34,2447$% -0.05
37,3169€% -0.24
44,7632£% -0.02
2.931,97%0,51
2.661,08%0,47
8.860,30%1,85
1962 yılında 61 yaşındayken hayata veda eden Ahmet Hamdi Tanpınar, edebiyatın her türünde verdiği eserlerin yanı sıra sıkı bir ‘günlük’çüydü. İnci Enginün ve Zeynep Kerman tarafından yayına hazırlanan “Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Başbaşa”, yazarın hayata ve siyasete bakışı, iç çelişkileri, aşkları ve kadınlarla ilişkilerine dair birçok konuya ışık tutuyor. İşte o günlüklerin son sayfası, Tanpınar’ın ölümünden 13 gün önce kaleme aldığı, kendi hayatına ve kişiliğine dair bir değerlendirme özelliği taşıyan o son yazısı…
11. Kânun-ı sâni 1962. Yeni sene başlayalı on bir gün oluyor. Dün paltosuz çıkmanın verdiği bir rahatsızlık, bununla beraber fena ders vermedim. Fakat talebe alâkasız. Politika insanı abruti (aptal) eder mi? Bunu bilmiyorum. Fakat dikkati dağıttığı yahut başka yollara çektiği, içinden bir şeyleri yıktığı muhakkak. Bazılarını muayyen fikirlerin adamı yapıyor, bir kısmına ihtiraslar aşılıyor ve hayatını orada denemeğe, oradan erişmek fikrine götürüyor, bir kısmını da kendi içinde belki getirdiği ümitsizlik yüzünden dağıtıyor, avare kılıyor. Hiç olmazsa bizdeki, daha doğrusu talebedeki tesiri bu olsa gerek. Tam dâhili bir harbin içindeyiz. Hakiki bir kanaat sahibi olmayan, kendilerini vatanperver zanneden veya öyle gösteren –hiç olmazsa bir kısmı böyle- sınıf veya zümre gayretiyle her şeyi göze almış bir sol tâifesi ve sol fikirlerin istismarcısı olanlar, onların karşısında ırkçılar ve dinciler, en hakiki aşırı nasyonalistler ve nihayet iktisadi istismarcıların emri altında hareket edenler. Ve ortalarında bizler, iş ve güçlerinde olanlar, olmak isteyenler, biçareler. Ben sadece hakem vaziyetindeyim. Tabii sollar bana salaud (namussuz) diyorlar, sağcılar Necip Fazıl’ın iddia ettiği gibi dostluklarımın tesirinde görüyorlar.
Gariptir ki eserimi sathî okuyorlar ve her iki taraf da ona göre hüküm veriyorlar. Sağcılara göre ben angajmanlarım -Huzur ve Beş Şehir- hilafında sola kayıyorum, solu tutuyorum. Solculara göre ise ezandan, Türk musikisinden, kendi tarihimizden bahsettiğim için ırkçıların değilse bile, sağcıların safındayım.
Hâlbuki ben sadece eserimi, şahsen yapabileceğim şeyi yapmak istiyorum. Ben maruz ve müşahidim. Sempatilerim var. Şüphesiz İsmet Paşa’yı seviyorum, hem çok seviyorum ve beğeniyorum. Bunun dışında inkılâpların taraftarıyım ve dil meselesindeki ifratlar hariç, geriye dönmek, bir adım bile, istemem. Feda edemeyeceğim bir takım şeyler var: Sağlara karşı hiç olmazsa inkılâpların bu günkü statüsü. Sollara karşı Türk Milleti’nin istiklâli ve tarihi hakkı. İmkân bulsam, yaşım müsait olsa ve bir organ sahibi olsam müdafaa edeceğim tek fikir: Kalkınma ve plan. İnkılâpçılardan ayrılıklarım: Allah’a inanıyorum. Fakat tam Müslüman mıyım, bilmem. Fakat anamın, babamın dininde ölmek isterim ve milletimin Müslüman olduğunu unutmuyorum ve Müslüman kalmasını istiyorum. Garplıyım. Hıristiyanlığın daha zengin miraslarla ve daha derinden işlendiğine eminim. Burada kendimle aşikâr şekilde tezattayım. Süleymaniye’den başka garpla ölçülecek bir iki musiki eserinden başka bir şey tanımıyorum. Kolaylıkla tesir altında kalan adamlardan olmadığımı biliyorum. Tesirler bende kısa oluyor ve asıl olan hissi hayat olduğu için ona zıt olanlar devam etmiyor. Hiç kimsenin, Yahya Kemal hariç, tesiri altında kalmadım. Okuduklarım da onunla muvazene kurdu, hülâsa ettim, fakat değişmedim. Zaten şahsi temas bende az tesir bırakır, fikirler karşımdakinin bütün hüviyeti arasından bana gelir ve ben çoğu defa insanları sevmem.
Kendi mahrekimde yürüdüm. Az iş yapmadım. Fakat yaptıklarım beni tatmin etmiyor. Hemen hemen hiç ihtirassız başladım. Ankara’dan küçük bir ilk mektep hocası olmak kararıyla geldim, üniversite hocası ve mebus oldum. İsteseydim âyân ve vekil de olurdum. Fikri hayatımı tamamıyla kendim yaptım. Sanatımı da öyle. Etrafıma kendimi kabul ettirdim ki, asıl buna şaşırıyorum.
Evet, geçtiğim yolu düşünürsem, kendimden memnun olabilirim. Fakat otuz yaşımda kendimi bulduğum zaman ihtiraslarım çok değişti. Öyle ki şimdi kendimden hiç de mutlu değilim. Yapacağım daha çok şey var. Hayatıma rahat gözle bakamıyorum. Vaktim az. Tabiat ve tesadüfleri belli olmaz, belki otuz sene yaşarım. Fakat psikolojik zaman, o müphem istikbal fikrini kaybettim. Bununla beraber çalışıyorum ve çalışmak azmindeyim. İradesizliğe çok benzeyen bir iradem, tembelliğe çok benzeyen bir çalışkanlığım, cehaletin ta kendisi olan bir kültürüm var. Belki en büyük kuvvetim boşluklarımı, zaaflarımı bilmekliğim. Bir de hakikaten kültüre inanmam, üniversite hocası sıfatı ile değil, şair ve romancı sıfatıyla.
Dikkatsizim, yahut kendime mahsus çok başka türlü bir dikkatim var. Okuduğum veya dinlediklerim, gördüklerimden ziyade beni besliyor. Elimden geldiği kadar az snobum. Kendime has bir plastik kabiliyetim var. Aynı yere gelmek şartıyla muayyen hadlere kadar gittiğim olur, zalim olduğum anlar vardır, fakat yolu başkaları açar. Kendim insanlara ayağıma basmamaları şartıyla kızacak kadar uyanık değilim. Fakat umumiyetle ve fikir meseleleri haricinde böyledir.
Fikir ve sanat meselelerinde konuştuğum adam çok defa beni aksi istikamete götürür. Hülâsa bir yığın tezadın adamıyım. Sorumluluk hissim ve merhametim vardır; fakat çok defa bu hislere bilhassa seksüel meselelerde ihanet ettim veya düşündüm. Fakat çok defa da yarı yoldan geriye döndüğüm oldu.
Genç kızlar daima beni alâkadar ettiler. Müthiş şekilde cazibelerine kapıldığım oldu. Fakat daima, kadını sevdim. Evlenmediğimin sebebi belki de biraz budur. Sonunda her genç kız can sıkıntısı verdi. Bilhassa bir kadını sevdim, çok ıstırap çekmekle beraber hakikaten mesut oldum, birkaç kadın da beni sadece tatmin ettiler.
Bir yığın tezat içinde yaşadım. Dışarıdan bakanlar daima beni bu yüzden gülünç ve havada gördüler. Hülya adamı olmaktan hiç çıkmadım, onun yanı başında isyanlarım, memnuniyetsizliklerim, etrafa meydan okuyan yersiz cesaretlerim oldu. Ancak mizacımdaki “esaslının peşinden gitmeyi” fark edenler beni kabul ettiler. Bazılarını ürküttüm, bazılarını darılttım.
Liseden üniversiteye veya Güzel Sanatlara geçmem mühim değildi. Mühim olan 1923’teki seviyeden bu günkü sanat ve dünya görüşüne gelmemdir. Hiç kimse ile açıkça çatışmadım; yahut çok az çatıştım, fakat daima iyiden ve devamlıdan bir şeyler bekledim. Etrafımdaki sükût “conspration”unu…
(Defter burada son bulmaktadır. Bu satırlar vefatından 13 gün önce yazılmıştır.)
Düşle gerçek birbirine karışınca…
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.