34,3054$% 0.31
37,5445€% -0.07
44,9573£% 0.06
2.925,56%1,27
2.657,00%1,05
8.876,22%-0,98
(Nahit Onatlı'nın anısına…)
Yıl 1962, Kadıköy'de oturuyorum ve İstanbul'un sayılı kamyoncularındanım. Yük, eşya, ev ne olursa şehir içi-şehir dışı taşıyorum. Bazen uzak bazen yakın işler çıkıyor, bazen ağır, bazen hafif ne olursa zamanım, fırsatım oldukça kimseyi geri çevirmiyor kendimce herkese yardımcı olmaya çalışıyorum. Yükümüz bazen odun oluyor, bazen kömür, bazen ev taşıyoruz, bazan canlı hayvan. Ekmeğimiz için yanlış olmayan her işi kabul ediyoruz anlayacağınız.
Bir tanıdık aracı oldu “Beykoz Devlet Hastanesi'nden bir cenazenin Anadolu'ya gitmesi gerek, götürür müsün?” dediler. Fiyatta anlaştık, tabutu arkaya sıkı sıkı bağladılar, İstanbul'dan Kastamonu'ya doğru yola çıktım. Tabii o dönem, bırak Anadolu'yu, dünyada karayolları şimdiki gibi değil. Neyse 'ekmek parası' deyip düştük yollara.
Yollar stabilize, çukurlar, çakıllar, taşlar… Sallana sallana, ağır ağır ilerliyoruz.
İlerliyoruz! Bir ben, bir de arkadaki cenaze….
Neyse, tam olarak nerede olduğumu kestiremiyorum ama, yolu yarıladım sanırım. Çook uzun yol gittim. Bazen tali yollardan, bazen ana yollardan geçtim. Gece zifiri karanlık, yaz sıcağında camlar açık. Sadece cırcır böceklerinin sesini, derelerin şırıltısını ve rüzgârda birbirine çarpan ağaç yapraklarının sesini duyuyorum.
Karanlıkta Anadolu'nun bir köşesinde, bir dağın başındayım. Kamyon taşlara çarpmaktan, çukurlara düşmekten ilerleyemiyor. Bir de arabanın çukurlara düştükçe çıkardığı sesleri duyuyorum. Bir ara sesler öyle sıradanlaştı ki, iyice alıştım, sanki ritmik bir hal aldı.
Gelen sesler beni tedirginleştiriyor artık. Sanki çukura düşmekle veya taşa çarpmakla çıkacak türden değil de, biri düzenli bir yere vuruyormuş gibi. Ara ara durup kamyonun altını üstünü dinliyorum. “Bir aksilik olmasın, dağ başında kalmayayım” diye. Bir yandan da korkudan, tedirginlikten, olmayan sesler duyduğumu düşünüyorum.
Gece karanlık, hareket ettikçe, yol boyu hâlâ sesler geliyor kamyonun arkasından. Tak tak tak! Yavaşlıyorum, ses hâlâ geliyor. Tak tak tak! Duruyorum, nefes bile almıyorum hâlâ ses geliyor.
'Eğer ben delirmediysem arabaya bir şey oldu ya da bir tarafına bir hayvan girdi', diye düşünüp tekrar asıldım el frenine. Kamyonun altından girdim, üstünden çıktım, el fenerimle bakmadığım yeri kalmadı ama gözle görülür bir hasar tespit edemedim.
Kamyonun altından çıktım, kasanın yanındayım, tekrar bir ses geldi. “Tak tak tak!” Eee… Kontak kapalı ya lan bu neyin sesi? Her yana iyice baktım ama kasaya, tabutun yanına çıkamıyorum, cesaret edemiyorum. Biraz rahmetliye saygıdan, biraz da belki korkudan, tam bilemiyorum.
Gecenin karanlığı, zifiri karanlık, Anadolu'da bir dağın başındayım. Arabamdan garip sesler geliyor, bozulduğunu düşünüyorum. Kamyonun kasasında içinde ceset olan bir tabut var ve benden başka çevrede kimse yok.
Ses tekrar geldi: “Tak tak tak!”
Allahalllaaaahhh?!
Kamyonun her yanına tekrar baktım, her yerine dokundum, dokunmakla kalmadım elimle ben de vurdum. Bir şey yok. Ses kesilmiyor, ama nereden geldiğini de bulamıyorum.
Son çare tüm cesaretimi toplayıp kasaya tabutun yanına çıktım. Tabuta üç kez vurdum: “Tak tak tak!” Tabuttan cevap geldi: “Tak tak tak!” Meğer ses tabuttan geliyormuş. Emin olmak için seslendim.
“Hüüüyoop hemşerim?!”
Tabut cevap verdi: “Aloo, hemşerim, çıkar lan beni burdan!”
– Gardaş sen öldün, öldün! Cenazeni götürüyom ben akrabalarına!
– Lan çıkar beni, nefes alamıyorum!
– Ölmedin mi oğlum sen?!
– Ölmedim heralde işte!
…….
Kenara geçtim, bir cigara yaktım, düşündüm, taşındım. Gecenin bir yarısı, Anadolu'da dağın başında, zifiri karanlıkta hortlamış bir cesetle başbaşa olduğumu tekrar farkettim.
Tabuta dönüp “Valla gardaş, ölmediysen de hortladın, gece yarısı ben seni buradan çıkarmam kusura bakma. Çıkarım ana yola ilk gelen arabayı durdururum, cemaatle birlikte açarız tabutun kapağını çıkarırız seni, değilse ben tek başıma yapamam!” diyerek gereken uyarıyı yaptım.
Kabul etmeme şansı olmadığı için kontağı çalıştırıp tekrar düştüm yola. 15-20 dakika sonra ana yola vardım. Çok sık olmasa da arabalar geçiyordu buradan ve kestirmeden gideceğim diye girdiğim tali yoldan daha iyiydi. Tek sorun, gecenin karanlığında el kaldırmama, selektör yapmama, bağırıp çağırmama rağmen yoldan geçen arabaların hiçbirinin durmamasıydı.
Ölü hırtladı lan ölü, kimse durmuyor ama. Gene kaldım bir başıma. Can havliyle çektim kamyoneti ana yolun ortasına, açtım farları, yaktım bir cigara, kenarda beklemeye başladım.
Bana göre yıl gibi geçen yarım saatlik süreden sonra bir yolcu otobüsü beni fark etti. Uzunları yaka yaka, korna çala çala yaklaştı, yoldan çekilmemi istedi ama çekilmedim, kımıldamadım bile. Yolcu otobüsü hız kesti, zar zor kamyonetin yanında durabildi. Otobüsten çıkan şoför, muavin ve bazı yolcular ellerinde zincir, takoz ve çekme halatıyla beni dövmeye geldiler.
Yerlere yata yata, yalvara yakara, ayıla bayıla durumun ciddiyetini kendilerine anlattım, dövmeden önce beni dinlemelerini istedim: “Abiler ölü dirildi diyorum, eey ümmet-i Muhammet bir durun ya! Eğer bana yardım etmezseniz açmam ben tek başıma tabutu. Hep birlikte açıcaz bunu, bu hepimizin görevi” diye ağladım durdum.
Durumun ciddiyetini anlayıp otobüsteki bütün erkek yolcuları aşağı indirdiler. Bagajdan gerekli araç gereci getirip el yordamıyla tabutun kapağını açtılar. Tabut açılınca hortlayan arkadaş beyaz giysileri içinde doğrulup iki kolunu iki yana açarak “Allahım sana şükürler olsun!” diye derin bir nefes aldı ve iç geçirdi.
Kalktı doğruldu, derin derin nefes aldı, sürekli şükretti. Eee adam kefensiz çıplak. 'N'oolcak şimdi?' dedik. Bagajlar açıldı, herkes valizlerini indirdi. Kimi iç çamaşırı, kimi gömlek, ceket, ayakkabı çıkardı adamı giydirdiler. Adam birdenbire bizden biri oluverdi, gruba dahil olup toplumun bireyi haline geldi.
Tabut boş kaldı, kefeni içine koyup kapağını kapattık. Herkes birbirine, herkes adama, herkes daha sonra bana baktı. Otobüs şöförü “Tamam gardaş artık önde senin yanına otursun arkadaş öyle gidersiniz Kastamonu'ya!” dedi.
Ürperdim, baştan aşağı soğuk soğuk terledim birden. “Ağalar ben geri dönüyorum, hastaneyi basıp doktoru darp edeceğim!” diyerek bu nazik daveti geri çevirdim. Rahmetli de yolcu otobüsünde boş bir koltuğa oturup diğer otobüs yolcularıyla Kastamonu'ya hareket etti.
Hastaneyi bastığımda ölü diye taşıdığım kişinin aslında kalbinin tam durmadığını ama duyulmayacak düzeyde çalıştığını, Anadolu'nun çukurlu yollarında kamyonet sallayınca kendine geldiğini öğrendim, ama benim kendime gelemediğimi de uzun uzun anlattım.
Sonradan adına travma denen şeylerden yaşadığımı fark ettim ama kahvede bir iki arkadaşla yarenlik edince hepsini atlattım vesselam. İnanır mısınız, böyleyken böyle oldu, ben bile inanamıyorum.
Sora sora Bağdat’ı bulamayanlar
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.