34,3570$% 0.37
37,0406€% -0.11
44,5486£% 0.09
2.976,12%0,02
2.694,42%-0,36
8.946,13%0,95
Müşterileri ziyaret etmek için İzmir’deyim. Lakin İzmir Fuarı’nın bu ay açıldığını unutmuşum. Hiçbir otelde yer bulamıyordum ki sağ olsun bir bir müşterimin aracı olmasıyla Basmane semtinde eski, küçük ama çok temiz bir otelde yer bulabildim.
Otelin koridor duvarları resimler, fotoğraflar, yazılarla doluydu. Sanırım otel müşterileri paylaşmış olmalıydı. Koridordaki odama doğru yürürken, bir fotoğrafa takıldı gözlerim… Odama girmedim, durdum ve resme bakakaldım.
Büyük bir çerçeve içinde büyütülmüş bir kadın resmi. Eski sinema yıldızlarına benziyor. Saçları gür ve yandan ayrılmış. Gözlerine takılı kalıyorum. Baktıkça bakıyorum.
Evet ben bu kadını tanıyorum. Hatta konuşmuşluğum bile var sanki, ama nereden tanış olduğumu çıkaramıyorum.
O gece bu kadını nereden tanıdığımı düşünmekle geçiyor. Hafızamı kim bilir ne kadar boş bilgilerle doldurmuşum ki hatırlayamıyorum.
……
İkinci gün müşteri ziyaretlerim erken bitiyor. Otele dönüyorum. Koridorda birkaç adım attıktan sonra, merak bu ya, yine o fotoğrafın başına gelip duruyorum. Kadın sanki gülümseyerek “Hoş geldin” diyor bana…
Bir süre bakışıyoruz. Hal ve hatırını sorasım geliyor ve dudaklarımdan “Nasılsınız?” sözü dökülüyor. Fotoğraftan gelecek yanıtı beklemeye başlıyorum. Uzun bir sohbet ve muhabbet edesim geliyor hanımefendiyle… Bir öksürük sesi düşümü dağıtıyor.
Başımı o yana çeviriyorum. Resepsiyondaki uzun boylu, göz kapakları düşmüş, ve somurtkan delikanlı, elleri arkasında, ağzı açık vaziyette karşımda dikilmiş duruyor. Hiçbir şey söylemeden bana bakıyor. Resim hakkında bana bilgi verecek ve sohbet edecek sanıyorum. Dudaklarında müstehzi bir ifadeyle “Teşekkür ederim, iyiyim efendim. Siz nasılsınız?” diyor.
Sonra tekrar resme bakıyor ve bana dönüp “Bir arzunuz mu vardı?” diyor.
Arkasından da ilave ediyor. “Efendim! Otelimiz İzmir’in en eski aile otelidir. Bilesiniz istedim.”
O anda körkütük sarhoş olmayı ve yaptığım saçmalığı içkinin üzerine atmayı o kadar çok istedim ki…
Nasıl olmasın ki bir kadın fotoğrafıyla konuşurken yakalanan sapık biri konumuna düşmek… Duyduğum mahcubiyeti “Yani” gibi anlamsız bir sözcükle geçiştirmeye çalıştım. Yapay bir gülümsemeyle odama çekildim.
……
Uykuya dalmak istiyorum, lakin bir fotoğrafla konuşurken yakalanan deli ya da sapık adam profili beni inanılmaz rahatsız ediyor. Uyuyamıyorum. Bir resmin kime ait olduğunu merak etmenin bana ödettiği bedele bakar mısınız?
Olay müşterime de intikal ettirilse… Hayır! Düşünmek bile istemiyorum. Bu arada oda kapımın çalındığını duydum. Hatta kapı kolunun bile bir iki kez çevrildiğine şahit oldum. Kalakaldım öylece…. Hiçbir şey yapamıyorum. Açıkça tedirgin olduğumu, hatta korktuğumu da saklayamıyorum ve kapıyı açmaktan çekiniyorum.
Ne yapmalıyım? “Kim o?” diyebildim. Sonra daha da yüksek sesle, askerlikte nöbette iken yaptığımız gibi “Kimdir o!” diye bağırdım. Ses seda çıkmadı. Resepsiyona telefon ettim. Ne tuhaf? Orası da yanıt vermiyordu. Resepsiyon nasıl yanıt vermez ki?
……
Sabah biraz yorgun uyandım haliyle… Hemen piyasaya çıkmalı ve bana bu oteli bulan müşteriye gitmeliydim. Olanı biteni oteldekiler müşteriye anlatmadan anlatmalıyım ki kendini savunan insan pozisyonuna düşmeyeyim. Aynaya son kez bakıp oda kapısını açtım. Gözüm, elimde olmadan karşı duvara yöneldi.
O ne? Kadının resmi duvardan kaldırılmıştı.
Resmin yeri mi değiştirildi acaba diye aranırken, somurtkan delikanlı yine yanımda beliriverdi.
“Hanımefendiyi aradınız sanırım” dedi, yüzüme aynı alaycı ifadeyle bakarak…
”Kendileri bu sabah otelden ayrıldılar”
“Nereye gittiler” gibi salakça bir soruyu neden sorduğumu, ne yazık ki soruyu sorduktan sonra kendime sordum.
“Biz otelden ayrılan müşterilerimize nereye gideceklerini sormayız efendim” lafını duymak bile duymak bile istemedim.
……
Güneşli bir Eylül sabahı idi. Önceden planladığım gibi müşterimi ziyarete gittim. Çay ısmarladı ve birlikte içiyoruz.
“Nasıl rahat ettin mi?” dedi.
“Ne rahatı? Duvarda asılı bir resme baktım diye resepsiyondaki delikanlı beni neredeyse tacizci ilan edecekti” dedim.
Müşterim yaşlı ve tonton biri. Gülerek yüzüme baktı.
“Senin annene baksalar rahatsız olmaz mısın?” dedi. “O resim o delikanlının annesi.”
Benim dikkatlice dinlediğimi fark edince bir sigara yakarak anlatmaya devam etti.
“Patron kuşkucu biriydi. Karısı evden bir başkasına kaçınca aileye bu kadın girdi. Gördüğün çocukları doğdu. O çocuğu beş yaşına kadar da büyüten de o kadındır işte.”
“Ne oldu o kadına peki?”
“İhtiyar biraz paranoyak idi. Bu kadının da biriyle beraber olduğunu iddia ederek onu da evden kovdu. Çocuğu da vermedi. Çocuk, nikahlı ilk eşinin üzerine kaydedildiğinden zavallım onu isteyemedi bile… Kadın babasının yanına gitti. Tee İstanbul Kadıköy’e… Garibim resmi nikahlı da değil imam nikahlıydı… Hiç bir hak da alamadı.”
“Peki Kadıköy’de ne iş yapıyormuş?”
“O kadarını bilemem. Görenler olmuş. İstanbul’dan gelen bazı pazarlamacılar anlattı. Önüne gelene ‘Yirmi beş kuruş versene’ diyormuş.”
“Yirmi beş kuruş versene mi?”
……
Kadıköy’de yirmi beş kuruş versene diyen kadın! Ben o kadını tanıyorum. Biz Kadıköylülerin taktığı isimle Çayır güzeli Adile hanım! Müşterim benim mutlu olduğumu görünce anlatmaya devam ediyor.
“Çocuğunu göremediği gibi, babası da o sıralarda rahmetli olunca kadının kafası tamamen gitmiş. Yüzünü, gözünü rengarenk yapıp sokaklara çıkıyormuş.”
Evet, Adile Hanım ilkokul boyama kitabı gibiydi. Yanaklarda o pespembe allık, göz kapaklarındaki yemyeşil far, dudaklarda kıpkırmızı ruj… Adile hanım aynadaki görüntüsünü ince fırça darbeleriyle boyayan bir ressamdı.
“Allah kimseyi o durumlara düşürmesin!” dedi müşterim, “ Yüzüne bakılamaz hale gelmiş.”
Doğrudur. Gözlerine bakamazdınız. Masum bakışlarında bilmediğimiz bir hüzün vardı.
Sanki demir parmaklıklar arkasından size bakan bir mahkum gibi…Lakin biraz sohbet sonrası; kendinizi demir parmaklıkların arkasında bulur, Adile Hanım’ı da sizi ziyarete gelmiş görüşmeci sanırdınız.
“Bir zamanlar hali vakti yerinde olan bir insan için herkesten yirmi beş kuruş istemek ne kadar acı yahu!”
‘Yirmi beş kuruşunuz var mı’ diye sizden para isterken, onun dilendiğini düşünmek ne mümkün… Hanımefendiye bozuk para lazım herhalde’ diye geçerdi aklınızdan… Zaten büyük bir para vermeye kalkarsınız asla almazdı.
“Diyorlar ki fakirmiş.”
Fakir değil çok fakirdi. Lakin kafasında öyle bir şapka ile gezerdi ki fukaralığın bir şapka ile nasıl imha edildiğini dünya gözü ile görürdünüz.
……
Müşterim konuyu değiştirerek haklı olarak işe döndü. Katalogları, fiyat listelerini karıştırmaya başladı.
“Ürünlere zam yapmışsınız. Liste geldi.”
“Resepsiyondaki delikanlı neden aramıyor anasını peki?” dedim.
“Bir tarafta despot bir baba, diğer tarafta yıllardır göremediği anası… Bir tarafta para, diğer tarafta fukaralık… Hiç aramadı. Arayamadı. Zaten onun kafası da gidik.”
Müşteriden izin alıp çıkmak istedim. O haklı olarak işini takip ediyordu.
“Eski fiyattan bir parti mal sipariş edebiliriz değil mi?”
Başımla onaylayıp otele döndüm.
……
Resepsiyondaki delikanlıya gülerek selam verdim.
“Annemin arkadaşı olan hanımefendi döndüler mi?” dedim.
“Annenizin arkadaşı mı?” diye şaşırarak yüzüme baktı.
Başımı sallayarak onayladım.
“Annenizin arkadaşı ha?”
Acaip heyecanlanmıştı. Gülümseyerek ”Merak etmeyin efendim, yarım saat sonra gelecekmiş” dedi.
“Haber göndermiş.”
……
Odama girdim, valizimi toparladım ve çıktım. Hemen duvara baktım. Evet, kaldırılan fotoğraf tekrar yerine asılmıştı. Bu kez fotoğrafa, Çayırgüzeli Adile hanım olarak baktım. Şefkat ile ne kadar hemhal olmuş ise günaha bir o kadar uzak olan kadına gülümseyerek baktım.
“Nasılsınız efendim?” dedim.
Delikanlı yine yanı başımda lakin bu kez somurtkan değil.
“Özür dilerim” diye giriyor lafa. “O kadın benim annem. Bana annemi anlatsanıza.”
……
Elimi delikanlının omuzuna koydum.
“Dinle o zaman.” dedim “Adı Adile hanım… Lakin bu dünya ona asla bir hükümdar hanımı gibi davranmamış. Merhametli de davranmamış. Onu küçük gören, görme özürlülerin göremediği bir şey var ki asalet konusunda doğa ona çok cömert davranmış. Adı konmamış içten gelen bir soyluluk unvanı, hayatın ona biçtiği bir rol ve hasat edildikçe büyüyor. Bu kadarını bil yeter.”
O da sağ elini benim omzuma koydu, sonra sarıldı bana…
“Bu annem değil mi ağabey? Ne güzel anlattınız.”
Anten şart
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.