34,1187$% 0.04
37,8573€% -0.2
45,1283£% -0.01
2.799,90%-0,09
2.554,60%-0,16
9.774,49%0,17
Rakamlardık her birimiz. Ben üç’tüm mesela ve her sabah ve her öğlen ve her akşam, ara saatler ve her gece yatarken bağırıyordum “üç” diye. Aslında belli bir sayısı yoktu kimsenin. Ben kolaylık olsun diye, her içtima sırasında özellikle üçüncü sıraya geçiyordum hepsi bu. Sırası gelecek rakamı düşündüğüm o saniyenin binde biri kadarlık akıl yürütmesine bile üşeniyordum. Üç iyiydi. Ezberlemek için çok uğraşmamıştım. Üç… Rakamla “3”. Bağırırken gırtlağınızı yırtmanıza gerek kalmıyor. İnceden bariton bir ses yeter. Ne zaman sayılmak için içtima alanında tek sıraya dizilsek, bölük komutanı veya eğitim komutanlarıyla veya herhangi bir komutanla bir şekilde münakaşaya gireceğimin gerginliği vardı zaten yeterince üzerimde. Bir de orta sıraya geçip sırası gelecek rakamı beklemenin stresini kaldıramazdım.
Kahvaltı biter bitmez sigaramı yakıp yemekhanenin dışındaki aynanın karşısına geçtim. Üzerimdeki üniformayı inceledim bu sefer. Bedenimin iki katı büyüklüğündeydi üzerimdeki her şey. Parkamın kolları el bileklerimi çoktan geçiyordu. Ayağımdaki pantalonun paçaları botlarıma rağmen neredeyse yerlere değecekti. İlk zamanlar herkesin üniforması tıpkı benimkiler gibiydi ve benim dışımda herkes üniformasını alır almaz terziye koşup üzerlerine tam oturacak şekilde, tabii ki kaslarının görüntüsünü de ihmal etmeyerek daralttırmışlardı. Oysa ki o kocaman alayda tek bir tane bile kadın yoktu. Kadın yoksa yakışıklı veya kaslı görünmeye de gerek yoktu. Ama benim üniformamı daralttırmama nedenim kendimi gösterecek bir kadının olmadığının farkına varmam değildi. Zaten orada söylediğim bu durum olmuş olsaydı, terzinin kapısında ilk ben olurdum sanırdım. Benim durumum hayatımın her evresinde karşıma çıkan bir histen ibaretti. Ait olamama hissi… Buraya ait değildim, bu üniforma bana ait değildi,
Hayatımda hiçbir zaman hiçbir yere ait hissedemedim kendimi. Üniversiteye, evime, çalıştığım dergiye kısacası yapmaktan keyif alıp almamaya bakmaksızın hiçbir yere… Ait olamama hissi enteresan bir histir. Aklınızı ve bünyenizi daima dinç tutar. Devamlı “mutlaka daha iyisi de vardır” duygusuyla yaşarsınız. Tek sıkıntı gelecekle ilgili bir planınızın olmamasıdır. Yine de denemekten alıkoyamazsınız kendinizi. Garanti bir işiniz dahi olsa, devlet memurluğu gibi, ait olamama hissiyle yaşadığınız sürece, emekli olamayacağınızı bilirsiniz. kaldı ki burada sözü geçen “garanti” sizin hayatınızın değil, evlenip bir çocuk sahibi olduğunuzda çocuğunuzun hayatının garantisidir ve sistem tarafından uydurulmuş en güzel yalanlardan biridir. Emin olun çocuğunuz ilerde bir çocuk sahibi olduğunda, o da onun hayatını garantilemek için bu köleliğe devam edecektir. Sağlamasını yapmak isterseniz, kendi babanıza bir bakın. Neyse ki askere gelmeden önce girdiğim memurluk sınavından düşük not aldım ve yaptırdığım sperm testinde, spermlerimin hepsi ölü çıktı. İlerde çocuğum olmayacağına göre garanti bir işim olmasa da olur.
Kafamdaki bereyi düzelttim, tüfeği omzumdan indirip duvara dayadım. Ağzımdaki sigarayı çekip aynaya yaklaştım ve yüzümün yansımasına doğru ağır ağır üfledim. Sinematografik bir görüntüsü vardı bunun. Hayatımda yaptığım her hareketi sanki bir sinema filminin başrol oyuncusuymuş gibi hesaplayarak yapmaya başlamıştım. Bu iyi bir şey değildi. Çünkü filmler genelde kısıtlı bütçelerle çekilmiş sanat filmleri olduğu için, ya çok yakın planda hareketlerimi kısıtlıyordum ya da geniş geniş planlarda çok küçük görünüyordum. Duvara dayadığım tüfeği tekrar omzuma yükleyip içtima alanına doğru yürüdüm. Her zamanki yerimi aldım. Bölük komutanının verdiği “rahat ve hazır ol!” emirlerini tek tek yerine getirdim. Sağ baştan saymaya başlandığında gayet kendimden emin “üç” dedim. Sayma işlemi bitip, herkes sabah sporu için yerini almaya hazırlanırken, ben askerliğimin en başından bu yana söylediğim yalanı oynamak için hafiften topallayarak bölük komutanın yanına doğru yürümeye başladım.
“Herkes yerine geçsin. Kimse kıprdamasın” diye bağırdı bölük komutanı. Emretmeyi seviyordu bu adam. Ben ise üst üste en fazla iki-üç emir alabiliyordum. Dördüncü emirde gözümün kararıp, bayılası olduğum çok olmuştur.
Herkes az önceki gibi apar topar tek sıraya dizildi. Kimseden çıt çıkmıyordu. Bölük komutanı ve etrafındaki diğer komutanların gözlerindeki öfkeden, büyük bir sıkıntının bizi beklediği belliydi. Hepimizin gözüne tek tek bakıyorlardı. Ve sanırım benim gibi herkes, kendi gözüne biraz daha fazla bakıldığını zannediyordu. Derin bir nefes aldı ve hemen arkasından beklediğimizin tam tersine sakin bir sesle:
“Bu yatakhanenin duvarlarına karikatür çizen geri zekalı hanginiz?”
Tereddütsüz öne atıldım.
“Ben çizdim komutanım. Ama şundan hiçbir şüpheniz olmasın ki geri zekalı değilim”
Yanında bulunan kendisinden daha düşük rütbeli komutanlara döndü. Gülümsedi onlara. Ben, tıpkı Atatürk gibi “İşte benim askerim böyle dürüst, mert ve korkusuz olmalıdır” diyip gelip alnımdan öpeceğini beklerken o, bugünkü nöbetlerin hepsinin bana yazılmasını ama ondan önce elime bir bez verilmesini ve sadece yatakhanenin değil alaydaki bütün duvarların silinmesini emretti. Bütün bunlara bir şekilde katlanabilirdim. Fakat önümüzde ki ay düzenlenecek alay eğlencesi için büyük kartonlara karikatür çizmemi istemesi bana verebileceği en kudretli cezaydı.
LANGUAGE POOL
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.