34,3542$% 0.37
37,0415€% -0.13
44,5578£% 0.1
2.974,96%-0,03
2.695,52%-0,32
8.946,13%0,95
Pablo Neruda ve Federico Garcia Lorca… Biri Şilili, diğeri İspanyol iki şairin yolları 1933 yılında Buenos Aires’te kesiştikten sonra Lorca’nın öldürülmesine kadar hiç ayrılmadı. İkisinin İspanya’da faşist Franco rejimine karşı şairane direnişleri onlarca yazının, filmin, şiirin konusu oldu. Pablo Neruda, anılarını anlattığı “Yaşadığımı İtiraf Ediyorum” isimli kitabında da bu dostluğa sık sık yer veriyor. İşte büyük davaların insanı iki büyük şairin, sıradan sıcak ve samimi bir çapkınlık anısı:
“Hatırlıyorum, bir defasında Federico’nun beklenmeyen bir yardımını görmüştüm. Erotik komik bir serüvendi. Amerika kıtasında yalnızca Arjantin veya Birleşik Amerika’nın çıkarmayı başaracağı milyonerlerden birinin evinde akşam yemeğine davet edilmiştik. Dik kafalı olarak tanınan bu adam, gazete sahibiydi ve kısa zamanda zenginleşmişti. Ucu bucağı belirsiz büyük parkın ortasındaki evi, yeni zenginlerin düşlerinde yaşattıkları eşyayla doluydu. Evin girişine giden yolun iki kenarındaki kafeslerde değişik ülkelerden getirilmiş çeşitli renklerde sülünler vardı. Avrupa’daki açık artırmalardan sadece bir telgrafla satın aldığı çok eski kitaplarla doluydu kütüphanesi. Kütüphanenin bulunduğu okuma salonunda en ilginç şey, sayısız panter postunun yan yana dikilmesiyle yapılmış büyük taban halısıydı; bu halı bütün odayı kaplıyordu. Sonra öğrendiğime göre bu milyonerin, Afrika, Asya ve Amazon ormanlarında adamları vardı ve bu kimseler onun için leopar ve başka vahşi hayvanların derisini satın almakla görevliydi.
Ünlü Natalio Botana’nın evi böyleydi. Güçlü bir kapitalist ve Arjantin’in toplum düşüncesine hükmeden adamdı, Botana. Federico ve ben, masada ev sahibinin yanında oturuyorduk. Karşımızdaki uzun boylu, sarışın ve kokular saçan şair kadın, yeşil gözleriyle bütün yemek boyunca bize bakıp durmuştu. Sanırım, Federico’dan çok benimle ilgilenmişti. Akşam yemeği, sekiz-on uşak tarafından taşınabilen, altında ateş yanan büyük bir masanın üzerinde pişen bütün bir sığırdı. Üzerimizdeki gece, koyu mavi ve yıldızlıydı. Post içinde kızarmakta olan etin –ev sahibinin bir buluşuydu– kokusu, bahçenin dört bir köşesinden yükselen nane ve yonca kokularına, ateş böcekleri ile kurbağaların sesine karışıyordu. Yemek sona erdiğinde şair kadın, ben ve Federico birlikte ayağa kalktık. Federico o akşam her şeyi komik buluyordu. Işıklandırılmış havuza doğru yürüdük. Garcia Lorca önümüzden gidiyor ve hiç durmadan gülüyor, kendi kendine konuşuyordu. Mutluydu. Bu onun bir alışkanlığıydı, mutluluk, onun derisi gibiydi.
Işıklandırılmış havuzun yanında bir kule yükseliyordu. Gecenin aydınlığı içinde bu kulenin kireç beyazı, pırıl pırıl parlıyordu. Ağır ağır kulenin merdivenini çıktık. Üç ayrı stilin üç şairiydik. Yukarıdaki düzlüğe ayak bastığımızda, bütün yeryüzü ayağımızın altında uzanıyordu. Havuzun mavi gözü bize göz kırpıyordu. Uzaklardan bir yerden gitar sesleri ve şarkılar duyuluyordu. Başımızın üzerinde gece, öylesine yakın ve aydınlıktı. Biraz uzansak ona dokunacaktık neredeyse.
Uzun boylu sarışın kadını kollarıma aldım ve öptüm. Dolgun ve sağlamdı. Federico’nun şaşkınlığı arasında düzlüğün taşlarına uzandık. Ellerim kadının elbisesini çıkarmaya çalışırken, Federico hayretten açılmış gözleriyle bana bakıyor, gözlerine inanamıyordu.
“Çek git,” diye homurdandım. “Git de, kimsenin buraya gelmemesine dikkat et.”
Kulenin üzerinde biz, yıldızlı gökyüzüne ve gecenin Afrodit’ine kurbanımızı vermeye hazırlanırken, Federico heyecanla taş merdivenden aşağı koştu. Fakat bunu öylesine acele yaptı ki, karanlık basamaklardan yuvarlandı. Sarışın kadın ve ben onu ayağa kaldırdık.
On beş gün topallayarak dolaştı”.
Thomas Hobbes’un ‘Behemoth’u ilk kez Türkçe’de
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.