33,9008$% 0.03
37,6352€% -0.04
44,6724£% -0.16
2.809,88%0,81
2.577,74%0,76
9.685,49%1,73
Alâeddin, yavaşça eline aldığı udu tıngırdatmaya başlarken grup arkadaşına seslendi:
“Haydi Mustafa, kandıralım bu gece mahalleliyi musikiye!”
Ters mahallede sıradan bir yaz akşamıydı. Kahveci Rasim, kahvenin arka tarafındaki boş arsanın etrafını çevirmiş, masaları dışarı çıkarmış ve orayı kadın-erkek herkesin kendi satacağı çaylar eşliğinde evden getirdiklerini yiyip içebileceği bir aile çay bahçesine dönüştürmüştü. Çocukları masaların önündeki boşlukta ellerinde şakacıktan mikrofonlarla şarkı söylerlerken görünce aklına cin gibi bir fikir geldi. Mahallede İMÇ’nin semtinden geçen, eli kaset tutan tüm gençleri bir araya topladı. Fikrini açıkladı. Ondan sonrasına hiç karışmadı. Gençler mahalledeki inşaatlardan yürüttükleri tahtalardan Zeki Müren’in T’si şeklinde bir sahne inşa edince çay bahçesi açık hava gazinosu oluverdi. Elektrikçi Ersin’den ödünç alınan mikrofon ve hoparlör sistemi de eklenince on kuruşluk çayları yirmi kuruşa satmak için hazırdı Kahveci Rasim. Güya damsız girilmeyen mekânda, boş kalacağını bildiği arka masaları da dolduracak olan delikanlı takımı içinse biraları stoklamıştı çoktan.
Tamirci çırağı Alâeddin babadan kalma udunu, koltuk yüzlemecinin çırağı Mustafa ise dededen kalma klarnetini çalmaya başlayınca, dandik hoparlörlerin azizliğine uğradılar. Sahnede korkunç bir cazırtı koptu ve iki genç seyirciler tarafından yuhalanmaya başladılar. Yuhalandıkça gaza gelip hızlı çaldılar. Sonra daha hızlı, daha daha hızlı… Önlerde oturan Kocakaçıran Miriban’ın yaramaz oğlu elindeki kola şişesini hoparlörlerden birine fırlatmasaydı bu işkence epey bir devam edecekti. Konser fiyaskoyla sonuçlanmıştı ama gençler sahnede devleşince, mahallenin yeni zillileri Kur Korumalı Veronika ve Enflasyon Nejla’nın dikkatini çekmeyi başarmışlardı.
Tersettin, hızlı enstrüman çalmaktan iflahları kesilmiş, toplasan on beş dakika filan sahnede kaldıkları için Rasim’den yevmiye yerine birer birayı zor koparabilmiş gençlere doğru yanladı. Yanında mahalleye yeni gelmiş siyahi bir genç vardı. Tersettin’in yumurta topuk ayakkabısı artık ayağına tam geliyor, Travolta lakabını alabilmek için siyah tişört giyip saçlarını buzağı yalamış modeli yapıyordu.
“Mustafa! Alâeddin! Demin çaldığınız şeyi bir daha çalabilir misiniz?”
“Çalarsak iki elimiz kırılsın! Görmedin mi milleti neredeyse…”
“Dur oğlum, bir dur! Bu millet ne anlar sanattan sepetten! Bir daha öyle hızlı çalabilir misiniz bana onu söyleyin! Siz çalacaksınız bu arkadaş da söyleyecek. Şarkı sözü yazıyormuş. Ama çok uzunmuş. O yüzden hızlı söylemesi gerekiyor. Ayak uydurabilecek müzisyenler arıyor.”
“Sen avukatı mısın lan bunun? Hem kim bu?
“Boş ver beni mühim değilim. Bu onun hikâyesi. Daha on dört, on dört, on dörtmüş. Şakur Ana’nın oğlu. Teyzesinde kalmaya gelmişler İstanbul'a. Çok utangaç kendisi. Bir tek şarkı söylerken hızlı konuşuyormuş.”
“Neden olmasın? Hem siyahi bir arkadaş aramıza katılırsa ilgi çekeriz. Boney M’deki herif gibi dans da edebiliyor mu?”
***
Ertesi gün Kasetçi Kadri’nin dükkânında soluğu aldılar.
“Kadri baba! Biz Anadolu rap yapacağız! Bize kaset yapar mısın?”
“Anadolu ne?”
“Rap rap! Bu Anadolu halkı oldu olası rap rap rap uygun adım marş ayak sesi dinlemekten bıktı ya. Biz hızlı söylüyoruz şarkıları. O yüzden ayak sesi gibi bir isim koyduk: Anadolu rap.”
“Hasst… Hasta etmeyin lan adamı! Yürüyün gidin başımdan! Hele zibidilere bak hele! Anadolu’nun taşı, toprağı, kayası bitti, rap’i kaldı bir!
***
Tersettin dalgayı çakmıştı. Bu iş parasız olmayacaktı. Doğruca Das Kapital Necmi ve İmefe Ferhat’ın işlettiği paravan emlakçıya koştular. Ev satıyoruz ve kiraya veriyoruz kisvesi altında tefecilik yaptıklarını ve birbirlerine küs olduklarında bile koşarak dükkanlarına geldiklerini âlem biliyordu. Tersettin lafı uzatmadı:
“Bize para lazım.”
Necmi ve Ferhat gözlerinden yaş gelinceye kadar güldükten sonra birer Çamlıca gazozu ısmarlayıp öyle defettiler gençleri. Ümitsiz ümitsiz İstanbul’u dinliyorlardı ki gözleri kapalı, gözlerini açınca karşılarında Kur Korumalı Veronika ile Enflasyon Nejla’yı buldular. Veronika dolarla iş tuttuğundan bu lakabı aldı sanılırdı. Halbuki tek derdi gereksiz yere kur yapan erkeklerden kendisini korumaktı. Parayı verenin düdüğü çalması neyse de bir de âşık oldum ben sana’cılar vardı. Boktan hayatlarındaki her boktan şey gibi bunu da bedavaya getirmeye çalışan salaklar. Onları hiç çekemiyordu. Nejla ise her seferinde daha fazla para istediği için bu lakapla anılıyordu müşterileri arasında. N’apıyım, diyordu. “Her seferinde daha uzun sürüyormuş gibi geliyor. Halbuki ortalaması yedi dakika yirmi dört saniye!” derken kahkahayı da basıyordu.
“Bizim paramız var, size veririz. Ama karşılığında bizi de gruba dahil edeceksiniz. Kliplerde oynayıp vokal yapacağız.”
“Wham wham wham! Olaya bak be! Sanki ünlü bir İngiliz grubuyuz ve kız arkadaşlarımız klibimizde bize vokal yapacak!” dedi Mustafa anında canlanan gözlerle.
“Biz sizin kız arkadaşınız değiliz!”
“Olmanıza ne kaldı şurada? İki öpücükle bir pandik!”
“Amaan Tersettin ne fenasın sen ya!”
“Tamam lan oldu bu iş!”
***
Aralarından eli enstrümandan başka kalem de tutan bir tek Alâeddin olduğu için, siyahi gençle onun daha önce karaladığı şarkısı üzerinde çalıştılar. Alâeddin aralara iki beyit attırınca şarkı bir şeye benzedi:
AYNI ŞARKI
Geçmesin günümüz sevgilim yasla, o güzel başını göğsüme yasla
Bütün dünyada aynı şarkı bütün dünyada aynı şarkı
Sadece nakarat değişiyor uğraşma boşuna ne şakırsan şakı
Sarhoş gönlümdeki hep aynı kırık kadehi dolduruyor saki
Sana da bir kask buluruz güzelim atla arkama çıkalım yola motorum Kawasaki
Birleşebilir mi aşk ihtirasla o güzel başını göğsüme yasla
Bütün dünyada aynı şarkı bütün dünyada aynı şarkı
Gözler kalbin aynasıydı senin gözlerin hep sağa sola bakıyor sanki
Sana tek taş almaya gitmek için çifte giderken tek taş beklediğim okey masasından kalktım inan ki
Yeni kıtaya gidince beyazlarla iyi geçinmemiz lazım ne de olsa adları Yankee
***
Tersettin’in menajerliği, Veronika ve Nejla’nın vokalistliği, Mustafa ve Alâeddin’in enstrümanları ve Alâeddin ve siyahi gencin sözleriyle, bir demo kaset doldurdular. Siyahi genç bu kaseti Londra’daki amcasına postaladı. Amcası, 13 Temmuz 1985 günü Londra ve Pensilvanya’da eş zamanlı olarak yapılacak Live Aid konserini organizatörlerinden biriydi. Bob Geldof’un “amatör gençlere de yer verelim” cümlesi üzerine bizimkilerin, konserin Londra ayağına katılabilmeleri için davetiye ve uçak bileti yollattı.
Her şey hazırdı. Fakat o güne kadar bırak yurtdışına gitmeyi mahalleden dışarı adımını atmamış gençlerin önünde gümrük kapılarından geçebilmek için kapı gibi bir engelleri vardı: Pasaportları yoktu. Ve bu kadar kısa sürede pasaport başvurusu yapmaları mümkün değildi. Tersettin ona da bir çare buldu.
Sürekli turist ağırlayan Rum otelci Ayı Yannis’e koştular.
“Yandık Yannis abi! Derdimize bir çare!”
“Ne oldu lan! Bir tek ölüme çare yok. Soluklanın bir!”
“Yurt dışına konsere gideceğiz. Bize pasaport lazım.”
“Son hatırladığım kadarıyla burası emniyet müdürlüğü değil hıyarlar! Gidin başvurun.”
“Yannis abi etme eyleme!”
Aralarında siyahi gencin de olduğunu görünce Yannis güldü.
“Bu çukulatanın pasaportu vardır. Gökten zembille inmedi ya!”
“O Amerikalı Yannis abi. Annesiyle onun pasaportu var. Bizim yok.”
“Ne zamana lazım pasaport çakma Boney M’ciler?”
“Yarına.”
“Te Allah belanızı versin!”
Ayı Yannis gençleri Kalpazan Kazım’a yolladı.
“Bize pasaport lazım Kazım abi!”
“Paşaport mu? Siz paşa gibi geçerseniz size paşaport ne gerek oğlum?”
“Abi dalga geçme ya! Yap işte bize yakışıklısından beş pasaport. Parası neyse vereceğiz.”
Kazım Sarhoş kafayla İsraillilerden yürüttüğü pasaportları gençler için hazırladı. Ertesi gün havalimanına koşarlarken aceleyle ceplerine attıkları pasaportlara bir göz bile atmadılar. Pasaport kontrolünden geçerlerken İbranice pasaportları gören polis İsrailli misiniz diye sorunca ışık görmüş tavşan gibi kalakaldılar. Elemanlar daha ülkeden çıkamadan evrakta sahtecilikten tutuklandılar. Siyahi genci gözyaşlarıyla Live Aid konserine uğurladılar.
***
Eğer gidebilselerdi Londra Wembley Stadyumu’nda 72.000 kişinin, Pensilvanya John F. Kennedy Stadyumu’nda 90.000 kişinin izlediği ve tüm dünyada 150 ülke genelinde yaklaşık 1,9 milyar seyirciye yani dünya nüfusunun yüzde kırkına ulaşan ve 16 saat süren bir konserde Dire Straits’ten sonra Queen’den önce sahne alacaklardı. Ama gidememişlerdi. T3R5 mahalleli gençlerin dünyaca ünlü müzik kariyerleri başlamadan bitmişti.
“En azından yuhalanmadık!” dedi Alâeddin, altı ay sonra salıverilince.
“E ne duruyoruz yuhalanacağımız yerde çalalım bari!” dedi Mustafa. Kahveci Kazım’ın kahvesinde sevgilileriyle beraber bir süre Anadolu rap yapmaya devam ettiler. Baktılar tutmadı, erkekler müzisyenliği bırakıp çıraklığa devam ettiler.
Veronika ve Nejla sevgililerine şunu söyledikten sonra hayatlarının dikenli yollarına döndüler:
“Bundan böyle sen de herkes gibi geleceksin yanıma. Parasını verdikten sonra.”
***
Pasaportu bulunan ve zamanında Londra’ya gidebilmiş olan siyahi genç de sahneye çıkamadı. Bob Geldof’un “amatör gençlere de yer verelim” cümlesi balon çıktı. Siyahi genç, annesi Afeni Şakur’la beraber Amerika’ya geri döndü. Digital Underground isimli Amerikan rap grubunun 1991 yılında çıkan “Same song” isimli şarkısında piyasaya takdim edildi. O andan 7 Eylül 1996’da Las Vegas’ta kurşunlanarak öldürüldüğü ana kadar pek çok rap şarkısına hayat veren siyahi gencin ismi Tupac Shakur idi. Öldüğünde 25 yaşındaydı.
Çok siyahtı, kin tutardı. Ömrü kelebek kadardı.
T3R5 MAHALLE 2: DÜĞÜNÜMÜZ YEMEKLİDİR
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.