34,2792$% 0.1
37,7051€% 0.26
44,8917£% 0.12
2.902,65%-0,23
2.629,93%-0,47
9.031,95%0,00
"Genetik" bilimi ile olan toplumsal bilgi bağımız, 'Hay maşallah, aynı babası" cümlesinin limitleri kadardır. Gerisi bizim için gereksiz akademik detaya girer. "Alel gen, Hibritleşme, Mendel Yasaları, Genotip, Mayoz 1 ve 2…" Bunlar LGS'ye giren öğrencilerin sorunlarıdır, toplumu bağlamaz. Sadece sınav anında bahçede kendisi için dua okuyan ebeveynin telepatik bağ kurduğu konulardan biri olma şerefine nail olabilir, o kadar.. Peki toplum bu tip teknik mevzulara hakim olmalı mıdır? Bunun cevabı tartışılabilir; ancak olmayacaksa da toplum bu hususta çokbilmiş tavırlar sergilemeyi ve iddialı cümleler kurmayı bırakmalıdır. Tam olarak kimin kime çekeceğini, ne çekecek kişi ne de çekilecek kişi belirlemez.
Bende olduğu gibi…
Etrafımda "Oğlan dayıya, kız halaya çeker" şeklinde bir beklenti yaygınken, alternatif bir yolaktan ilerleyip direk DAYIOĞLUNA çekmeyi başarmıştım. Nasıl olduysa artık, şansıma tüküreyim!
Yaşım 12'ydi. Aklımın ermeye başladığı zaman bu döneme denk geldiği için çocukluk dönemimi pas geçiyorum. Her cinsten ve atadan kuzenim olmasına rağmen (2 haladan, 3 teyzeden, 1 amcadan) öz dayımın öz oğlu Furkan bambaşka bir yere sahipti benim için. 'Yer' dediğim yanlış anlaşılmasın; ben direk O'ydum. Yüzümü görmeseler ve sadece davranışlarım kayıt altına alınsa oy birliği ile bana Furkan derlerdi. Furkan benden 2 yaş büyüktü (Hala da öyle). Gençken, bilirsiniz, ergen adam karakteri koyacak zemin arar. Yaşça büyük yakınlarından gözüne kestirdiğini idol olarak benimser, yer yer onu taklit eder, onun gibi konuşur, onun gibi davranır. Furkan ile yaşadığım ilişki tipini böyle açıklamak mümkün değil; zira o kadar aynıydı ki her şeyimiz, adeta O'nun bedenine girmiş bir ruh gibiydi durumum. İdol falan da almış olamam; çünkü öyle pis bir yaş farkı ki aramızdaki; 'Abi' desen sırıtır, 'Arkadaş' desen kompleksli görünürsün (her ne kadar sayıyla 2 olsa da ergenlikte bu yaş farkı bazı parametrelerde devasa boyutlardadır, detaya girmeyeceğim), 'Dayıoğlu' diye hitap etsek etrafımızda bir tane kız kalmaz, yaydığımız buğday kokusu ile Anadolu toprakları bizi yeniden bağrına basardı. 'Kuzen' diye seslenmek hem en kolayı hem de en uygunuydu bu kaygan zeminde. Ben de öyle yaptım. Kuzen aşağı kuzen yukarı derken ergenliğimizi böylece uzun dönem yaptık.
Furkan matematik öğretmenine atar yaptığı zaman olayı bana anlatmış, ben de kendi okulumda aynı derste aynı konu işlenirken durduk yere hocaya aynı atarı yapmıştım (Tabi hocam “Oğlum saçma sapan konuşma, ne alakası var şimdi?!“ deyip beni müdüre yollamıştı). Furkan yengeme "Başlarım şimdi sana da senin gibi anneye de!" çıkışını bana anlatınca ben de evde anneme çıkışmış, babamdan okkalı bir tokat yemiştim. Birlikte gittiğimiz halı saha maçında Furkan'la aynı hava topuna çıkmış, kafa kafaya çarpışınca Osmancık pirinci gibi dağılmıştım. Bayramda Furkan'ın öptüğü elleri sırayı bozmadan, aynı dudak şiddeti ve aynı sululuk derecesi ile öpmüştüm. Kıyafetlerimiz de aynı olmaya başlamış; bizi birlikte görenler ikiz, ayrı ayrı görenler öküz olduğumuzu düşünmüşlerdi. Bu durum ilginçtir ki ne beni ne de ezeli ve ebedi kuzenim Furkan'ı rahatsız etmiyordu. Ben biraz daha hassastım bu amansız tıpkıçekime karşı çevremizin tepkilerine; Furkan ise ipi ile kuşağı arası horizontal bir seyir sergiliyordu. Benim O'nun çevresine karşı çıkışlarım, hatta yakın dostlarına O'nun ağzıyla verdiğim ayarlardan bile rahatsız olmuyor; bilakis kendinden emin sırıtışlarla adeta "Dublörüm halleder, elimi kirlettiğime değmez" özgüveni ile ortalıkta dolaşıyordu. Evet, adamı resmen ben canlandırıyordum ve yaşça küçük ben olduğum için O'nun bana çekmiş olma olasılığı sıfıra yakındı. Ben O'na çekmiştim ve günden güne bu ruh-beden birlikteliği egomu daha da okşuyordu…
Ta ki Furkan'ın yürüdüğü kıza alışkanlık gereği ben de yürüyene kadar…
"Senin zilliyetini s.kerim şerefsiz!" diye bir SMS gelmişti telefonuma. Gönderen kısmında kuzenimin ismini görünce başımdan aşağı kaynama noktasına yakın bir sıvı inmiş gibiydi. Abondane olmuş zihnim, örselenmiş ruhum, Brütüs tarafından suikaste uğrayan Sezar'ın gözlerindeki şaşkınlık, sokak röportajındaki dünyadan haberi olmayan dayının özgüveni ile harmanlanarak "Ne diyon kuzen, noldu?" sorusunu karşı mesaj olarak attım. Elbette bir şey olmuştu, adamın açıldığı kıza sırf O'na benziyor diye, usulca sokulup 'Merhaba' demiş ve bununla yetinmeyip ben de açılmıştım. Ancak dedim ya; Furkan yaptı diye yapmıştım bunu da. Amacım başka bir şey değildi. Kızla çıkmak, Furkan'la çıktığım yoldaşlıktan daha keyifli olmayacaktı benim için. Her yaptığıma onay veren, benimle can ciğer kuzu sarması olan kuzenim neden bu sefer Seferoğulları'ndan Suphi gibi benim karşıma dikilmişti? Bu da sıradan bir şey değil miydi bizim ruh-beden bütünlüğümüzde?
Bunları düşünürken Furkan'ın attığı mesajdan hemen önce gelen ve okumayı unuttuğum SMS'e takıldı gözüm. Turnusol kağıdı kılıklı kız yazmıştı mesajı:
"Cnm, tklifini dşndüm. Tmm, kabul edyrm. Ama bi şartla, şu salak kuzenn Frkn bndn uzak drsun. Malın önde gideni çnkü. Snnle çktğmızı söyledm onada."
Fazla kontör gitmesin diye çoğu ünlü harfin bilerek düşürüldüğü bu mesajı okuyunca içim bir hoş olmuş, kulak memesi kıvamına gelmiştim. Hayatın gerçeklerini düşünmeye başladım. Sonuçta kuzensiz hayat olur ama kızsız hayat olmazdı. Başka kuzenlerim de vardı sonuçta. Bu kız önemliydi. Bu kız lazımdı sanki. Evet evet, tamamdı bu iş. Bir anda 180 derece dönmenin dayanılmaz elastikiyetini yaşıyordum telefonu alıp Furkan’a veda mesajımı yazdım:
"Şerefsiz sensin, ben o kızla ciddiyim. Dayıma söyle, düğünümüze çeyrek altın ayırsın"
Yaşlılık zor
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.