34,0962$% 0.01
37,9924€% 0.16
45,2340£% 0.18
2.801,65%-0,03
2.557,61%-0,04
9.774,49%0,17
Oğoooo alemin kralı geliyooo, geliyooo, geliyyooğo… Evet sayın seyirciler bu haftanın anı kişisi Behiç Pek. Bu giriş tezahüratı az, duyamıyorum, efendiiim, lütfen daha yüksek…
Behiç Pek’in dergi sabahlamalarında, bizi eğlendirmek için yaptığı kılık değiştirmeleri belki duymuşsunuzdur. Peki dergi katındaki elektrik şalterini indirip, ortalık mum ışığıyla hafiften aydınlandığında, yüzünü nemli peçetelerle kapatıp, cüzzamlı görüntüsüyle bizi korkutmasını? Çorabının topuk kısmına pişmiş elma koyup, maket bıçağıyla onu deşerek yüreğimizi ağzımıza getirmesini? Yanmayan sigara ucuna (süt şişesi kapağında olan) kırmızı varağı takıp, yanıyormuş gibi gözüken sigarayı kolumuza bastırmaya kalktığında, bizim “yapmaa” diye bağırmamıza gülmesini?
Ben görmedim bizim rahmetli Serdar Gilkal’a yaptığı bir bir şaka var, Serdar anlatmıştı: Behiç abi önce çekyat koltukta uyuyormuş gibi yapmış, sonra Serdar’ın odada olmadığı bir anda, üzerindeki kazağın içini gazete kağıtları ile doldurmuş, kazağın kol ucuna da nerden bulduysa protez bir el takmış. Tabii Behiç abinin bunları yaptığını sonradan anlıyor. Sözde kafa kısmını da üzerine örttüğü çarşafla saklamış. Sanırsın eni konu Behiç abi orada uyuyor. Sonra Engin Ergönültaş, Serdar’a “Bir saat sonra Behiç’i uyandırırsın” demiş ve oradan ayrılmış. Serdar prensipliydi, hemen saatine bakıp, uyandıracağı saati hesaplamış. Fakat bu ikisi, (Engin Ergönültaş İle Behiç Pek) yan odanın kapısından balkona geçmişler. Kış gecesi ayazında, Serdar’ın uyandırma esnasındaki tepkisini görmek için balkondan onu izliyorlarmış. Serdar içerisi aydınlık olduğu için balkondakileri göremiyor tabii. “Hiç abartısız bir saat o soğukta balkondan beni izlemişler. Kar da atıştırıyordu. Bir saat dolunca, uyandırmak için koltukta yatan Behiç Pek’e (Daha doğrusu makete), “Behiç abi, Behiç abi diye seslendim.” Uyanmayınca kolunu dürteyim dedim, küt kol yere düştü. Şaşırıp aaa demişim. Bunlar balkondan kahkaha ata ata içeri girdiler. Ben düşen protez elden çok, o soğukta o kadar zaman kalmalarına şaştım.” demişti Serdar… (Bu arada Serdar’ı da anmış olduk. Yattığı yerde dinlensin.)
Behiç abinin küfür ettiği hiç duyulmamıştır. Bir keresinde İstiklal Caddesi’nde karşılaşmıştık. Çiçek Pasajı’nın oradaki balıkçılardan balık almaya çıkmış. Balıkçılık yaptığımı bildiğinden bana, “Sen de gelsene, bayat balık koyuyorlar. Ben dikkat ediyorum ama nasıl yapıyorlarsa araya bayatlardan da atıveriyorlar.” dedi. Görev ve sorumluluk bilinci içinde gözlerimi dört açtım. Balıkçı bir çırpıda balıkları tezgahtan alıp tarttı. İçimden, “Ne kadar hızlı alırsan al, oradaki balıkların hepsi tazeydi.” diye geçirdim. Fakat öyle olmamış. Yolda yürürken “Poşetteki balıklara bir daha bakalım” dedi. Baktık, poşette bayat balıklar da vardı. Sanki ben yapmışım gibi utandım. Balıkçının el çabukluğu ile bunu nasıl becerebildiği üzerine epeyce düşündüm, hilesini bulamadım. Bir çeşit illüzyonistlik. En son, tezgah arkasında balık poşetlerini değiştirdiklerine kanaat getirdim. Ağzından hiç kötü söz çıkmayan Behiç abinin, poşetteki bayat balıkları gördüğündeki tepkisi ise sadece “Lavuk” demek olmuştu.
Engin abinin hastanede yattığı zamanlardı. Yanında sıra ile kalıyorduk. Benim kaldığım ev hastaneye yakın olduğu için yanında kalmak bana sorun olmuyordu. Bir yanlış anlama nedeniyle, benim sıramın olduğu gün hastaneye gitmemiştim. Gitmediğim için midir nedir, içime sıkıntı da çökmüştü. Evde Timur Selçuk’un “Böyledir akşamları İstanbul’un” diye başlayan şarkısı çalıyordu. Akşam üzeri yalnız kalan insanların üzerine sıkıntı başka çöker. “Böyledir akşamları İstanbul’un / Bir efkâr basar içini çoğu zaman / Çaresizliğin, yalnızlığın aklına gelir / Hatıralar kayar gider avuçlarından.” (Ümit Yaşar Oğuzcan’ın bu şiirini ayrı severim.) Böyle derbeder bir kafadayken kapıdan, pıt pıt pıt diye ses geldi. Sanki bir kedi kapıya patisini vuruyordu. Açtım baktım, aaa Behiç abi karşımda. Bir insanın kapıyı çalış şekli de karakterini gösterirmiş demek. Hastanede kalmam için beni çağırmaya gelmiş. Daha önce o eve hiç gelmemişti. Üstümü giyerken bir taraftan da evi nasıl bulmuş olabileceğini düşünüyordum. Hastanede Engin abiye evi tarif etmiştim, herhalde o söylemişti. (Yeşilçam Sokak’ta, hamamın karşısındaki apartman) O sokaktaki bakkala beni tarif edip, ondan yardım almış. “İnsanın bir şekilde arayıp soranının olması ne güzelmiş, hadi gidelim” dedim, gittik…
Yine aynı zamanlarda yaşadığım bir olay var. Uyuşturucu kullandığını anladığım bir kız bana sarkmıştı. Ben yüz vermeyince, herhalde beni kışkırtmak için “Sen erkek değilsin!” demişti. Halbuki erkektim. Bu lafı fırsat bilip oradan kaçtım. Ertesi gün de olayı Behiç abiye anlattım. Bana gülerek, “Sen de ona deseydin ki” dedi. “Eğer ben erkek değilsem, sen hiç değilsin.”
En son iki üç yıl önce karşılaştık. Yanımızda Apti (Abdülkadir Tamer) ve başka arkadaşlar da vardı. Haliyle eskilerden bahsediyorduk. Apti, Behiç abiye, “Sen burada yaptıklarını Avrupa’da yapsaydın orada şatolarda yaşardın” diye övgüde bulundu. Aslında övgü değil, gerçek. Gerçekten öyle olurdu, şatolarda yaşardı. Behiç abinin cevabı “Burada şato yok ya, ondan olmuyordur” şeklinde oldu.
Mizah dünyamızın yaşayan efsanelerinden sevgili Behiç abiye sağlık ve mutluluklar dilerim.
Yakup’tan çizgiler: Nişanda virüs, düğünde mutasyon!
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.