümüz yaşıtımız bir ergen vardı. İlkokulu bitirince Anadolu Lisesi’ni kazanmış, hazırlık sınıfı ile beraber İngilizce eğitim almaktaydı. O anki entelektüel birikimi bizden üstündü (Zaten azıcık okuyan bizden üstün olurdu). Ailesi de yine bizimkilere nazaran oldukça aristokrattı. Tolga pazar kahvaltılarında salam yer, annesi Tolga'ya taze sıkılmış portakal suyu ikram eder ve babası huşu içinde gazetesini okurdu. Bu aile yapısı içinde Tolga'nın okuyup büyük adam olmaktan başka bir seçeneği yoktu. Bizimle muhatap bile olmazdı. Annesi, O'nu kendimize benzeteceğimiz kaygısıyla bizden izole etmişti. Biz de doğal olarak Tolga'ya ve tüm Anadolu Lisesi öğrencilerine bilenmiştik. Ancak bu sefer kendisine işimiz düşmüştü; koca semtte İngilizce bilen tek kişi olması sebebiyle O'nu yanımızda gezdirecek, şımarık Almancı veletlerinin -özellikle Dortmundlu Burak'ın- karşısına çıkarıp, yabancı dil atışması yaptıracaktık. Dahiyane planımızı hayata geçirmek için hemen harekete geçtik… 

Tolga'yı evinin çıkışında köşede sıkıştırıp efendice durumu anlattık, O'ndan destek istedik. Reddetti, dövdük. Yine reddedince bir daha dövdük; bu sefer kabul etti. Sonuçta hayırlı işte acele etmek gerekiyordu. Alelacele ağzını yüzünü yıkayıp Tolga ile birlikte mahallemize geçtik. Almancı Burak apartmanın merdiveninde oturmuş walkman dinliyor, kimseyi iplemiyordu. Havası yerindeydi. Uzaktan bakınca Almanya büyükelçisi gibi duruyordu. Yanına vardık. El kol hareketleriyle dinlediği şarkıya bir mola vermesini sağladık. Artist artist bize baktı… "Kaç yıldır Almanya'dasın, daha Almanca konuşamıyor musun?“ diye ilk atışı yaptım. Dalga geçercesine ağzını eğdi. Armut Serkan atladı: "Senin ağzını suratını s… bebe!!" dedi. Burak olgunlukla karşılayıp bize sanırım Almanca küfür etti. Kavga çıkarmak için yer arıyorduk. "Neyin artistliğini yapıyorsun oğlum sen? Delikanlı ol, Türkçe konuş!“ diye uyardım (Armut'u zor tutuyorduk, dişiyle dilini ısırmaktaydı). Burak, "Tamam, Türkçe konuşalım. Ne istiyorsunuz?" dedi. "Yabancı dil bilen arkadaşımız burada, yiyorsa O'nunla konuş" deyip Tolga'yı sahneye aldık. Resmen atışma başlıyordu (Çiçek Abbas loading). Tolga bize göre akıcı İngilizcesi ile kendinden emin bir şekilde, Burak'a birkaç soru cümlesi yöneltti. Burak aynı akıcılıkla İngilizce yanıt verince, "Aha s.çtık" dedim. Tolga da biraz afallamıştı. Birkaç dakika boyunca ikisi arasında İngilizce düello sürdü. Biz hiçbir şey anlamıyor, sadece el kol hareketleri ile Tolga'yı destekliyorduk. Burak, Tolga etrafında bir tam turunu tamamlayıp anadili olan Almanca'ya geçince bizim tribünde sessizlik baş gösterdi. Yine de Tolga ufak tefek cevaplar verebildi. Arada bize dönüp "Ne yapayım abi, bizde Almanca haftada 2 saat" dedi. Çaresizliğimiz diz boyuydu. Burak üzerimizdeki fantezisini bitirince sinirle Almanca söve söve gitti (Bunu anlamıştık). 

Mağlubiyeti kabul ettik. Yapacak bir şey yoktu. Alman panzerinin yanında iman gücümüz yeterli gelmemişti. Normalde Almanlar kazanınca biz de kazanmış olurduk; ama bu sefer kaybetmiştik. Elimi Tolga'nın omzuna koydum. "Eyvallah kardeş, sen elinden geleni yaptın" dedim. 

Tam soğumayan Armut Serkan, Tolga'yı bir kez daha dövdü… 

ad826x90

Comments

comments

ad826x90
ad826x90
YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

Sıradaki haber:

Nevzat çiziyor: At nerede, vah nerede?

HIZLI YORUM YAP

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.

Araç çubuğuna atla