34,2369$% -0.06
37,3052€% -0.26
44,8036£% 0.03
2.932,03%0,51
2.665,00%0,61
8.860,30%1,85
Hollanda’dan önemli bir iş için üç arkadaş acilen İzmir’e uçmamız gerekti. Aradık taradık 24 saat içerisinde İzmir’e uygun bir uçak veya bağlantılı bir uçak bulamadık. Yolculuk yapacağım diğer iki arkadaş bu konularda deneyimliler. Hollanda’ya en yakın yerlerden biri Almanya’nın Düsseldorf şehri. Hemen buradan bir İzmir uçağı ayarladılar. Amsterdam, Düsseldorf arası çok uzak değil, bir-iki saat içerisinde varıverdik. Almanya’yı bilenler veya Avrupa’da yaşayanlar Düsseldorf’u da bilirler. Benim ilk gidişimdi. İlk izlenimlerim de çok önemliydi. Düsseldorf’u şehir olarak görmedim. Direkt havalimanına gittik. Düsseldorf havalimanında inanılmaz bir kalabalık. Yalnız neredeyse hemen hemen herkes Türk. Diyebilirim ki, ben bu kadar Türk’ü, Türkiye’de dahi bir arada görmedim. Göz alabildiğince Türk vatandaşı. Öyle ki havalimanı görevlilerinin, Türklere hizmet verenleri de Türk. Sadece birkaç Alman pasaport polisine rastladığımı söyleyebilirim.
Mahşeri kalabalık arasında biraz çabalayarak, nereye gideceğimizi, hangi sıraya gireceğimizi kestirip işlemlerimizi yaptırmak için kuyruğa girdik. Sırada beklerken ilginç bir durum dikkatimi cekti. Valizini teslim etmek için bekleyenlerin yanına birileri yanaşıp bir şeyler soruyorlar veya söylüyorlar. Birbirlerini tanıyıp tanımadıklarını pek kestiremiyorum. Yalnız bu görüşme bazen biraz uzayabiliyor. Bazı eşyalar alınıp veriliyor. Bir alışveriş var gibi. Garip bir durum söz konusu. İzliyorum, ama bir türlü ne olduğunu bilemiyorum ve anlam da veremiyorum. Yalnız bu durumdan dolayı işlemler uzuyor, sıra bize bir türlü gelmiyor. Birlikte yolculuk yaptığımız diğer iki arkadaşım -bunu sonradan anlıyorum- deneyimli olduklarından pek oralı değiller. Ben merakla olan biteni izliyorum.
İşlem sırası bize gelince aynı şekilde bir-iki kişi yanımıza yanaşıveriyor. Arkadaşlarım, yanımıza yanaşıp bir şeyler söylemek isteyenleri hiç dinlemeden hemen onlara arkalarını döndüler. Ben davranışlarının pek sosyal ve samimi olmadığı düşüncesi ile yanımıza gelen yaşlı başlı insanları dinlemeye ve anlamaya karar verdim.
– Buyurun! Bir şey mi söyleyeceksiniz?
– Kusura bakmayın rahatsız ediyoruz ama, sizin valiziniz yok galiba.
– Evet sadece çantam var, neden?
– Bizim biraz kilo fazlamız var da? Çok para tutuyor, bir iki valizi sizin adınıza bagaja versek olur mu?
Haaa!.. Anladım ki, deminden beri uzaktan gördüğüm, yandan gelip bir şeyler söylemeler, indirip kaldırmaların bütün nedeni valiz fazlası, kilo fazlası imiş. Birçok insanın bildiği gibi uçak şirketleri belli kilo üzeri taşımaya ekstra para talep etmekte. Bizim Avrupa’da yaşayan amcalar, teyzeler de buradan oraya, oradan buraya sürekli bir şeyler taşıdıklarından her daim bagaj fazlalığına bağlı sorun yaşamaktalar. Çözüm olarak da fazla bagajı olmayan diğer yolculara ricada bulunup kendi valizlerinin bir kısmını onların adına uçağa veriyorlar. Bu sayede ekstra ücret ödemiyorlar. Çok hızlı bir şekilde söylenenleri değerlendirdim ve yapamayacağımı, acele işimin olduğunu belirttim. Zira valiz kaybolsa benim işlem yapmam gerek vb. açıklamaya çalıştım. Yanıtımdan pek memnun olmadılar, ama benim de kararlı olduğumu görünce üstelemediler. Sanırım “Hayır” cevabına da alışık olduklarından ya da “Olabilir, insanlık halidir” diye de düşünmüş olabilirler, hemen yandaki diğer yolculara durumlarını anlatmaya karar verdiler.
Kalabalıktan dolayı işler biraz uzadı, biraz gecikmeyle uçağa alındık. Tahmin ettiğim gibi uçak tamamen dolu. Ön sıralarda bir yer vermişler, arkaya bakmaya dahi cesaret edemiyorum. İnanılmaz bir kalabalık, en önemlisi de, evet en önemlisi de uçak yolcularından üçte birinin çocuk veya bebek oluşu. Çocukları, bebekleri çok severim, ama yolculuk anında tavsiye etmem. Uçağa herkes yerleşti. Eksik kalmadı. “Host” Bey, yani Türkçe karşılık olarak otobüslerdeki “muavin” veya “kaptan yardımcısı” diye adlandırabileceğimiz kardeşimiz, gerekli uçuş bilgilerini, kemer ayarlaması ve bağlama vb. bilgileri verdi. Kalkacağız diye heyecan yaptık. Hatta yanımdaki arkadaşıma emniyet kemerini takarken “Aaa kilo vermişim, bak kemer boş geliyor… Zuahahaha!”, daha sonra kilolu birine “Yakında fazla kilolar için de ekstra para alacaklar, dikkat et, fazlalarını senden zayıf birine de veremezsin. Ne edecen o vakit Hohiaiaiaia!” diyerek sevinçten bir-iki kötü espri bile yaptım.
Şaka değil, Hollanda’dan geldik, üzerine havalimanında uzun süre bekledik, uçağa binene kadar da zaman geçti. Şükürler olsun sonunda yerleştik. Yaklaşık 4 saat kadar sonra İzmir’deyiz. Kendimce keyifli işler peşindeyim: “Uyusam mı acaba, yoksa biraz gazete mi okusam?” Ben böyle saf saf hayaller kurar iken, her an hareket etmesini beklediğim uçak, bütün bilgilendirmeler yapılmış, kalkışa hazır olduğu vurgulanmış olmasına rağmen yaklaşık bir saattir kalkmıyor. Birden bunu fark ettim.. Birden…
Çünkü uçağın yarısına yakın nüfusu oluşturan çocuk ve bebekler hep bir ağızdan ağlamaya baġladılar. İnanılmaz bir huzursuzluk ve gürültü. Birinin ağlaması diğerini harekete geçiriyor. Analar, babalar elde tutamıyor. Oyuncak veren, emzik veren, olmadı, enerjisi yetmediği ve elinden bir şey gelmediği için çocuğu yere çakacak kadar sinirlenenler var. Bütün çocuklar ve bebekler ağlıyor. Uyumak da haram, gazete okumak da haram… Sağa sola boynu bükük bakar olduk… Yanımdaki arkadaş, uçak işlerinden anlayan biri. “N’ooldu acaba? Tüh yazık oldu, çok zararları var. Bu kadar uzun beklediler” diye uçak şirketine acıyor. Bu arada gecikme bir saati da geçmiş durumda. Çocukların dışında artık büyükler de homurdanmaya başladılar. Yetkili birini arıyorlar ama bulamıyorlar. Hostesler ve “Host” (muavin) aradan geçmemeye özen gösteriyor. Herkes söyleniyor. Kimse ne olduğunu bilemiyor.
– Arıza mı var acaba?
– Valla n’ooldu kimbilir?
– Ne olacak ya, hata bizde ki, bunlarla yolculuk ediyoruz!…
Bu arada uçağın kalkışı iki saat gecikti. Çocuk ve bebekler ağlamaktan bitkin düşmüş durumdalar. Gene de susmak yerine ağlamaya devam ediyorlar ve ağlamaları artık iniltiye dönüşmüş durumda. Uçağın içinde inilti bir uğultu şeklinde kulak tırmalıyor. Yolcular da iyice sesini yükseltmeye başlayınca muavin bey açıklama yapmak durumunda kaldı: “Kusura bakmayin geciktik. Birazdan detaylı açıklama yapacağız. Yalnız benim bilmek istediğim bir şey var.”
Dikkatle muavini dinliyoruz.
– Yolculardan kimse başkasının bagajını aldı mı?
Ses çıkmayınca tekrar etti.
– Uçakta kimse başka bir yolcunun eşyasını kendi eşyası gibi bagaja verdi mi?
Bir iki hareketlenme oldu ama tam sağlıklı bir cevap da çıkmadı. Birkaç kişi ayağa kalktı. Arada uyuyanlar ve duymayanlar var. Sonra görevli gitti, geri geldi, belli ki sorun çözülmüyor. Bu arada üç saate yaklaştı hâlâ kalkamadık.
– Bakın beyler, işte bu yüzden kalkamıyoruz. Kim başkasından valiz, çanta, torba, ne ise artık, aldı da kendi adına bagaja verdi ise hepsi ayağa kalksın…
Uçağın yarısı ayağa kalktı. Anlaşıldı ki, neredeyse uçağın bir yarısı diğer bir yarısının eşyasını rica üzerine kendi adına bagaja vermiş. Bir süre sonra uçağa dışarıdan başka görevliler gelip bir açıklama yaptılar.
– Bagaj veren bir yolcu rahatsızlanmış. Türkiye’ye gidemeyecek. Eşyalarının geri indirilmesi gerekli. Onun için valizini verdiği kişinin gerekli işlemleri yapması gerek…
Gene uçağın yarısı ayağa kalktı. Görevliler herkese uzun uzun bakıp bu işin böyle olmayacağına karar verdiler ve uçaktan ayrıldılar. Gene yarım saat geçti. Uçağın içindeki uğultu ağırlaştı, kulakları tırmalıyor. Uykusuzluktan pelte gibi olduk. Görevliler bir süre sonra iki koluna girdikleri yaşlı bir teyze ile uçağa geldiler.
– Hadi teyze, göster bakalım, valizini kime verdin?
Teyze baktı baktı kimseyi teşhis edemedi. Zaten hastalanmış takadi yok. Görevliler yeni bir çalışma yöntemi geliştirdiler. “Bu teyzenin valizini kim aldı?” diye sordular. Anlık bir çalışma olduğundan kimse birbirini hatırlamıyor. Alan kişi bulunamadı. Başka bir yöntem geliştirdiler. Valiz alanları sıra sıra alıp teyze ile yüzleştirdiler.
– Bak bakalım teyze, bu adama mı verdin valizi?
– Siz de iyi bakın, bu teyzenin valizini mi aldınız?
– Sen miydin?.. Nasıl bir valizdi?. Nereliydin? Yanında kim varıdı? Siz Karamanlı değil miydiniz? Sen vermedin, ya oğlun vermedi miydi? Kocan da oradaydı da o gelmeyecek miydi?..
Derken, derken valizi alan kişi zar zor teşhis edildi. Olsa olsa budur diye teyze ile birlikte uçağın dışına alındı. Daha bunlar aşağı inecekler, uçaktan bütün valizler geri indirilecek, valizi teşhis edecekler, gidip resmi işlemi tamamlayacaklar…
Neyse gene bir saat kadar bir sürenin ardından işlem tamamlanmış olacak ki valizi alan kişi geri döndü. Uçağın içine girer girmez de inanılmaz bir gürültü, tezahürat ve hakaretle karşılandı. İyi bir şey yaptığını düşünen amca “Ya ben ne ettim? Günahım ne?” diye kendisini karşılayanlara sorular sordu. Yolculardan biri tepkilerin nedenini kısaca kendisine özetledi:
– Ya arkadaş sende hiç mi utanma arlanma yok? Be terbiyesiz adam, niye aldın kadının valizini?
– Arkadaş aldım da cebime mi koydum?
– Bak hâlâ konuşuyor!… Senin yüzünden bu kadar geciktik!
Oysa ki uçağın yarısı diğer yarısının valizini üzerine yazdırmıştı. Burada valiz verenler rahatsızlanmadığı için diğerleri eleştirilmedi. Yaklaşık 6 saatlik gecikmenin ardından İzmir’e uçtuk. Uçağın içinde herkes birbiriyle küs gibiydi. Kimse sohbet etmedi. Herkes söylendi. Çocuklar inledi… Bir kısmı da bu firma ile gitmeme kararı aldı…
Unutmadım, unutamadım…
Huzurlarınızda Öğreten Adam ve Oğlu ile Erdener Abi!
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.