35,5726$% 0.4
36,5590€% -0.15
43,2979£% -0.27
3.093,65%0,02
2.706,30%-0,33
9.965,85%1,00
1980'de askeri darbe olduğunda işadamı Halit Narin, işçi sınıfına “Şimdiye kadar sizler güldünüz şimdi gülme sırası bizde!” demişti. Darbe sonrası sendikacı avına çıkılınca, bazı sendikacılar yurtdışına kaçmak zorunda kalmıştı. Yurtdışı iş gezilerinden birinde Halit Narin'e bulunduğu ülkenin havalimanı polisi yaklaşıp “Türk kökenli bir ilticacı var, başka dil konuşmuyor, tercümanlık edebilir misiniz?” diye sormuştu. Narin teklifi kabul etmiş, iltica talebinde bulunan Türk sendikacının tercümanlığını yapmıştı. “Türkiye'den neden kaçtığı, yaşadıkları, ilerde yaşayacağı sorunlar, kaygıları, işverenle olan anlaşmazlıkları vb.” Sendikacı bir bir anlatmış, Halit Narin de çevirisini yapmıştı. İşin garibi iltica başvurusu yapan sendikacı işçi, kendi fabrikasında çalışan ve uzun yıllar Halit Narin'e karşı mücadele etmiş biriydi.
Hayat garip tesadüflerle doludur.
Bu hikâye bana anlatıldığında çok şaşırmıştım. Doğru olma şansı yüksek, ama bir “şehir efsanesi” de olabilir, yazılı bir kaynak bulup teyit edemedim. Başta Avrupa ülkeleri olmak üzere, Türkiye dışında yaşayan milyonlarca Türk bulunuyor.
Milyonlarca…
Bu milyonlarca Türk'ün neredeyse tamamı ekonomik veya siyasi nedenlerle, aslında kendi istekleri dışında bu ülkelerde bulunuyorlar. Burada kastım şu: Çok az sayıda insan bu ülkeleri yaşamak için tercih edip bu yabancı ülkelere taşınmış durumdalar.
Bir gün ülkesine geri dönmek üzere çalışmak için yurtdışına çıkanlar veya siyasi nedenlerden dolayı yurtdışına çıkmak zorunda olanlar çok büyük bir çoğunluğu oluşturuyor. İnsanın istemediği yerlerde ömrünün geçmesi çok garip değil mi sizce? Zorunluluktan dolayı yurtdışında bulunmuş olması? Bir yerde bir ömür yaşayıp hâlâ yabancı olması, yabancı kalması veya yabancı kalmayı tercih etmesi… Entegrasyon konuşulacaksa önce buradan başlanmalı bence…
Gönlü memleketinde olan, melankolik bir şekilde yaşayan, bulunduğu yeri hiçbir zaman fark etmemiş ve aslında orada olmak istememiş, bulunduğu yerde özlediği yeri yaşamaya çalışan insanların yaşadıkları ülkeye uyum sağlamasını beklemek yanlış yerden başlamak olmuyor mu? Belki de Ortaasya göçlerinden beri gittiğimiz hiçbir yere kendimizi ait hissetmedik.
Türkiye'de bulunduğum zamanlarda dikkatimi çeken bir gerçek de bu aslında: İnsanların çok büyük bir kısmı doğup büyüdükleri şehirlere ait hissetmiyorlar kendilerini. Her ne kadar oralı olduklarını söyleseler de, her an oradan gidecek, geçerken uğramış, bir arkadaşa bakıp çıkacakmış gibi yaşıyorlar doğup büyüdükleri şehirlerde.
Hep gidecek yeni bir yer, yeni bir hayat, yeni bir gelecek, daha rahat bir ortam arayan bir toplumdan bahsediyoruz. Belki de hiperaktivite sorunu olan bir milletiz, konsantrasyon sorunumuz da olabilir. Önce gitmeye, sonra da geri dönmeye çalışıyoruz.
Bunun yerine yaşadığımız yerleri ihya etmeyi denemiyoruz. Sorunlarını çözmüş yerlere gidip, oralarda kendimiz sorun haline geliveriyoruz. Belki de artık yerleşmeye çalışmak gerek, en azından bizden sonraki kuşakları rahat bırakmak, onların yakasından düşmek, onların yaşadığı yerleri benimsemesini sağlamak gerek.
Bunun için de yapmamız gereken sadece bu çocukların kafasını karıştırmamak olabilir. Sessiz kalmak, “kültür” diye getirdiğimiz yanlışları aktarmamak da yeterli olacaktır. Aslında konuşmasak, ses çıkarmasak, çocuklar başarılı olacak belki de.
YAZARIN NOTU:
Madem geziyorsunuz gezdiğiniz yerlerin güzel yanlarını görün, “gezelim görelim” tadı yaşatın insana arkadaş ya. Gideni arkada bıraktığına ağlıyor, kalanı gidenin ardından ağlıyor.
Burnumdan geldi yeminle…
Piyango gibidir Kapitalizm
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.