34,2756$% 0.3
37,5331€% -0.01
44,8411£% 0.02
2.931,16%1,46
2.657,40%1,06
8.876,22%-0,98
Ters Dergi’deki bir önceki yazımızda mimar Seyfi Arıkan’ın Zonguldak maden işçileri için projelendirdiği Üzülmez Özel İlkokulu’nu konu edinmiştik. Okulun Üzülmez Kültür Vadisi Projesi kapsamına alınarak kültürel miras envanterine eklenmesi konusundaki uyarılarımız, hukuki mücadelemiz yetersiz kaldı. Okulun yıkılmasına engel olamadık. Bellek için hatırlamaya, hatırlamak için ortak anı ve ortak geçmişi oluşturan mekânlara ihtiyaç duyarız. Yeryüzündeki tüm maden havzaları, değişik zaman dilimleri içindeki üretim biçimleriyle, mekânlarıyla, sosyal ve kültürel yapılarıyla birbirine benzer.
Gelişmiş ülkelerdeki endüstriyel yapılar, çeşitli nedenlerle zaman içinde işlevlerini yitirseler de koruma altına alınarak değerlendirilir. Zonguldak, kömür havzasındaki hafıza mekânlarının itibarsızlaştırılıp yıkılmalarıyla dünyadaki diğer madenci kentlerinden ayrışır. Fabrikalar, köprüler, maden kuyuları, okullar, köşkler, işçi lojmanları, sinemalar gibi mekânlar yıkılması gereken eski yapılar olarak görüldü. Sadece şehir merkezindeki 18 açık ve kapalı şehir sineması ile zengin sinema mekânlarına sahip bir kentte Belediye Sineması’nın kapatılarak halkın iki AVM sinemasına yönlendirilmesi düşündürücüdür.
Sinema salonları, insan hayatında sosyal ilişkilerin en üst seviyede olduğu, gündelik hayatın olumsuz etkileri karşısında halkın nefes alabildikleri yerlerdir. İzlenilen filmler, konfor, oturma hiyerarşisi, salonun mimari yapısıyla birlikte dönemin sosyal ve kültürel özellikleri hakkında önemli ipuçları barındırır. Özellikle kadın ve çocuklar için önemli bir sosyalleşme, birlikte zaman geçirme, kendileri için yabancı olan hayatları ve değişik kentleri izleyebildikleri ilk yerlerdir.
Zonguldak’ta sinema deyince ilk akla gelen 1933 yıkında açılan Halkevi Sineması’dır. Halkevi Sineması, 1951 yılında Demokrat Parti iktidarının Halkevleri’ni kapatmasıyla Belediye Sineması’na (Memleket Sineması) dönüşür. 1976 yılında Ali Teber’in devraldığı sinema, daha sonraları Hüseyin Teber ve çocukları tarafından 2013 yılına değin işletilir (1). 2020 yılında yenileme çalışmaları yapılan sinema halen kapılarının halka açılacağı günleri bekliyor.
Ulus devlet oluşturulması aşamasında Erken Cumhuriyet döneminde sanat alanında ilerlemek eğitim, kültür ve uygarlık göstergesi olarak görüldü. Gazeteci Çetin Sezgin’in eski sinema makinistlerinden Özkan Gürel ile yaptığı söyleşi, Cumhuriyet ‘in sinema ve tiyatroya verdiği önemi göstermesi bakımından önemlidir. Kendisinin de sinemalarda uzun süre makinistlik yaptığını anlatan Gürel, söyleşisinde; babasının Zonguldak Halkevi’nin ilk makinisti olduğunu, Alman hükümetinin ülkemize hediye ettiği altı adet kömürlü film makinasının bir tanesinin Atatürk’ün talimatıyla 1933 yılında Zonguldak Halkevi’ne hediye edildiğini anlatır. (2)
Gürel’e göre Zonguldak o dönemlerde açık ve kapalı sinema olmak üzere toplam 18 sinemayla Anadolu’nun önde gelen iller arasındadır (1960-80). Babasının anlatımına göre, sessiz sinema döneminde (1940), Kozlu Kilise Sineması’nda, film gösterisinden önce, sahne önündeki piyanodan filmin akışına göre müzik çalınırmış. Gürel söyleşisinde; Türk sinemasının ilk renkli filmi, Zeki Müren’in ‘Hayat Bazen Tatlıdır’ filminin izleyicilerin en çok beğendiği film olduğunu anlatır.
Nahid Sırrı Örik’ün Kıskanmak adlı romanında Zonguldak’ta 1930’lu dönemlerindeki iki sinemadan bahseder. Bunlardan biri kömür ocaklarının sahibi Fransız Şirketinin işlettiği sinemadır. “Haftada, bazen de on beş günde bir perşembe akşamları şirketin birinci sınıf mühendis ile hatırlı davetlilerine, ertesi akşam yani cuma akşamı da öteki memurlarla onların tanıdıklarına bu büyük salonda sinema gösterilirdi. Bu nedenle şirketin sinemasına perşembe akşamı davetli sıfatı ile gitmek pek istenen bir şeydir; herkes tarafından istendiği için de gidebilmek içtimai bir mevki olmanın delili sayılmakta idi. Davetlilerin davetlisi sıfatı olarak gidenler bile konu komşularına; ‘Dün gece pek geç yattık, şirketin sinemasına davetli idik de! diye övünürler.” diye bahseder.
Diğer sinemadan ise “İskelenin yanında kahveden bozma sinema pek berbat bir şeydi.” diyerek dönemin sosyo kültürel yapısına not düşer. Araştırmacı yazar Ekrem Murat Zaman’a göre burada Şirket Sineması diye adlandırılan yer, eski Kömürsporun lokalidir. Sinema daha sonra 1953 yılında yapılan Yayla İlkokulu’na taşınır. (3)
Çocukluğu ve gençliği Üzülmez bölgesinde geçmiş gazeteci Ayşe Durukan (4) bir inceleme yazısında Zonguldak’ın sinema salonları bakımından oldukça zengin olduğunu belirterek şöyle der: “Üzülmez, Dilaver, Kilimli, Kozlu, Yayla, Çatalağzı gibi merkez ilçeye bağlı bölgelerde işçilere ve ailelerine yönelik sosyal ve kültürel aktiviteler için, hem sinema, hem de tiyatro salonu olarak kullanılan geniş sinema salonlar vardı. O salonlarda yerli-yabancı tüm filmleri, Zonguldak’a gelen tiyatroları izlerdik. O zamanki adıyla EKİ’nin (Ereğli Kömürleri İşletmesi), bugünkü adıyla TTK’nın (Türkiye Taşkömürü İşletmesi) bu kültürel hizmetleri artık çok gerilerde kaldı. Kömür üretiminin politik manevralarla düşmesiyle, Zonguldak kömür havzaları birer birer kapanmaya ve özelleştirilmeye başlayınca buralardaki sinema kültürüne de rahmet okundu. Kömür üretim bölgelerinde açılan sinema salonları, zor koşullarda çalışan madencilerin sesini kısmanın bir yolu olsa da çocukluğumun en güzel anıları arasında, cumartesi matinelerinin uzun kuyrukların ve her olasılığa karşın hazır bulundurulan oyalı mendiller vardı” diyerek 80 sonrası uygulanan neoliberal politikalar sonucunda havzanın küçültülmesiyle sığlaşan sinema kültürüne işaret eder.
14.12.1956 tarihli İşçi Sendikası gazetesinin yerel ‘Küçük Gazete’den yaptığı alıntı ile, Zonguldak’ta ilk sinemanın 1923 yılında Mustafa Nezihi ve ortakları Mustafa Tamer, Zeki Türk ve İsmail Hilalci ortaklığında kurulduğunu, daha sonra İsmail Hilalci’nin sinemayı meslek olarak devam ettiğini anlıyoruz. (5)
Araştırmacı yazar Erol Çatma 63 Ocağı’nın sahibi Mehmet Arif Bey’in 1924 yılında Yüksek Maden Mühendisi Mektebi’ne sinema makinesi hediye ettiğini ve okul kapatılınca makinenin diğer ekipmanlarla birlikte İTÜ‘ye taşındığını söyler. Çatma “Üzülmez Sineması, Kok Fabrikası’nın yapımıyla birlikte bölgenin merkezi konumuna gelerek bulunduğu yere kendi adını vermiş önemli bir kültürel mirastır. Çevresindeki, okulu, camisi, ekonoması, lokali, tenis kortu, biçki dikiş kursu, hastanesi, işçi evleri, mühendis lojmanları ve Rombaki Köşkü ile birlikte endüstriyel bir mekândı. 1970’li yıllarda sadece bu bölgede Üzülmez Sineması, Gökgöl ve Dilaver Sineması olmak üzere üç sinema vardı. Çaydamar, Fener, Kozlu Kılıç, İhsaniye, Kilimli, Karadon, Gelik, Armutcuk, Amasra’yı da eklersek bir dönem havzada 13 adet EKİ işçi sinemasının bulunduğunu söyleyebiliriz.” der.
Üzülmez Sineması deyince önce sinemayla bütünleşen Bahri Aga (Apak) akla gelir. Bahri Aga, sinemanın biletçisi, yeri geldiğinde film makinisti ve sinemadan sorumlu çalışkan bir insandır. Saner Akaçık’ın anlatısına göre (6) “Kafkasyalı Laz bir ailenin çocuğu olarak 1938 yılında İstanbul’a gelir. Gençliğinin ilk yıllarında Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nde oynarken antrenör Baba Hakkı tarafından çok beğenilir, ama Türkçe bilmediği için sahadaki arkadaşlarıyla uyum sorunu yaşar. O yıllarda Zonguldak’ta iş potansiyeli çok olduğu için Kilimli’ye akrabalarının yanına gelir. Türkçeyi ilerletip Kömürspor’da efsane futbolcu Hamit Aga ile birlikte uzun süre top koşturur.
Daha sonra Üzülmez Bölgesi’nde işe başlar. EKİ sinemalarında filmleri EKİ çalışanları ve aileleri uygun bir fiyata izlerdi. Birçok insan sinemada o akşam hangi film oynayacağını merak ederek telefonla Bahri Aga’yı arardı. Bir gün Bahri Aga sattığı biletlerin hesabını yaparken telefon ısrarla çalar. Telaşla telefona bakan Bahri Aga, ‘Alo ben sinema, burası Bahri‘ der. Bir başka gün kurum üst yöneticilerinden birinin hanımı telefon ederek ‘Bahri Bey, bu akşamki filmin adı ne?” diye sorar. Bahri Aga her zamanki nazikliği ile ’Efendim film çok güzel, gelip seyretmenizi tavsiye ederim’ diyerek telefonu kapatır. Telefonun karşısındaki kadın telefonu tekrar çaldırıp filmin adını ikinci kez sorar. Bahri Aga saygılı bir şekilde filmde oynayan artistlerin isimlerini sayarak ‘Film yeni, artistler güzel, beğeneceksiniz’ der. Telefonun karşısındaki kadın akşam oynanacak filmin adını öğrenemeyince hiddetlenerek ‘Bahri Bey, lafı niçin dolandırıp duruyorsun, filmin ismini söylesene!’ diye çıkışır. Bahri Aga da ‘Hanımefendi, özür dilerim, Öp Beni' deyip telefonu kapatır.”
Çocukluğu Üzülmez Bölgesi’nde geçmiş Yavuz Bultan “O yıllarda çarşamba ve cumartesi günleri okullarda eğitim yarım gün olduğu için öğleden sonraki sinema matineleri öğrencilere ayrılmıştı. Öğrenciler bunun dışındaki günlerde sinemalara gidemezdi. Öğrenciler para ile değil ebeveynlerinin sosyal bakım müdürlüklerinden aldıkları resimli paso ile sinemaya girerlerdi. Kapıda pasoyu denetleyen görevli çoğu zaman Bahri Aga olurdu. Zonguldak o yıllarda her konuda gözde bir şehirdi. Hülya Koçyiğit, Eduz Hun’un başrollerini paylaştıkları “Kadın Asla Unutmaz” filmi Üzülmez ’de Rombaki Köşkü ile Müdür Evi’nin (Maden Şehitleri Müzesi’nin) alt yolunda çekilmişti.”
Bultan’a göre de Üzülmez Sineması’nı anlatırken Bahri Aga’ya değinmeden geçilmezdi. “O yıllarda birçok yere kömür, içme suyu, ekmek ve kuru kumanya gibi ihtiyaç malzemeleri şirket katırları aracılığıyla taşınırdı. EKİ şirketinin her bacaağzında sosyal bakım müdürlüklerine bağlı ahırları vardı. EKİ arabaları her yer ulaşamaz, o zaman devreye şirket katırları girer. Bahri Aga’ya bir gün katır lazım olunca sinemanın üzerindeki bölge santralcısına bağırıarak ‘Hey telefoncu, beni ahıra bağla!‘ der. Bu tür yakıştırmalar uzun süre Üzülmezli gençlerin ağzından düşmez. Bahri Aga’nın çalışkan, dürüst ve naif kişiliğinde bütünleşen özelliklerini o yörelerden buralara göçüp yerleşen her ailede görülen özelliklerdendir.
Üzülmez Sineması’nın ve burada yaşanmışlıkların izini sürerken yolumuz Güntepe’de yaşayan Fazlı Topaloğlu’na kadar uzandı. Topaloğlu, Üzülmez Sineması’nı ve başından geçen Yeşilçam maceralarını şöyle anlatır:
“Adını Sinema Mahallesi’ne veren Üzülmez Sineması olmasaydı sinema ve tiyatroyla tanışmayacaktık. Babaları EKİ‘de çalışan çocuklar, sinema kartı aracılığı ile kolayca film izleyebiliyordu. 14-15 yaşlarında iken biz de sinema tutkusuna kapıldık. Babam, EKİ‘de çalışmasına rağmen hiçbir zaman sinema kartım olmadı. Dindar bir insan olduğu için sinemaya ve tiyatroya gittiğimizde günaha gireceğimizi düşünüyordu. Ben de arkadaşımın eski sinema kartına kendi fotoğrafımı yapıştırıp uzun süre sinema izledim. Sinemadan çıkmadan sürekli film izlediğim günler oldu. Günün birinde kart kontrolü yapılınca foyam meydana çıktı. Kapıdaki EKİ bekçisi birkaç kişiyle birlikte beni sinemadan dışarıya attı. ‘Bir daha olmasın, babanıza söyleyin size sinema kartı çıkartsın, öyle gelin,’ diyebilirlerdi. Ergen gururumuz incinmişti. Yanımdaki arkadaşımla birlikte sinemanın camına taş atıp Asma Atölyesi’ne doğru kaçtık. İkimiz birlikte merdivenlerden aşağıya kaçarken, merdivenlerden yukarıya Asma karakolunda görevli iki polis nefes nefese sinemaya çıkıyordu. Telefonla karakola olayı bildirmişlerdi. Bize çamı kıran çocukları görüp görmediğimizi sordular. Biz de ters istakameti gösterip oradan uzaklaştık.
Bazı günler okul çıkışından sonra Zonguldak Yeni Melek Sineması‘na giderdik. Sinemaya zamanında yetişemediğimiz için her defasında film başlamış olurdu. O dönemlerde bizim oraya bir tek EKİ arabaları çalışırdı. Onlarda vardiya başlarında işçileri evlerinden alır, vardiya sonlarında da evlerine bırakırdı. Bizi arabaya almazlardı, biz de Güntepe’deki evimize iki saate yakın yürümek zorunda kalırdık. Sinema benim için bir tutku haline geldiği için sürekli babamdan azar işitirdim.
Üzülmez İlkokulu’nda Bedia Ertekin adlı bir öğretmenim vardı. Öğretmenimizin kocası daha sonra ünlü bir yönetmen olduğunu öğrendiğim Orhan Arıburnu’ymuş. Ersin adında yaşıtımız olan oğulları ile arkadaşlık yapıyorduk. O dönemlerde sık sık Üzülmez Sineması‘na gitmemizden olacak herhalde, sinema tutkunu ve Yeşilçam hayranıydık. Konuşmalarımızın büyük bir kısmını sinemalar, artistler ve onların renkli yaşamları oluştururdu. Rüyalarımızda bile film artistleriyle beraberdik desem yalan olmaz. Okula geç başladığım için akranlarıma göre yaşım büyüktü.
1962 senesinde Bedia öğretmenime ısrarla Yeşilçam hayalimi söyleyince kocasına kısa bir not yazıp zarfın içine koydu. Artık gideceğimiz adresimiz elimizdeydi ve Yeşilçam’a gideceğimiz için çok mutluyduk. Ahmet Işık adında bir arkadaşım da bana eşlik edince zaman kaybetmeksizin yola çıktık. Evdekilerin bu durumdan haberleri yoktu, görünürde İstanbul’daki akrabalarımızın yanına gidiyorduk. İstanbul’u, Beyoğlu’nu, Yeşilçam’ı kim biliyor ki… Araya sora Beyoğlu’nu, bize tarif edilen Ata Kahvesi’ni bulduk. Ata Kahve’si, Yeşilçam artistlerinin ve figüranlarının takıldıkları yerdi. O zaman tüm film artistlerini tanıyorduk. Kahvede Baki Tamer, Saltuk Kaplangi ile tavla oynuyordu. Onları karşımda görmek, çok tanıdık birini görmek ile aynıydı bizim için. İkisini de oynadıkları filmlerden tanıyordum.
Yanlarına giderek Orhan Arıburun’a ait şirketin yerini sordum. Önce bize birer gazoz ısmarladılar, sonra Sadık Kaplangil şirketin yerini bize tarif etti. Tarif üzerine bir binanın beşinci katına çıkıp kapıyı heyecanla tıkladım. İçeri girdiğimizde Orhan Arıburnu olduğunu düşündüğüm adamın yanında ünlü ses sanatçısı Muzaffer Nebioğlu vardı. Utana sıkıla Zonguldak’tan geldiğimizi söyleyip, Bedia öğretmenin verdiği zarfı ona doğru uzattım. Bize oturmamız için yer gösterip hal hatır sordu. Bedia öğretmenimizi ve oğlu Ersin’i sordu. ‘Siz de uygun görürseniz filmlerinizde oynamak istiyorum’ deyince gülümsedi. Bir şey içmeyeceğimizi söylememize rağmen bize Fruko gazozu ısmarladı. Gazozlarımızı içerken nerede ve nasıl kalacağımızı sordu. Kalacak yerimizin olmadığını öğrenince bizi Sirkeci’de bir otele gönderdi. Film setine de sabahın erken saatlerinde gelmemi tembih etti. Film içinde arada sırada görünebileceğim kısa roller verebileceğini söyledi. Böyle ilgi alaka beklemiyordum, sevincimize diyecek yoktu.
Önce Sirkeci’ye gidip otelde kalacak yerimizi ayırdık, sonra da dışarıya gezmeye çıktık. O zaman Orhan Arıburun’un yönetmenliğini ve başrol oyunculuğunu yaptığı “Elalem Ne Der” adlı bir sinema filminde ilk ve son rolümü oynadım. Filmde okul talebesi rolündeydim. Zaten yaşım ve görünüm itibarı ile tam bir okul talebesiydim. Muzaffer Nebioğlu da filmde bar kadını ve başrol oyuncusunun dostu rolünü oynuyordu. Ben de dostunun oğlu rolündeydim. Filmi Üsküdar’da bir mezarlıkta çekildi; eroin esrar ve silah kaçakçılığı gibi konuları işliyordu. Okuldan gelen çocuk rolünü çok güzel oynamıştım. Ama filmin oynatılıp oynatılmadığını bilmiyorum. Filmi izlemeyi çok isterdim ama gösterimden kaldırılmış diye duydum.
Sinemada en çok Turan Seyfioğlu hayranıydım. Orhan Arıburnu beni Küçükçekmece’de kendi setine alınca Cüneyt Arkın, Hüseyin Baradan, Ayhan Işık, Suphi Kaner, Saltuk Kaplan, Ahmet Tarık Tekçe, Kadir Savun’u yakından gördüm. Sadık Kaplangi’nin ‘Genç Kızlar Kumsalda’ adlı filmi çekilirken Cüneyt Arkın, Hüseyin Baradan gibi artistleri film çekilirken izliyordum. Bu sette bir hafta çalışıp 35 lira aldım. Zeytinburnu’nda hemşerilerim vardı, onların yanına gidip iş aradım. Yaşım küçük olduğundan bana göre iş bulamadılar. Ben de tombalacılık yapmaya başladım. O zamanlarda torbaya doldurduğum Kent, Marlboro, Palmall gibi karaborsa sigaralarla Tahtakale’de dolaşmaya başladım. Her elini torbaya daldıran bir paket sigara alıp gidiyordu. Kısa zamanda iflas ettim. İlk zamanlarda çok şansız olduğumu düşünmüştüm ama işin aslı başkaymış. Meğerse torbacılar ellerinde iki gözlü torbalarla dolaşıyorlarmış.
Beyazıt Şehzadebaşı Kulüp Sineması’nın makinisti Mehmet Özkan yakın akrabamız olurdu. Sinemayı o zamanlar Abdullatif Tatar adında birisi işletiyordu. Beni Küçükçekmece Soğuksu açık hava sinemasına yönlendirdiler. O zaman Sihirbaz Mandrake diye adlandırılan zamanın ünlü illüzyonisti sinema başlamadan önce sahnede şov yapıyordu. Ben de bilet satıp müşterilere yer gösteriyordum. Bir keresinde ünlü artist Vahi Öz’e yer gösterdiğimde bana 2,5 lira bahşiş vermişti. Orada da bir ay çalışabildim. İstanbul’da barınmak benim boyumu aşınca geriye, Zonguldak’a dönmeye karar verdim.”
1-Yüksel Yıldırım Eylül 2021
2-Çetin Sezgin röportajı 03 Kasım 2013 Halkın Sesi gazetesi. Zonguldak Nostalji paylaşımı. Sinemalar: Konak Sineması, (Barış Elektrik’in bulunduğu bina) Açık Hava Zevk Sineması, Zevk Sineması, Lale Sineması, (Emral Çarşısı’nın bulunduğu yer) Yeni Lale Sineması, (Metro alış veriş merkezi?) Açık Hava Ferah Sineması (Soğuksu Postanesi) Melek, Yeni Melek Sineması (Soğuksu), Lale Sineması, Yıldız Sineması (Acılık), Havuzlu-Şelali Sinema (GMİS binasının arkası) Akay Açık Hava Sineması, (GMİS binasının arkası) Açık Hava Site Sineması (Site’de), Kozlu Kilise Sineması (Tarihi Kilisenin içinde), Halkevi Sineması – Memleket Sineması – Belediye Sineması
3-İnsan-Mekan- Zaman (Ekrem Murat Zaman)
4-Ayşe Durukan (Bianet)
5-Susma Gazetesi 23 Mart 2000
6-Üzülmez’in Bahri Aga’sı (Bahri Apak) Saner Akaçık
Sıhhiye odaları
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.