38,0038$% 0.47
41,3461€% 0.32
49,3748£% 0.29
3.704,62%0,10
3.030,08%-0,40
9.255,57%-5,66
En yaşlı, en bıyıklı, en sakallı halleriyle ve sahip oldukları tek bir kimlikle hatırlanmak çoğu sanatçının ve düşünürün ortak kaderi. Oysa Nietzsche, o ünlü bıyıklarını uzatmadan önce kafası karışık bir ergen ve tanrıyı öldürmeden önce hiç de fena sayılmayacak bir şairdi. 1844 yılında doğan Nietzsche, bilinen ilk şiirlerini on dört yaşındayken yazmaya başladı. Bilinen diyoruz çünkü çocukluğunda yazıp özenle sakladığı şiirlerinden bazılarını sonradan yaktı. Ve yaktığı şiirlerin ardından yıllar sonra şöyle dedi: “Bir delikanlının kendini artık tanıdığı anı, şiirlerini sobaya atmasıyla belirlerim. Ve ben Leipzig’de bu görüşüme uygun davrandım. O küllere de huzur dilerim”. İşte kimi zaman aşık, kimi zaman kafası karışık genç Nietzsche’nin yirmi yaşına kadar olan döneminde yazdığı şiirlerin en çarpıcı bölümleri…*
Severse iki ruh birbirini
Ayırmaz uzaklık onları.
Ne bahtsızlık, ne dert
Koparamaz bizi bizden!
Ne mutlu bunu bilmek!
İnanmam nedense?
Bir gün öleceğime,
Buruk ölümü öpeceğime.
Mezara mı düşeyim,
Bir daha içmeyeyim mi
Hayatın narin köpüğünü?
Ah, sınırsız zenginliği
Mutluluğun!
Ey sonsuz haz!
Sar acılı kalbimi!
Bırak gitsin, yok olsun
Yüreğimin içine
Bahar rüzgarı gibi
Hışırdayarak esmeyen!
Ve her göğüs hisseder Tanrı ‘nın kutsal yakınlığını.
Geçer yorgun yüreğinden
Birkez daha umut dolu gençlik rüyası.
Hayatın çiçekli mayısı gençleşir yeniden
Bülbül sesleriyle, menekşe kokusuyla,
Tarlakuşunun coşkusu ve umudun yeşiliyle.
İşte doğduğun ve hayatın zevkini
Bolca tattığın bu yurdu
Kaybettin sen!
Duvarın haşmeti, sütunun görkemi,
Kale parlak ay ışığında
Gülüyor ona boş gözlerle,
Ve sırıtıyor, selamlıyor, eğiliyor ve diyor:
“Tepeye doğru, vadiye doğru!
Güneş öldürür, ay canlandırır,
Ne bakıyorsun yukarıya, sararmış ve solgun?
Yüksel, herşeyin ışığa koştuğu gibi!”
Çağırdın:
Tanrım: Acele ediyorum
Ve duruyorum
Basamaklarında tahtının.
Işıtıyor sevgi ateşiyle taşan
O içten
Acılı
Bakışın kalbimi: Tanrım, geliyorum.
Kayıptım,
Başım dönüyordu,
Batmıştım,
Cehenneme ve acı çekmeye hükümlüydüm,
Sen uzaktaydın:
Bakışın
Çok devingendi,
Sık sık bana rastlıyordu: Geliyorum artık seve seve.
Yaşlı gözlerinde senin
Bir bakış var.
Senin ve benim üstümüze esmiş dertleri,
Kaybolmuş saatleri, akıp gitmiş saadeti
O bakış ikimize acıyla, yürekten
Geri çağırır.
Ey yürek, hiç değişmeyen,
Huzursuz yaprak, sen,
Artık in aşağı,
Geç dinlenişe.
Ey el, yabani sarmaşık,
Dolan ona,
Huzur içindeki
Vatan mabedinin etrafına.
Ey göz, akıl ermez
Gizemli çocuk,
Bak, bir büyünün burada
Her şeyi nasıl sardığına.
Seni ve kendimi bağışladım ve unuttum;
Yazık! Sense kendini ve beni unuttun ve bağışladın.
Candan uzanan eli,
Geri çevirmek şüpheli bakışlarla
Ve dilin üstünde tartarak hece hece
Yüreği, açılmış mektubu geri çevirmek,
Okumadan, yorumlamadan!
Ve bunları sen yaptın!
Döne döne şaştılar
Ve güldüler, ömürleri bir günlük sinekler,
Uçmayı sürdürdüler ve kızgın kızgın vızıldadılar.
Lakin bir Tanrı çekip çıkardı ordan, ruhen çöküp
Aklını kaçıran beni.
Yerde bir para duruyordu,
Paslıydı,
Üstünde basılıydı,
Çarmıha gerili ruhun
Ahrette ve dünyada
Ebedi bedeli olan
Ve günaha ve zevke batmış,
Kendini kutsal sanan,
Oysa lanetlenesi, şeytanın eli.
Ey gökten inen fırtına,
Kimi alıp götürdün sen?
Rüzgarların oyununda kimi yok ettin,
Şimşeklerin aydınlattığı kimi?
Kimdi o, paltosunu pervasızca
Kalçasına dolayan?
Göğe yükselmek istiyordu o,
Mezarların karanlığına değil.
Tanrım, havarilerin uyuyor, uzanmışlar
Islak toprağa, ve korkulu bir hayal
Kaçırıyor ruhlarının huzurunu
Ve bozuyor uyuyanları saran sessizliği.
Görüyorlar rüyalarında senin onlara yaklaştığını,
Görüyorlar ıstırabını, korkuyla dua ettiğini.
Ama, yapayalnız uzanmışsın! Hiç kimse kavrayamaz
Yüce yüreğini saran acıyı,
Amansız bir yükün altında iki büklümsün,
Yaraların deşilmiş, kanıyor.
Son ve en ağır can çekişmendir bu,
Dize getirmek istiyor seni cehennem ve yeryüzü.
Ve gene de ölü değilsiniz, ey siz kalın ciltler,
Siz, bilgelik dolu karınlar, ölü değilsiniz
Alıyorum şimdi, dostça, seni ellerime,
Bana teselli verdin, şarap ve ekmek verdin
Acılar beni yıktığında, sen, benim Shakespeare’ im;
Ruhum bunu unutmamalı:
Onlar ay gölgesi gibi gittiler,
Sense bana sadık kaldın, ey derin anlamlı yüz!
Orada parlıyor derinlere yazılmış
Şu sözüm: Bilinmeyen Tanrıya.
Ben onunum, kalmış olsam da
Şimdiye dek günahkarlar güruhunda:
Ben onunum – ve hissediyorum
Beni kavgada alta çeken
Ve kaçmak istesem de ona hizmete
Zorlayan tuzakları.
Tanımak istiyorum seni, ey bilenmeyeni,
Ruhumu derinden kavrayanı,
Hayatımda fırtına gibi dolaşanı,
Kavranamayanı, akrabam olanı!
Seni tanımak, sana hizmet etmektir istediğim.
*Çeviri: Nihat TEZEREN
Pinokyo’ya açık mektup
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.